Emin ÖZMEN | Söyleşi (54. Sayı)

Fotoğraflarınıza baktığımızda şiirsel bir ifade yeteneği görüyoruz ama asla estetize edilmiş diyemeyiz. Çalışma konularınıza nasıl hazırlanıyorsunuz? Nelere dikkat ediyorsunuz? Varsa sizin için önemli bir anı/hikaye mesleğinizi yapmanızda etkili olan diye sorsak neler söylersiniz?

Kısaca yaşadığım bölgede yaşanan politik gündemi ve bunun sosyal yaşamda neden olduğu gelişmeleri yakından takip etmeye çalışıyorum. Fotoğraflarım bu izlenimlerin görsel yansımaları diyebilirim.

Göçmenler konusu sıcak ve hassas bir konu. Bazen ana medyada yer alamayacağını düşündüğümüz ciddi meselelerin başka mecralar ve özellikle sanat yoluyla dile gelmesi sizce anlamlı mı?

Göçmenler veya başka birçok önemli konu yaşadığımız dünyanın kendi gerçekleridir. Sanatın bu konulara uzak kalması beklenemez, sanat ancak bu konuların bir yansıması, bir düşünce etrafında form değiştirilerek aktarılması olabilir.

Günümüz sanatında adalet, hak arama, itiraz, anlama, anlatma, azınlık hakları, eşitsizlik, önyargılar gibi dünyamızın temel meselelerini görüyoruz. Sanatın bunları konu etmesine ne dersiniz?

Biraz önce belirttiğim gibi, sanatı; yaşadığımız dünyanın, yani sokakta yaşananların dışında bırakılan, soyutlanmış, sofistike edilmiş bir kavram olarak göremiyorum.

Sivil muhabirlik ve sosyal medyada fotografik temsilin kimler tarafından ve ne kadar kontrol edilebileceğine dair yanıtlar bulanıklaştırıldı. Bu bizi görüntülerin demokrasisine götürür mü ve dolayısı ile de hakların demokrasisi için bize fayda sağlar mı?

Evet sosyal ağlar belki bir anlamda hakların demokrasisini sağlamış olabilir, ancak geçtiğimiz yıllarda yaşanan birçok örnek bize bu görsellerin denetimlenemiyor oluşunun ne kadar tehlikeli olduğunu göstermiştir. İnternet ortamına bıraktığınız herhangi bir görsel bugün içeriğinin ve anlatmak istediğinin tamamen dışında farklı amaçlar için kullanılabiliyor ve istemeden de olsa ‘izin vermek – yol açmak’ gibi bir durum yaratıyor. 2013 yılında Suriye’de çektiğim bir fotoğrafın, 2016 yılında darbe girişimini yaşadığımız anlarda manipüle edilerek tamamen farklı bir alt metin ile sosyal medyada yoğun bir dolaşıma girdiğini fark ettim. Ne yapabiliriz, bunu nasıl düzeltebiliriz? Evet bugün konuşup çözüm bulmaya çalıştığımız bir konu olmalı bu.

Çaresizlik, zor durum ve vahşet fotoğrafları kolayca klişeler yaratabilir. Fotoğraflar ile seyredip uzaklaşmayı, alışmayı değil harekete geçmeyi, etkilenmeyi ve çözüm aramayı nasıl sağlayabiliriz? Gerekli tepkileri verebilmeyi ne sağlar?

Ele aldığım konularda motivasyonum tamamen değişim yaratabilmek üzere. Bu motivasyonu ilk kez 2011 yılında Somali ve Kenya başta olmak üzere Doğu Afrika’yı saran kuraklık ve kıtlığı belgelerken edindim. Temmuz ayında Birleşmiş Milletler Doğu Afrika’da kıtlık ilan ettiğinde ben zaten bölgede kuraklık üzerine derin bir araştırma içindeydim. Konu bir anda dünya ve Türkiye gündemine oturmuş oldu. O dönem çalışmakta olduğum gazete fotoğraf ve röportajlarıma çok geniş yer verdi. Bu çalışmalar özellikleTürkiye’de ciddi bir yankı buldu ve çalıştığım gazete ile Kızılay büyük bir yardım kampanyası başlattı. 450 milyon TL Türkiye tarihinin en büyük yardım kampanyasıydı, kuraklık ile kavrulan Somali’nin nefes alabilmesi için gemilerle, uçaklarla taşınan yardımlara neden olmuştu fotoğraflarım. Fotoğrafın gücünü fiziksel anlamda ilk kez hissetmiştim. Sonrasında 2013 yılı sonlarına kadar defalarca Somali’ye gidip bu yardımların somut anlamda nelere dönüştüğünü de belgeledim. 30 yıl boyunca iç savaş ve kuraklığın pençesinde olan bir ülke düşünün, Mogadişu’ya ilk gidişimde yol dahi yoktu, bugün gittiğinizde orada Türkiye vatandaşlarının destekleriyle kurulan üniversiteler, hastaneler ve daha birçok tesis görebilirsiniz.

