Mike MANDEL | Söyleşi (51. Sayı)

Kontrast Dergi olarak Mike Mandel ile yapmış olduğumuz 2016 tarihli söyleşi:

Bay Mandel, bize Larry Sultan ile birlikte 1977 yılında yaptığınız Evidence başlıklı, arşivlerden derlediğiniz fotoğraflarla yaptığınız çalışmayı anlatır mısınız?

1970’lerin sonlarında, geleneksel akademik fotoğraf çerçevesi dışında kalan birkaç kişi fotoğrafı daha başka yollarla kullanmayı keşfetmeye çalışıyordu. Bunların içinde şipşak fotoğrafın kültürel önemini vurgulayan bir proje olan Mitchell Payne ve Ken Graves’in şipşak fotoğraflar üzerine hazırladığı bir kitap yer almaktaydı. New York Modern Sanatlar Müzesi fotoğraf küratörü John Szarkowski bile From The Picture Press adını verdiği bir kitap çıkarmıştı. Bulabildiği bütün ilginç basın fotoğraflarını toplamış, bunlardan bir derleme yaparak yayın haline getirmişti. Başka bir sanatçı Michael Lesey de küçük bir Ortabatı kasabasında yaşayan bir fotoğrafçının çektiği ticari fotoğrafları inceleyen Wisconsin Death Trip adını verdiği bir kitap hazırlamıştı. Böylece o zamanda fotoğrafın alışılageldik güzel sanat kapsamı dışında görüldüğü bazı durumlar var olmuş olması ilginçti ve bunların kültürel bir anlamı olmasına rağmen bu çalışmalardan hiç biri gerçekten bir değişim yaratmaya yönelik yahut ilginç bir koleksiyon derlemesi olmaktan öteye geçmiş değildi. Evidence’in önemi burada ortaya çıkıyor. Evidence, belki de Marcel Duchamp’ın kabul ettirdiği, içeriğin değiştirilmesi ile fotoğrafa yeni bir anlam kazandırılması anlayışı üzerine kurulmuştu. Böylece Larry Sultan ile birlikte aslında bazı mühendislik projeleri için kullanılacak gerçekçi fotoğraflar olmak üzere çekilmiş fotoğrafları bulduk ve onları yeni bir içerikle sunduk: her biri bir sonrakini etkileyecek bir sıra içinde dizilmiş fotoğraflardan oluşan bir kitap hazırladık. Ve bu fotoğraflar doğası gereği gerçekçiydi ve esasen geleceği yaratma ile ilgili çalışan pek çok organizasyon arasında yer alan Jet Propulsion Laboratories, Lockheed Aircraft, United Technologies gibi enerji, silah ve uzay teknolojisi üretimi yapan organizasyonların belgeleriydi. Bu organizasyonların tümü bizim yaşadığımız Kaliforniya’da idi ve silah, uzay gemisi, füze imal ediyorlardı. Onlar bir çeşit geleceği inşa eden mimar ve mühendislerdi. Buraları ziyaret edip arşivlerindeki fotoğraflara bakabileceğimizi düşündük. Şirketler bize bu olanağı sağladı ve biz de bu görüntüleri alıp başlangıçtaki verilmeye niyetlenen mesajı değiştirebileceğini düşündüğümüz yeni bir hikaye icat ettik. Başka bir deyişle bu kuruluşlar teknolojik bir gelecek fikrini inşa ediyordu fakat bizim bulduğumuz fotoğraflar insanlıktan çıkmanın, bedenin parçalanmasının ve tuhaf ve uğursuz görünümlü bir çevrenin varlığını gösteriyordu. Böylece onların ürettiği görüntüleri kullandık, onlar farkında olmadı ama bu yaptığımız onların varlığına alaycı bir cevap oldu.

