Fotoğraf editörü, fotoğrafçının ebeveynidir. Fotoğrafçıyı büyüten, olgunlaştıran, bir yerlere taşıyan ve çokça eleştiren kişidir. İyi bir fotoğraf editörünün arkadaşlığı bir fotoğrafçı için paha biçilemez değerdedir.
Derginizden yazı sipariş edildiğinde, bir saniye dedim. Aradan 5 yıl geçmiş. Öyle ya 5 yıl demek çağın hızlı formasyonunda belki de çeyrek asır anlamına geliyor. Neyse genç yaşımda ahkâm kesecek halim tabii ki yok ama çalıştığım 6 yılda edindiğim fotoğraf deneyimimi ve gözlemlerimi bir parça bu yazıda bulacaksınız.
Şu an fotoğraf editörlüğünü; en sevdiğim fotoğrafçı dostlarıma, bir parça da kendime yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla hiçbir yayına, ‘hiyerarşik’ ajansa bağlı olmadan yazıyor olmak böyle bir yazıda özgürlüğün tadını çıkarmak anlamına geliyor benim için.
Öncelikle, ilk editörlük deneyimime Marmara İletişim Fakültesi Ajansı’nda (MİHA) başladım. Yani fotoğraf çekmeyi öğrenmeden sevgili hocam Kayıhan Güven beni ajansın fotoğraf editörü yapmıştı. Aman da aman, bıyığı yeni terlemeye başlamış bir delikanlı olarak önüme gelen her fotoğrafa ‘olmamış’ diyordum. Ta ki bir gün kafama ses kayıt cihazı fırlatılana kadar. O günden sonra aklım başıma geldi, böyle ata tuta fotoğraf editörlüğü olmaz dedim. Çoğumuz gibi kafanın çalışması bir darbeyle gerçekleşiyormuş.
Gelelim hikâyeye… Burgaz Ada’yı o dönem Sea Life Dergisi için çeken ajansın fotoğrafçıları meğerse hiç Sait Faik okumamışlar. Kardeşim, “Sait Faik okumadan nasıl çekilebilir Burgaz Ada’sı?” dediğimde kızılca kıyamet kopmuştu. Arkamda hocam olmasaydı beni paralarlardı, ama ucuz yırtmıştım. Tabii çekilen tüm estetik kareler bir anda herkesin gözünde çöp olmuştu. Ada daha sonra tekrar çekildi ve iyi bir yazıyla basıldı.
Fotoğrafçının Ebeveyni
Peki, neden şimdi anlattım bu hikâyeyi. Aradan 12 yıl geçti. Profesyonel fotoğraf hayatımın 4 yılında bir dergi grubunda fotoğraf editörlüğü yaptım. O yıllarda memleketin önde gelen birçok ismiyle çalışma fırsatı buldum. Özellikle seyahat konularında tanıştığım isimlerin, okul yıllarımda yaşadığım olaydan farksız olmadıklarını gördüm. Okul yıllarındaki arkadaşlarımın her biri şu an iyi fotoğrafçı oldular. Yani bizim ‘ustalar’ için de aynı benzetmeyi yapmak gerekirse; ‘Sait Faik’ okumamışlar sevgili kardeşim. Öncelikle istediğin kadar iyi fotoğrafçı ol, estetik anlamda fotoğrafların Salgado’yla yarışabilir ama editör olarak ilk ve en önemli referansım fotoğrafçının entelektüel birikimidir. Proje sipariş ettiğim her fotoğrafçıdan aynı zamanda o konuyla ilgili yazı da yazmalarını istemişimdir (ki artık çok pahalı olduğu için editörler çok az proje sipariş ediyorlar.) Edebiyatçı olmadıklarının farkındayım, ya da muhabir, ama fotoğrafın hangi disiplininde iş üretiyorsanız o disiplinde üretilen projelerin metinini yazmalısınız. Bu, kayıt tutmadır. Öncelikle konunun derinine inmedir. Okumadan, not alıp yazmadan sadece ‘iyi fotoğraf’ çekersiniz. Anlatacak hikâyeniz olmaz. Çünkü yazı hatırlatıcıdır. Peki, tüm koşulların uygun olduğunu düşünelim yazı şahane, fotoğraflar mis gibi, peki ne olacak? İş fotoğraf editöründe… Fotoğraf editörü, fotoğrafçının ebeveynidir. Fotoğrafçıyı büyüten, olgunlaştıran, bir yerlere taşıyan ve çokça eleştiren kişidir. İyi bir fotoğraf editörünün arkadaşlığı bir fotoğrafçı için paha biçilemez değerdedir. Brezilya altın madeni fotoğrafları editörler tarafından keşfedilmeden önce, Salgado sadece kendi ‘mahallesinde’ tanınıyordu.