Bunu başarabilmek için illa bir gazetede çalışmak gerekmiyor, bu konulara eğilen yüzlerce sivil toplum kuruluşu, işbirliği yapabileceğiniz binlerce yazar, araştırmacı, akademisyen var. Ve bunu anında milyonlarca insana ulaştırabilecek teknoloji avucumuzun içinde.

Göçmen fotoğrafları da vahşet, felaket, şiddet fotoğrafları gibi diğer fotoğraflardan farklı olarak ahlaki bir sorumluluk içerir mi?

Bunu en genel başlıkla toparlamak daha doğru olur sanırım- belge niteliği – amacı taşıyan tüm fotoğraflarda fotoğrafçının büyük bir etik ve ahlaki sorumluluğu vardır. Hem bu anları fotoğraflarken hem bu fotoğrafları paylaşırken dikkat edilmesi gereken unsurlar bulunuyor. Yakın geçmiş bize bunun önemini anlatacak örneklerle doludur. Giovanni Troilo, Steve McCurry, Souvid Datta, Alessio Mamo isimlerini araştırabilirsiniz bu konuyla ilgili.

Vahşet, felaket, şiddet fotoğrafları gibi göçmen fotoğraflarının bizden istediği nedir?

Fotoğrafların sizden istediği bir şey yok, fotoğrafçının bir isteği olabilir belki. Ben fotoğraflarıma bakarken sadece ‘empati’ kurmanızı isterim, bunu yaptığınız takdirde belki bir değişim yaratabiliriz.

Vahşeti fotoğraflamak her zaman temsile dair de etik bir kriz içerir. Doğru bir anlatım için nelere dikkat etmek gerekir?

Yukarıda belirttiğim gibi belgesel fotoğraf yaparken konu, başlık değişebilir, ancak belirli etik unsurları ihmal etmemek gerekir. Hangi konuya nasıl baktığınız aslında sizin nasıl bir insan olduğunuz ile alakalı, karakterinize dair ipuçları verir. Temeline indiğimiz zaman ise doğru bir insan olmak hedef olmalı diye düşünüyorum, o zaman zaten doğru bir anlatım oluşacaktır. Yani her şey tamamen sizin durduğunuz yer ile alakalı.

Bazı fotoğrafların belli bazı olayları ikonlaştırması, temsil etme becerisi, olaylara insani bir yön verme potansiyeli, sivil halk için işlevi, daha fazla demokrasi için kullanılabilecek bir hak arama malzemesi olması, o fotoğrafları çeken kişilerin taşıdığı sorumluluğu arttırır mı?

Elbette, çekilebilecek birkaç kare fotoğraf bazı durumlar için yön verme noktasına gelebilir, bunun örnekleri var. Bana kalırsa ciddi konuları fotoğraflayan arkadaşların bu sorumluluğu taşımadığı takdirde kendilerini yormalarının pek bir anlamı yok. Yani, hadi gittin şu ülkede, şu veya bu dergi için 3-5 fotoğraf çektin, yayımladın. E tamam ne oldu sonra? Büyük veya küçük; bir değişim yaratabilmek fotoğrafçının hedefi olmalı.

Aşırı temsil ve aşırı sansür aynı kapıya mı çıkar?

Sanırım aynı kapıya çıkar, bana göre. Bu sorunu son yıllarda daha yoğun yaşamaya başladık sanırım. Peki ama ne yapacaksın, temsiliyetin önüne geçme şansımız veya bunu kontrol etme durumumuz yok ki. Sorun bu görüntülere eskisinden daha yoğun bir şekilde maruz kalıyor olmamız. TV, radyo, dergi ve gazeteleri geçelim, herkesin elinde akıllı telefonlar var artık. Bilhassa amaç olarak sadece fotoğraf paylaşmak üzerine oluşturulan sosyal medya hesapları üzerinden yoğun bir görsel trafiğe maruz kalıyoruz.

