NAYEF HASHLAMOUN: “Ben Nayef, sadece insanım…”
Acının ve savaşın fotoğraflarına sürekli bakmanın, bu acılara ve savaşın dehşetine karşı insanı duyarsızlaştırdığı düşüncesinin aksine, yıllardır ne zaman bu tür fotoğraflara baksam duygu yoğunluğumun azalması bir yana, hissettiğim dehşet duygusu zaman zaman daha yoğunlaşır. Çoğu zaman bakmaya bile cesaret edemediğim bu fotoğrafları çekenlerin, bu ortamlarda işlerini nasıl yapabildiklerini, nasıl dayanabildiklerini merak ederim hep. Nayef’le söyleşimiz için buluşana kadar, sinirleri çelik sağlamlığında, katı bir yüz ifadesi kadar gözlerinde eksilmeyen bir kedere sahip biri ile karşılaşacağımı düşünüyordum. Nayef ise son derece neşeli, güleryüzlü, cana yakın kişiliği ile karşıladı beni. Sohbetimiz boyunca, ömrünü savaşın ve acıların yakın tanıklığı içerisinde geçiren bir kişiliğin, nasıl barışın ve hümanizmin tutkulu bir temsilcisi olduğuna şaşkınlıkla tanık oldum. Şiddetin her türüne karşı olduğunu belirtirken, şöyle diyordu: “Düşmanını öldürme, barış ortağın olması için!…” Daha güzel bir dünya düşüne katkıların için teşekkürler Nayef…
“EVET, BEN BİR AKTİVİSTİM AMA SADECE FİLİSTİN HALKININ HAKLARI İÇİN DEĞİL. BEN İNSAN HAKLARI İÇİN, İNSANLIK İÇİN MÜCADELE EDEN BİR AKTİVİSTİM. ADALET İÇİN, ÖZGÜRLÜK İÇİN…”
Fotoğraf yolculuğunuz nasıl başladı? Hikâyenizi kısaca paylaşır mısınız?
Öncelikle bu söyleşi için size teşekkür ederim. Türkiye’yi ziyaret etmek, bu güzel ülkeyi görmek ve buradaki harika insanlarla tanışmış olmaktan mutluluk duyduğumu belirtmek isterim.
Fotoğraf konusuna gelince; fotoğraf çocukluğumdan beri hayatımda var. Fotoğrafa ve resme çocukken hobi olarak başlamıştım. Liseyi bitirdikten sonra, gazetecilik ve iletişim okumak üzere Ürdün’de bulunan Al-Yarmouk Üniversitesi’ne gittim. Üniversitedeyken fotoğraf makinem benim gölgem gibiydi. Gece ya da gündüz, yanımda makinem olmadan hareket etmezdim. Makinemin en iyi arkadaşım olduğunu herkes bilirdi. Üniversitede aktif bir insandım ve okuduğum fakültede arkadaşlarım arasında genellikle lider durumundaydım. Üniversiteyi bitirdikten sonra, okul yönetimi okulda kalmamı teklif etti. Bir sömestir Al-Yarmouk Üniversitesi’nde çalıştım. Daha sonra Filistin’e geri döndüm. Ülkemde, Kudüs’ün kuzeyinde bulunan Hebron şehrinde “Alwatan Press Office”te çalışmaya başladım. Bu gazetecilik ve fotoğrafçılık kariyerimin başlangıcıdır. O tarihlerde, bildiğiniz gibi Aralık 1987’de Filistinlilerin İsrail işgaline başkaldırısı İntifada başlamıştı. Böylece ben de foto muhabiri olarak işimi yapmaya başladım. İntifada sırasında haberleri hazırlıyor, fotoğraflar çekiyordum. Bu süreçte uluslararası haber ajansları benden fotoğraflarımı istemeye başladılar. Bunun üzerine bir süre serbest fotoğrafçı olarak fotoğraflarımı bu haber ajanslarına gönderdim. 1990 yılında, serbest fotoğrafçı olarak Reuters ile bir anlaşma imzaladım ve 20 yıl boyunca resmi olarak Reuters için çalıştım. Kasım 2009 itibari ile Reuters ile olan anlaşmam sona erdi. Şimdi Hebron şehrinde kar amaçlı olmayan “Alwatan Center” isimli bir organizasyonun başkanlığını yapıyorum. Burası sivillerin eğitimi, sorun çözümleri ve medya, gazetecilik, fotoğrafçılık, vs. gibi pek çok farklı konuda kurslar, seminerler ve atölye çalışmaları yapan sosyal bir merkez. Bu merkez kapsamında ayrıca bir yayınevimiz de bulunuyor.
Bugün geldiğiniz noktadan memnun musunuz; hedeflediklerinizi gerçekleştirebildiniz mi?
