Bora ÇEKİÇ | Ben Yaptım Oldu (26. Sayı)

“Bir film saniyede 24 yalandan ibarettir.”

Michael Haneke

Her işte olduğu gibi sinemada da incelikler, hemen öğrenilmesi oldukça güç olan detaylar vardır. Bunların bir kısmı çok film izlemek ve iyi gözlem yapmakla öğrenilir, bir kısmı ise sadece film çekerek. Sinemada teorik olarak ne kadar kuvvetli olunursa olunsun işi pratiğe dökmeden başarıya ulaşmak hayli zordur. Bu noktada dikkat gerektiren ince çizgi ise kendi üslubunu, taklide kaçmadan yaratabilmektir ki, bu oldukça zaman ve yetenek isteyen bir iştir.

Sinemaya kısa film çekerek başlayan birçok yönetmen adayının filmi son dönemde izlediği ya da çok sevdiği yönetmenlerin filmlerine benzer, hatta birebir aynı sahneleri görmek mümkündür. Bunun pek de yadsınacak bir durum olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü gördüğünü ve sana güzel geleni aktarmak en kolayıdır. Zor olan ise kendi yorumunla harmanlayıp izleyiciye sunabilmektir. Günümüzde bile, tanınmış ve hatırı sayılır birçok yönetmenin bunu her filminde başarabildiğini söylemek imkansızdır.

Ortaya konulması gereken bir başka olgu da, sinemada kusursuz estetiğin ve özgünlüğün yakalanabilmesidir. Milyonlarca kişiye ulaşan ve ciddi bir gişe başarısı kazanan birçok filmin estetik olarak ne kadar kusursuz olduğu tartışmaya açıktır.

Günümüz Türk sinemasında filmlerin yarıdan fazlası ticari kaygılar gözetilerek çekildiği için estetiğin yerinde yeller esmekte ve tamamen “ben yaptım oldu” mantığı güdülmektedir. Ayrıca, oturmuş bir sinema kültürüne sahip olmayan ve sinemaya sadece hoş vakit geçirip gülmek için giden seyirciler tarafından da büyük beğeni ve dolayısıyla hasılat elde eden yönetmenler, hem kendilerini hem de sinema seyircilerini kandırmaya devam etmektedir. Ki bu, günümüz dünyası ve ekonomik düzeni düşünüldüğü zaman gayet normal bir durumdur. Yaklaşık 60–70 kopya ile vizyona giren filmler, sinemayı tekelleşmeye götürmekte ve fütursuz bir estetik anlayışını izleyicilerin gözüne dayamaktadır.

Bu durum sadece Türk sineması için mi geçerlidir yoksa Avrupa sinemasında da bu örneklere rastlamak mümkün müdür? Ne yazık ki, bu iki sinema kültürü kıyaslandığında, bizim sinemamız çok gerilerde kalmaktadır. Elbette, Avrupa sinemasında da ticari kaygıların diğer tüm sinemasal öğelerin önünde tutulduğu filmler çekilmektedir; ancak sayısı sınırlı, izleyici kitlesi belirlidir. Yerli sinemamızda ise bu oran hiç de sınırlı ve makul ölçülerde değildir.

Fütursuz estetikten kastımız nedir? Bu noktada yukarda yer alan ünlü yönetmen Michael Haneke’nin sözünden dem vurabiliriz. Nasıl olsa bu bir film ve bizler de, seyirciler için hayal dünyası kurgulayan ve onları belirli bir süre bu dünyada hapsetmeyi amaçlayan kişileriz düşüncesiyle ikinci plana atılan kamera açıları, kostüm, makyaj, ışık ve kompozisyon anlayışı estetiği bozar. Oysa asla unutulmamalıdır ki, bu öğelerden biri bile eksikse orada yanlış giden bir şeyler var demektir. Aceleye getirilerek kurulan plan ve kompozisyonlar oyuncuların performansını düşürdüğü gibi, seyir zevkini de sıfırlamaktadır. Bunun yanısıra, düşünülmeden kullanılan yapay ışıklar, abartılı karanlık ya da aydınlık alanlar, iç içe geçmiş kamera hareketleri filmin tüm atmosferini bozmakta ve yedinci sanatın gelişip gerçek değerine kavuşmasına engel olmaktadır.

Globalleşen dünyada, sanatın geçerliliği ve insanlar üzerindeki etkisi giderek azalmakta ve bu durumdan ne yazık ki sinema da fazlasıyla etkilenmektedir.

“Sanat sanat için midir yoksa sanat toplum için midir?” tartışması, “sanat para için midir?” sorusunun eklenmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır.

Sinema fazlasıyla idealist, özgün ve bu işi amatör bir ruhla yapmayı seven, “ben yaptım oldu” demeyen yönetmen ve yapımcılara ihtiyaç duymaktadır. Umarız ki tamamen tüketim ve metaya dayanan anlayış, ülkemiz sinemasını zaman içinde terk ederek yerini gerçek sinema izleyicileri ile o kültürü doğru olarak benimsemiş sinema emekçilerine teslim eder.


Bora ÇEKİÇ

Kontrast Sayı 26, Kasım-Aralık 2011

Bizi paylaşın..