Öncelikle, iki küçük fotoğraf albümü (Çizgiler-1994), (Bir Başka Ankara-2005) ile iki ciltlik Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi Osmanlı’dan-1960’a ve Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi 1960’dan Günümüze adlı yayınları olan bana, düşüncelerimi aktarma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. 1977 yılında fotoğrafa başladım. Bir dönem AFSAD’da bulundum. Belediye ve Başbakanlık muhabirliği yaptım. BYEGM’den 2007’de emekli oldum. 2000 yılından beri, özellikle Ankara üzerine araştırmalar yapıp bunları yayına dönüştürmekle uğraşıyorum. Şu an yayına hazır bir çalışmam var. 2013 sonunda yayınlamayı düşündüğüm bir başka kitap üzerinde çalışmalarım devam etmekte.
Sanal ortamda da yayınlanan çokça bilgi olmasına rağmen neden basılı yayın?
Doğrudur. Sanal ortamda yayınlanan çokça bilgi (!) var. Ancak, bunun üzerinde biraz düşünmek gerek. Bu bilgilerin ne kadarı doğru, kaynakları nedir? Kopyala yapıştır sistemi ne kadar işlemekte? Bilgi kirliliği hangi safhada? Google amca’nın her dediği doğru mu? Kendi adıma söylemem gerekirse, sanal ortamdan hiçbir keyif almıyorum. Benim gibi 60’ına merdiven dayamış gelenekçiler için kitap vazgeçilmez. Tanrıya şükür ailemiz de bizi kitap sevgisiyle büyüttü. Sayfaya dokunmalı, kitabın kokusunu içimde hissetmeliyim. Tıpkı bir müzeyi gezerken aldığım haz gibi. Düşünün, şimdi dünyada her şey teknoloji sayesinde birkaç saniyede size ulaşıyor. Güzel de bir şey, karşı olmam mümkün değil zaten. Ama yine müzeden örnekleyecek olursak, müzeyi sanal ortamda görmek mi iyi, yoksa o ortamı yaşamak, binlerce yılın medeniyetine, sütunlara dokunabilmek mi? E-kitapların indirildiği şu ortamda basılı yayınların hâlâ devam etmesi, yukarıda belirttiğim hazzı alanların şükürler olsun çokluğundan olsa gerek. Basılı yayın kavramı öyle kolay kolay yok olmayacak.
Bir fotoğraf kitap veya dergisinin içeriği sizce nasıl olmalı?
Fotoğrafa başladığımda, fotoğraf dergi ve kitaplarına ulaşmak o kadar kolay değildi. Zaten ortada çok fazla da kayda değer şey yoktu. Baskı kaliteleri berbattı. Bulabildiğimiz yabancı kaynaklara hayranlıkla bakardık. Fotoğrafa ilgi duyanların sayısı, şimdiki gibi değildi. İlgi arttıkça, baskı teknolojileri ilerledikçe, ürünler çeşitlendi. Fotoğraf sektörüne hitap eden, fotoğrafın tüm yönlerinin incelendiği eserler ve dergiler rafları birbiri ardına süsledi. Dergilerin bir kısmının yayın hayatı kısa sürdü. Bir kısmı ara verdi, sonra tekrar başladı. Bir kısmı ise, zararına da olsa bu serüveni sürdürüyor. Bir fotoğraf kitabı ya da dergisinin içeriği nasıl olmalı sorusuna gelirsek, her şeyden önce, baskı kalitesi çok iyi olmalı, kullanılan kağıttan, mürekkebine kadar özen gösterilmeli. Fotoğrafın dilinin anlaşılması iyi baskılarla mümkündür. Pek işlenmeyen konular üzerinde araştırmalar yapılarak bunlar irdelenmeli, uzun soluklu, üzerinde emek olan işler gösterilmeli. Piyasada onlarca kitap, birbirine çok benzemekte ama, farklı olana bakış bir başka oluyor.
Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi-emek) konusunda neler söylemek istersiniz?
Bu soru beni can evimden vuran bir soru. Yaşadıklarımı anlatmak, belki biraz da sorunun cevabı olacak. 1994’de dört arkadaş “Çizgiler” albümünü çıkartırken neler yaşadık? Önce, elimizdeki diaların iyilerini Turizm Bakanlığı’na sattık, ikili ilişkilerle kataloğun arkasına ilgisiz bir reklâm aldık ve şansımız yaver gitti, bir ajans için reklâm fotoğrafları çektik. Hepsinden gelen para ile bu albüm çıktı. Satışı sıfır oldu. Çünkü albümler dörde bölündü, herkes eşine dostuna dağıttı.
“Bir Başka Ankara” albümümde ise, bir reklâm aldım. Gerisini kendim karşıladım. Ancak, Ankara’nın iyi bir matbaası çok kötü bir iş çıkarttı, berbat bir baskı yaptı. Katil olmaktansa, lanet olsun dedim. Kitaplarda nispeten şanslı idim. İlk kitabıma sponsor buldum. Kitap, 1000 adet basıldı, toplu alımlar oldu.