Cesaret ve Vicdan
Yayıncılık aldı başını gidiyor. Herkes, herşey. Ne kadar güzel değil mi? Mesela, yaşadığınız ülkede insanların büyük çoğunluğunun sanatın farklı disiplinleriyle ilgileniyor olması o ülkenin zenginliğinin ifadesi değil midir? Herkesin herşey olduğu memleketimde, çok fazla laf söylemek haddim değil! Öncelikle her konuda on dakika konuşabiliyorsan olmuşsun demektir. İşte editörün tarifi budur. İyi editör; siyasallaşmış, sanatsal olgunluğa ulaşmış, tanıklık eden, sorgulayan, estetik değerlere hakim, kuramı pratikle yoğuran, çağdaş, entelektüel insan olmakla beraber, cesareti ve vicdanı olan kişidir. Çünkü nesnelliği editörler yönetir. Dolayısıyla hümanizmi, kendi rasyonalitesi ve ideolojisinden önde tutan insan iyi editör olabilir ama iyi insan olamaz. Aslolan editörün de vicdan sahibi olduğunu zaman zaman da olsa hatırlamasıdır.
Foto Editor
Dijital çağın yeni oyuncakları, dijital editör tanımını da beraberinde getirmiştir. Artık yeni editörler uygulama programları ya da online portalların mutfağında, saat başı magazin seçkileri yapıp duran editörler oldu. Neden? Çünkü ‘hap’ gibi bu fotoğraf seçkileri. Rahatlıyoruz, rehabilite oluyoruz, kendimize geliyoruz. Ama uyutulduğumuzu unutuyoruz. Yani çağ, kendi editörüne diyor ki ‘okuyucunun’ pardon pardon ‘izleyicinin’ zamanı kısa, hızlıca dizdiğin özel hayat portre serilerini ver gitsin. Yerse! Araya sıkıştırılan reklam endüstrisi de cabası. Ne de olsa herkesin hareket alanını bu endüstri daraltmıyor mu? Para oradan gelecek, adamlar da görünürlük kazanacak. Kısaca yeniçağ ‘hap’ foto serilerini yaratmıştır. Yut gitsin! Yani bu dönem editörlerinin çoğu zaten çağ dışı işler üretmek zorunda kalmışlardır.
Siyasi Baskı
Haber fotoğrafçıları gerçeği, iş ürettikleri yayının penceresinden görmeye çalışırlar / çalıştırılırlar. İktidarla arası iyi olan iktidara yaranır, kötü olan iktidarsızlaşır. Bunu yakın dönemde her iki anlamda yaparak okuyucusunu şaşırtan çok tirajlı yayınlar da vardır. Yani gel sen burada fotoğraf editörlüğü yap, uluslararası sergiler düzenle, fotoğrafı bir yerlere taşımaya çalış, özgün ol ama göbek bağını çıkarların için iktidara bağla. Burada editörün ne yaptığı umurumda bile değil, kim olduğu da. Bir yayın, iktidarı meşrulaştırmaz, eleştirir. Çünkü yayıncılığın fıtratında eleştirmek vardır. Eleştiri demokrasiyi, çoğulculuğu yaratır. Güzel ülkemde çoğulcu yayın yapmaya çalışan bir elin parmak sayısını geçmeyen az tirajlı yayınları beş kişilik kadrolar çıkardığı için fotoğraf editörüne de gerek yoktur. Burada gazetecilik konuşur. Yani kadronun beş parmağı da fotoğraf editörlüğü yapabilir.
Dünya Dünya Güzel Dünya!
Peki güzel kardeşim, bu durum Batı’da Edirne’yi, Doğu’da Kars’ı geçtiğinde nasıl oluyor? Batıda iktidar ilişkisi tabii ki çok farklı değil ama uluslararası anlamda çok tirajlı yayınların editörlerinin mesleki olgunlukları ‘hayır’ deme inisiyatiflerini ortaya koyabilecek iradeyi onlara verebiliyor. Özellikle örnek vermeyeceğim ama takip edebildiğim yayınların çoğunda siyasi baskıdan bize göre daha az bahsedebilirim. Daha özgür olduklarını düşünebiliriz, ama işin içine Ortadoğu girdiğinde hesaplar değişiyor. Hem bu yayınların Ortadoğu yayın politikaları, hem de ofisleri, özgürlük adına iktidarın siyasi duruşunu meşrulaştıran görsel materyaller üretmek zorunda bırakılıyor. Şimdi çık işin içinden çıkabilirsen, özgür mü değil mi? Neyse, daha mutlu(!) olduklarını söyleyip sözü burada keselim. Doğu’da ise durum daha da vahim. Bunu zaten anlatmaya da gerek yok. Faşizm ‘nedense(!)’ Doğu’ya gittikçe artıyor. E, hâl böyle olunca hangi yayından bahsedilebilir. Sosyal medyayı bile yasaklayabilecek kadar sığ kafalılar. Sığ kafanın yayını ne olabilir ki editörü de iş üretebilsin.