Evidence’nin, temelde farklı bir anlam taşıyan fakat sanatçının üstüne yeni anlamlar taşıyan başka bir katman koymasının mümkün olduğu arşiv görüntülerimize bakmanın önem ve değerinin farkını öne çıkardığını düşünüyorum. Biz, sanatçılar olarak, bu görüntülerin gerçekle bir şekilde bağlantısı olduğunun, fakat yeni bir içerik yaratarak ve bu arşiv görüntülerinin her birini bir diğeri ile belli bir düzende ilişkilendirerek görüntülerin farklı anlamlar taşıyabileceğinin farkına vardık. Kendimiz üretmemiş olsak da, kendimizi bu fotoğrafların müellifleri gibi hissettik, çünkü biz onlara belli bir düzen vermiş ve bu yeni ilişki düzeninde bir hikâye anlatma fırsatını sunan bir kitap haline getirmiştik. Bu ilginç görüntüleri düzenlememiş, onlardan yeni bir sanat eseri yaratmıştık.

Buluntu fotoğraf ve kendine mal etme konusundaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Sanırım kendine mal etme ve buluntu fotoğraf günümüzde daha fazla kullanılıyor, çünkü webdeki elektronik arşivlerin buluntu fotoğrafa nasıl yeni bir bakış olanağı sağladığını anlamış bulunuyoruz. NASA gibi kuruluşların fotoğrafları ile çalışan Trevor Paglen gibi yahut Google tarafından dünya haritası çıkarmak için kullanılan Google sokak görüntülerini kullanan kişiler gibi insanlar var.  Sanatçılar bu görüntüleri alıp başka bir şeye çeviriyor. Dolayısıyla erişebileceğimiz tüm elektronik görüntüleri alıp kullanmak için yeni bir fırsat orada duruyor. Bunun müthiş olduğu kanısındayım. Fotoğraf hakkındaki düşünüş biçimimizi geliştiren bir olanak oldu bu. Dolayısıyla buradan son derece ilginç yeni bir fotoğraf anlayışı oraya çıktı.

Üretim ve tüketim, yaratma ve kopyalama, hazır ve yaratılmış kavramları arasındaki farka dikkat çeken Postmodern sanat hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?

1970’lerin sonlarında, fotoğraf konusunda çalışan sanatçının eline makinesini alıp dünyaya çıkarak kendini ifade etmesi gerektiğini öne süren yenilikçi yaklaşımdan uzaklaşmaya başladık. Böyle dar bir bakış vardı. Fotoğrafın anlamı buydu. Walker Evans, Edward Weston gibi modern akım fotoğrafçıları biçim, toplum, güzellik anlayışlarını kameraları ardından görüş biçimleri ile ifade etmekteydi. Bu son derece iyi ve doğrudur, fotoğrafın mükemmel geleneğidir. Postmodernizm ve yenilikçi akımdan bu yana fotoğrafın bir kaynak olarak toplumsal kullanımında gözden kaçmış olan tüm konular açığa çıkmaya başladı. Günümüzde fotoğraf yalnızca kendi yaklaşımını ifade etmekten öte, fotoğrafın dünyadaki kültürel önemine bakmaktadır ve bu bakış, bir kaynak olarak reklam, habercilik, moda ve sosyal medyada yer alan her şey hakkında düşünmenin her türlü fırsatını içermektedir. Artık fotoğraf alanında çalışmak isteyen sanatçıların illa ki fotoğraf makinesi kullanması gerekmiyor. Bu yeni anlayış fotoğrafı çok çeşitlendirdi. Kendinizi fotoğraf alanında çalışan bir sanatçı olarak düşünmenin ne anlama geldiği fikrini geliştirdi.

Hepimiz fotoğraf tüketiyoruz. Bazılarımız fotoğraf üretiyor, bazılarımız üretmiyoruz. Kanımca günümüzde makine ile fotoğraf mı çektiğimiz yoksa fotoğraf mı topladığımız önemli değil. Fotoğraf derlemenin her türlü olanağı orada bir yerde ve artık önemi de yok. Kamera arkasında çalışarak belli bir fikir içeren projeler yapan gerçekten harika sanatçılar olduğu gibi kamera kullanmadan da önemli bir anlamı olan yaratımların müellifi olan harika sanatçılar da var. Fotoğraf bir açılım yaşadı ve artık bir fotoğrafçı ve/veya sanatçı olmanın artık çok daha geniş ve zengin bir tanımı var.