Şu an mevcudu 90 adet. İkinci kitapta bana söz veren firma, son dakikada adeta kaçarcasına sponsorluktan vazgeçti. İmdadıma derneğim TFMD yetişti. 1000 adet basılan kitabın 500’ünün baskısını üstlendi. Dernek üyelerine dağıtıldı. O kitaptan zarar ettim. Son anda olan bir toplu satış beni biraz kurtardı.
Kitaplarımla kendi konusunda bir ilk gerçekleştirildi. Türkiye’de basın fotoğrafçılığı üzerine pek yazılı kaynak yoktu. Bu açıklık dikkatimi çekti. İlk kitap, 5 yılımı, ikincisi 3 yılımı aldı. Verilen bu kadar emeğin karşılığı alındı mı? Maddi açıdan; Hayır. Manevi açıdan; Evet. Literatüre girmek, çok önem verdiğiniz hocaların övgüsünü almak hepsine değdi doğrusu. Zaten bu işlerden para kazandım diyen yalan söyler. Kitabınızı bir yayınevi bassa, durum nedir? Yayınevi size %7-8 verir. 20 liraya satılan bir kitabın % 8’i, 1.6 liradır. 1000 tane kitabınız satılsa alacağınız 1,600 liradır. Onu da, kitap satıldıkça alırsınız. Emeğinizin karşılığı mıdır? Hayır. Kitabınızı yayınevi değil de kendiniz bassanız durum nedir? Bu sefer, dağıtımla uğraşırsınız. Bu da % 45 demektir. Dağıtımcı sizden bu oranı talep eder. Parayı almak için de peşinde koşarsınız. Yayınevleri, ancak ünlü yazarlara %20-25 pay verirler. Durum böyle olunca, bu işlerle uğraşmak pek akıl kârı değildir. Ama manevi yönü ağır bastığından eser vermeye devam edilir. Türkiye’de ne yazık ki, sponsorluk da daha iyi anlaşılmamıştır.
18.11.2012 tarihinde Prof. Şükrü Kızılot, Hürriyet Gazetesi’ndeki yazısında şöyle diyor:
“Spor olayının “sponsorluk” yönüyle, ayrıcalığı var. Amatör spor dalları ile ilgili sponsorluk harcamalarının tamamı, profesyonel spor dalları için de yarısı, sponsor şahıs veya şirket tarafından elde edilen kazançtan indirilebiliyor. Ülkemizi tanıtacak, adını duyuracak bir filmin yapımına sponsor olan firma, bununla ilgili ödemelerini, şirket kazancından indiremiyor. Benzer durum konser, beste, müzikal, tiyatro, resim, kitap, heykel, el sanatları ile ilgili sponsorlukta da söz konusu. Yani bunlarla ilgili ödemeler de indirilemiyor. Özellikle futbolda, büyük kulüplerin, transferde paraları adeta sokağa attığını görünce, spordışı sponsorlukların niye teşvik edilmediğini anlamak daha da zorlaşıyor…”
Durum böyle olunca, sponsor bulmak da oldukça zor.
Bu zorlukların aşılması konusunda önerileriniz nelerdir?
Bu zorluklarla boğuşan biri olarak ne yazık ki öneri getiremiyorum. Ancak, iyi işler zor da olsa, destekçisini buluyor. Özellikle holdingler iyi ve farklı şeylere destek vermekte. Birçok örneği var. Ama yapılan işin farklı olması, görsel zenginlik taşıması lazım. Ayrıca, doğru zamanda, doğru yerde olmak ve şans faktörü önemli. Bazen çok iyi işler, destekçi bulamazken, bazen çok kötü işler inanılmaz destek alıyor. Şu an böyle bir durumla karşı karşıyayım. On yıldır malzeme topladığım, hiç işlenmemiş bir konu üzerinde yaptığım çalışmam, baskıya hazır durumda bekliyor. Çalmadığım kapı kalmadı. Herhalde iş başa düşecek ve yine zararla bir kitap daha çıkacak.
Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz?
Ülkemizde bazı yürekli yayınevleri, Say yayınları gibi, bıkmadan fotoğraf yayıncılığına devam ediyor. İz dergisi olumsuz ekonomik koşullara rağmen yayınını sürdürüyor. Diğer ülkelerde fotoğraf yayıncılığı daha iyi durumda. En azından çıkan albümler, yapılan işler sponsor buluyor. Sanata bakışla da ilgili. “Böyle sanatın içine tükürürüm” diyen, Kars’taki heykeli “ucube” diye nitelendiren zihniyetin olduğu bir ülkede, daha fazla ne denebilir ki. Ülkemiz açısından geçmişi düşündüğümüzde yine de ümitsiz olmamak gerek…
Kontrast Sayı 33, Ocak-Şubat 2013