Yok mu Çare?
Yok. Olabilecek en yakın çözüm alternatif medyanın güçlenmesidir. Bu anlamda fotoğraf ajansları, fotoğraf kolektifleri, bağımsız fotoğrafçılar daha çok artmalı ve alternatif medyayı besleyebilecek kanalları yaratmalılar. Koda Collective, Nar Photos, Agence LeJournal memleketten çıkan en önemli üç örnektir. Yeni kurulan Agence LeJournal birçok ezberi bozdu. Ajans kurucularından Emin Özmen, Sabah Gazetesi’nden Suriye’deki fotoğrafları basılmadığı için istifa etti. Aynı fotoğrafçı World Press Photo’da ödül aldı ve Sabah fotoğrafçıyı ‘en iyi basın fotoğrafı ödülü alan fotoğrafçı’ diye haber yaptı. Paradoksun bu kadarı ancak bu ülkede yaşanır. Yüzsüzlüğün algoritmasını yazdı bizim ulusal basın.
Başa dönersek, kolektifler özgürdürler. Kiralarını ödeyecek parayı zor bulurlar ama onurlu iş yaparlar. Kolektiflerin ve bağımsız ajansların en önemli farkları her fotoğrafçı aynı zamanda kendi işinin editörüdür. Ajans direktörü ya da editörü tek başına karar almaz. Ya da karar alacaksa zaten ne şekilde almasını bilir. Kolektifler hümanisttir, ilericidir, sosyal kooperatiflerdir. Yani bugün fotoğraf editörlüğünden bahsedeceksek eğer, günde on bin kare tarayan kişiden bahsedemeyiz. Bu üretimi gösteren göz artık fordist üretime geçmiştir. Yani mekaniktir. Bu mekanikliğin üstüne siyasi, sosyal, sınıfsal ve ekonomik baskıları da koyarsanız çıkan sonuç genellikle doğru olmaz. Nedenlerinden biri bu olmak kaydıyla editörler, tüm bu fordist üretim süreci içerisinde, bağımsız fotoğrafçıların ürettiği fotoğrafları hemen ayrıştırırlar ve yayımlamaya çalışırlar. Çünkü onlar farklıdır, biriciktir. Tekrarları yoktur. Özgünlerdir. Çünkü onu üreten irade özgürdür. Tabii ki bu durum kendi siyasi duruşlarıyla paralellik gösterdiği sürece geçerlidir. Aksi takdirde fotoğrafları zaten görmemeyi tercih ediyorlar.
Kitapların Ölümsüzlüğü
Geçmişin, hatta bugünün fotoğraf editörlerine birkaç naçizane öneri; İşinizi bırakmayabilirsiniz, yine de kitap projeleri yapmalısınız. Kimse almasa da kaynak yaratmalı, bulmalı ve fotoğraf kitapları çıkartmalısınız. Bugün için bir fotoğraf editörünün işini en iyi yapabileceği mecra fotoğraf albümleri çıkarmaktır. Bu süreç, editörün deneyimi, ilişkileri ve fotoğrafçı havuzlarını kattığımızda çıkacak sonuçlar itibariyle daha başarılı olacaktır. Bunu bugün yapmaya çalışan birkaç editör vardır. Hem dijital mecrada, hem de basılı olarak iyi albümler çıkmakta, ama çok yetersizdir. İşsiz, üç kuruş telifle iş yapmaya çalışan, gani gani iletişim fakültelerinden, görsel sanatlardan mezun olan, oradan buradan fotografik romantizme bulaşan genç kuşağa biraz katkıları olmuş olur.
Yeniçağın Fotoğrafçıları
Bu kuşağa bayılıyorum. Bu tipler, hiper üretken ve yetenekliler. Photoshop’u iyi bilirler, videoyu, editörlerin ucuza iş ürettirme dayatması ve fotoğraf teknolojisinin verdiği fırsatlarla iyi kavramışlardır. Dünyayı merak ederler, sorgularlar. Her daim takiptelerdir. Sansasyon üretmeye bayılırlar. Tek eksik yanları hemen ünlü olmak istemeleridir. Bu yüzden savaşta önce bunlar vurulurlar. Bu kuşak, kendi editöryal anlayışını bağımsız kolektifler ve ajanslar üzerinden yaratmalıdır, tabii ‘dinozorlar’ izin verirse. Vermezlerse ne olur, zaten onları bu dönemde kaale alan da yok. Çünkü yeni dönemde her fotoğrafçı kendi medyasını yaratıyor.
Volkan DOĞAR
Fotoğrafçı
[email protected]
Kontrast Sayı 44, Kasım-Aralık 2014