Bize en son çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Eşimle ortaklaşa olarak çalıştığımız iki kitabımız var: birinin adı They Came to Baghdad (Bağdat’a Geldiler) diğeri de Lockdown Archive (Tecrit Arşivi). Bu iki kitabı hazırlarken web üzerinden bulduğumuz görüntüleri kullandık. Önce Baghdad dan bahsetmek istiyorum. Amerika’nın Irağı ilk işgali için bir eğretileme aradığımız sıralardı. Geçmişteki o tarihlerde Amerikan hükümeti bir kurgu yaratmıştı: Irak’ta kitle imha silahları vardı. Böylece Amerika dünya üzerindeki pek çok ülkeyi gidip Saddam Hüseyin’in bu silahları kullanmasını önlemeleri için etik bir neden olduğuna ikna edebilmişti. Bu savaşta yer alan ülkelere “Coalition of Willing (İstekli Ülkeler Koalisyonu)” adı verilmişti ve Saddam Hüseyin’i tahttan indirmek için Irak’a giden 40 ülkeden oluşuyordu. Elbette neler olduğunu biliyoruz fakat bu başka bir konu. Sanatçılar olara biz bu istekli ülkeler fikri ile oynamak ve belki kendisine geri çevirmek istedik. Gizem romanları yazarı Agatha Christie’nin Bağdat’a Geldiler adlı kitabını bulduk ve bunun çok uygun bir başlık olduğunu düşündük çünkü Ortadoğu dışından “gelenler” Irak’a şu anda artık aslında var olmadığını bildiğimiz bir sorunu “düzeltmek üzere gelmişlerdi. Romanlar dünya çapında pek çok dile çevrilir. Dolayısıyla bu kitabın kırk ayrı dildeki kopyasını bulduk. Tüm kapaklar, Kore diline, Arapçaya vs. çevrilmişti. Kırk kitap kapağı ile birlikte, web üzerinden koalisyona katılan kırk ülkeden fotoğraf ve hikâyeler de bulduk. Böylece elimizde koalisyona katılan Bulgaristan, Çin, Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Macaristan, İzlanda gibi kırk ülkeden toplanmış görüntüler oldu. Elimizde insanların bu koalisyona niçin katıldıklarına dair çok kişisel çeşitli hikâyeler toplandı. İlginç bir örnek şöyleydi: Kuzey Kore birliği dünyanın öbür tarafına gideceklerine göre orada olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek istemişlerdi. Kültür hakkında bilgi sahibi olmak istemişler ve Irak’a gitmeden önce Müslüman olmaları gerektiğine karar vermişlerdi. Onların bu işe nasıl katıldıklarını ve kendilerini nasıl adadıklarını görmek inanılmazdı. Bir başka öykü de Dominikli olup da Amerikan ordusunda Irak’a karşı savaşan bir Amerikan askeri hakkındaydı. O ve eşi Amerika’da yaşıyordu ve o Irak’ta iken eşi vatandaş olmadığı için Amerika’dan sınır dışı edilmişti. Böylece erkek koalisyon için savaşırken karısı ülkeden atılıyordu. Bunlar katılımcı ülkeler ile ilgili olarak bulduğumuz hikâyelerden ikisiydi ve kitap bunlar hakkında. Son bölüm de Irak’ta para kazanan şirketler ile ilgiliydi. Bazı şirketlerin güvenlik yahut yiyecek sağlama imtiyazları vardı, bazılarının petrol anlaşmaları vardı. Böylece Irak’ta olup bitenler hakkında üç bölümlük bir kitap oldu. Ve tüm görüntüler ile bilgilere webden ulaşılabiliyordu, bizim yaptığımız bunları derlemek ve tekrar sunmaktı.