Kalıplara sıkışmış, stereotipler oluşturan bir belgesel fotoğraf anlatımı yerine nasıl bir anlatma yöntemi ile yaklaşılmalı?

Fotoğrafçılar şöyle fotoğraflar üretmeli diye bir yaklaşım doğru değil bence. Binlerce fotoğrafçı var, bakma özgürlüğü de sizin elinizde. Size göre kalıplara sıkışmış bulduğunuz fotoğrafçıyı değil diğer fotoğrafçıları takip edebilirsiniz.

Zor şartlar altındaki insanların fotoğraflarının kolayca klişelere dönüşmemesi için ne yapmalı?

Zor şartlar altında yasayan insanlar hakkındaki önyargılar değişmeli belki? Bilemiyorum, yani fotoğrafçıdan da çok fazla şey beklememek gerekir belki.

Zor şartlar altındaki insanların kendilerinin ve durumlarının estetik fotoğraflanması konusunda ne dersiniz?

Konu ne olursa olsun güçlü bir anlatım için çaba gösterilmeli elbette. Konuya göre farklı bir estetik anlayış geliştirmek mümkün mü? En azından benim için değil, var olan bir bakışım var ve çalıştığım tüm konulara aynı göz ile bakıyorum.

Çalışmalarınızı daha çok nasıl paylaşmayı tercih ediyorsunuz? Sergileme, fotokitaplar, sosyalmedya, birlikte büyük organizasyonlar ya da tek başınıza mı?

Fotoğrafı ürettikten sonra hedefim onu olabildiğince kitlelere ulaştırabilmek. Sonrasında beni mutlu eden an onun bir kâğıt üzerine basılmış olması. Bunu bugüne kadar yoğunlukla gazete ve dergilerle sağladım, birkaç tane de sergi çalışmam oldu. Hazırladığım kitaplar var, ama bitmesine henüz birkaç yıl daha ihtiyaç duyulan çalışmalar onlar.

Sanatı ve görüşleri nedeni ile de göç etmek zorunda kalan sanatçıların sayısı çok. İlk aklınıza gelenler?

Nazım Hikmet, Abidin Dino, Namık Kemal gibi isimlerle başlamalıyım sanırım. Ama bunun yanında Josef Koudelka, Abbas gibi usta fotoğrafçıları da hatırlamalıyız. Ama çok uzağa gitmeye gerek yok, bugün halen uygulanan baskılar neticesinde son birkaç yılda onlarca değerli sanatçının göç etmek zorunda kaldığını bilmemiz gerekir diye düşünüyorum. Sadece Berlin için bile on kadar fotoğrafçı arkadaşımız şu an sığınmacı olarak göçmüş durumda.

Sürekli seyahat halindesiniz. Bize son dönem çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Birkaç yıldır üzerinde çalışmakta olduğum birkaç kitap projem var, bunları geliştirmeye devam ediyorum. Bunun dışında farklı coğrafyalara gidip kısa süreli çalıştığım konular olabiliyor. Son olarak Güney Sudan’ın farklı bölgelerinde 3 hafta kadar çalışma fırsatım oldu. Otuz yıldır silahlı çatışmanın altında olan bölge son olarak 2011 yılında ilan edilen bağımsızlığın hemen ardından iç savaşın içine düşmüş durumda. Eylül 2018’de bir barış antlaşması sağlanmış gibi görünüyor ama gidiş nedenim de bunun araştırmasını yapmaktı zaten. Unity eyaletinin güneyinde ve Bentiu’de farklı bölgeleri ziyaret ederek insanlarla tanıştım. Birleşmiş Milletlerin koruması altında bulunmayan tüm alanlarda silahlı kişiler, olmayan devletin yerinde kendi kanun ve hükümlerini uyguluyor, sivillerin yaşam ihtiyaçlarına ulaşması konusunda ciddi engeller yaratılıyor.

Emin ÖZMEN’in Kontrast Dergi 54. sayıda yayımlanan portfolyosuna buradan ulaşabilirsiniz.

Kontrast Sayı 54, Yaz 2019

Bizi paylaşın..