İkinci projenin adı Lockdown Archive. Hatırlayacağınız üzere, birkaç yıl önce Boston Maratonunda bir bombalama olayı olmuştu. Bu trajedide birkaç kişi ölmüş ve birçoğu da yaralanmıştı. Bu işi yapan iki kişi, Tsarnaev kardeşler Boston’dan New York’a giderek başka bir terörist saldırı planlamışlar ancak yolda paraları bitince durmak ve yeniden toparlanmak için tesadüfen eşim Chantal ile birlikte yaşadığımız Massachusetts’deki Watertown kasabasını seçmişlerdi. Buradaki arkadaşlarına uğramak için gelmişler, polis onları fark etmiş, silahlı bir çatışma olmuş, kişilerden biri ölmüş diğeri kaçmıştı. Bunların hepsi gecenin yarısında oldu ve ertesi gün küçük bir kasaba olan Watertown tümüyle tecrit edildi. Binlerce polis ve asker kasabamıza iniyordu. Bu koordine bir durum değildi, olanları duymuş ve gelmişlerdi, tamamen kendi kendilerini sevk etmişlerdi. Binlerce polis ve askerin, teröristi bulmak için bütün kasabayı baştan aşağı aradığı çok kaotik bir durumdu. Evlere girip arama yapıyorlar, birçok kişi soyularak üstü aranıyor ve hapse atılıyordu. Kasabamız adeta askeri bir işgal altındaydı. Biz de insanların webe yüklediği görüntüleri topladık, özel timler komşularımızın evine geliyor, kasabayı arıyor, evlere giriyor, evlerde arama yapıyor ve insanlar askerin ve polisin arama yaparken yahut pencereden gördüklerini, dışarıdaki tankları, olup bitenleri fotoğraflıyordu! Biz de arka bahçemizdeki polisleri görüntüleyip webe koymuştuk. Bu çok ciddi bir askeri aşırı tepki durumuydu, tüm bu kaotik, dağınık askeri ve polis birlikleri teröristlerden biri olan çocuğu bulmak için kasabada baştan aşağıya çabalıyordu. Gün geceye dönerken aranan hala bulunamayınca, başlangıcından 18 saat kadar sonra tecridin kaldırıldığı ilan edildi. Kırk beş dakika kadar sonra arka bahçesinde teknesi olan bir komşu, tekneyi örten muşambanın çözülmüş olduğunu fark etti. Dışarı çıkıp tekneye bakınca teröristin bir kan gölünün ortasında teknenin içinde yattığını gördü. Yani binlerce polis ve askerin bulamadığı teröristi komşumuz kendisi bulmuştu. Yaşadığımız, hepimiz için çok ağır bir deneyimdi. Evlerimizde oturup olan biteni TV veya internet üzerinden izlemiştik. Kapımızı açtığımız anda polis içeri girip içeride kalmamızı söylüyordu. Watertown sakinleri tarafından yüklenen bulabildiğimiz tüm görüntüleri toplayarak bu olayın bir arşivi olan bir belgesel kitap hazırladık. Bu, Amerika’da yapılan en büyük polis harekâtıydı ve kitabımız da bu düzensiz deneyimin bir kaydı oldu. Arşiv, insanlara neler olduğunu, aramayı yürütmek için polisin ve askerin nasıl uyumlu bir şekilde çalışamadığını ve o binlerce askerin koordinasyon olmadığında nasıl hiçbir işe yaramadığını daha iyi anlamamızı sağladı. Ya iki kişiden fazla olsalardı ve organize bir planları olsaydı; böyle bir durumla başa çıkmak için hazırlıklı değildik. Bu 18 saatin fotoğraflarını içeren bir kitap da bizim en son projemiz oldu. Bu kitabı hazırlarken aynı zamanda kitap ile bağlantılı başka bir sanatsal çalışma daha yaptık, önemli olayların anısına hazırlananlar benzeri bir dizi hatıra tabağı ürettik. Türkiye’de insanların oturma odalarında asılı olan seramik Atatürk tabakları gibi. Bu tabakların dış çevresinde klasik çiçek desenleri ve tam ortasında webden aldığımız fotoğraflar bulunuyordu. Altı farklı tasarım yaptık ve hatıra tabakları üreten bir firma onları üretti. Proje, yaşanan olaya alaycı bir tepkiydi. En baştan asla olmaması gereken bir durumun anmasıydı. Bu projenin adını Shelter In Plates (Tabaktaki Sığınak) koyduk, burada bir kelime oyunu yaptık, bizlere yerimizdeki sığınaklarda (shelter in place) kalmamız emredilmişti. Bu projeyi şu linkten görebilirsiniz:

Sevgili Mike Mandel, bize ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederiz…

Mike Mandel’in portfolyosuna buradan ulaşılabilir.

Bizi paylaşın..