Hedeflerime ulaştığımı söyleyemem. Çünkü eğer hayat devam ediyorsa, bu her birimiz için yapmak isteğimiz ya da gerçekleştirilmeyi bekleyen birçok şeye sahip olduğumuz anlamına gelir. Fakat ben bugün bulunduğum yerde olmaktan ve istediklerimi gerçekleştirebiliyor olmaktan dolayı mutlu bir insanım. Bugüne kadar birçok ödül aldım, dünyanın her yerinden insanlarla iletişim içindeyim, işimi seviyorum. En önemlisi yaşama karşı hep bir umudum var. Bunlardan dolayı mutluyum.
Geleceğe yönelik gerçekleştirmek istedikleriniz?
Şimdi, geçmişe nazaran farklı bir durumdayım. Çünkü bugün bir medya danışmanıyım, foto muhabirliği, gazetecilik, sorun çözümleri, insan hakları, vb. konularda eğitmenlik yapıyorum. Evet, eskiden de tüm bunları yapıyordum ama şimdi farklı, şimdi tüm bunları daha geniş kapsamda yapabiliyorum, işimde daha özgürüm. Reuters’le çalışırken bunları yapabilmek konusunda bu kadar rahat değildim ama şimdi özgürüm. Bu şu demek: istediğim gibi seyahat edebilirim, istediğim ülkeye gidebilirim, şu an Türkiye’de yaptığım gibi istediğim yerde eğitimler ve semineler verebilirim. Ayrıca “Alwatan Center” için özgürce çalışabilirim. Bu böyle sürecek.
Birçok kez ölümden dönmüşsünüz. Yaşadığınız zorlukları düşününce ve hâlâ devam ettiğinize göre hepsine değer diye düşünüyor olmalısınız. Neden diye sorsam?
Çünkü öncelikle ben elhamdülillah Müslüman’ım ve bizim inancımıza göre yaşam sınırlıdır, sonludur ve kimin ne zaman öleceğini sadece o yaşamı size veren Allah bilir. Bir odada ölmenizle bir savaşta ölmeniz arasında fark yoktur. Yaşamınızın sonu gelmişse nerede öldüğünüz fark etmez ki. Bu inançla yaşıyorum; ama elbette ben bir profesyonelim, işimi yapıyorum ve elbette işimi yaparken, nasıl daha iyisini yapacağımı, neye dikkat etmek gerektiğini, yani işimin gereği olan tehlikelerle nasıl başedeceğimi de biliyorum. Herkes şunu anlamalı ve kabul etmeli ki benim için işin zor ya da kolay olmasının bu anlamda hiçbir önemi yok.
Siz sadece bir gazeteci ya da fotoğrafçı değil, aynı zamanda Filistin halkının hakları için mücadele eden bir aktivistsiniz, öyle değil mi?
Evet ben bir aktivistim ama sadece Filistin halkının hakları için değil. Ben insan hakları için, insanlık için mücadele eden bir aktivistim. Adalet için, özgürlük için…
Düşlere inanır mısınız? En büyük düşünüz?
Herkes için, düşler kendi yaşamı ile ilgilidir. Benim düşlerim de öyle; bugün nasıl mutluysam bunu sürdürmek istiyorum. Eğer insanlarla birlikte barış içinde yaşayabiliyorsam, paylaşabiliyorsam, onların gözlerinde mutluluğu görebiliyorsam, benim için mutluluk budur. Çocukluğumdan beri hiç de kolay bir yaşamım olmadı. Yedi yaşındayken babam hastalandı ve bu nedenle daha o yaştayken ailemin sorumluluğunu üzerime almam gerekti; çünkü ailenin en büyük çocuğu bendim. Bu nedenle zor bir yaşamım oldu. Şimdi ünlüyüm; dünyanın her yerinden önemli insanlarla iletişim içindeyim, sadece Filistinli liderlerle değil, farklı ülkelerden birçok özel ve önemli insanla… Ama ben zor durumda olan insanlarla, yoksul insanlarla, yardıma ihtiyacı olanlarla, basit kendi hâlinde insanlarla, savaş kurbanlarıyla olmayı seviyorum; durduğum yer onların yanında. Ben böyle mutluyum. İşte bu benim için bir çeşit düş. Çünkü bu insanlarla birlikte olduğumda, onları yaşadıkları yerlerde ziyaret ettiğimde, onlarla birlikteyken insan olduğumu daha çok hissediyorum.
Fotoğrafçılığın yanı sıra gazetecilik, eğitmenlik, iletişim uzmanlığı, yazarlık gibi farklı birçok sıfata sahipsiniz; birçok sosyal ve siyasal dernekte, oluşumda yer alıyorsunuz. Fotoğraf tüm bunların arasında nerede duruyor, yeri nerede?
Ben fotoğrafı uluslararası ortak bir dil olarak kullanıyorum. Çünkü bu dili dünyanın neresinde olursanız olun herkes anlayabilir, verilen mesajı herkes okuyabilir. Çünkü tek bir fotoğraf bile bir hikâyeyi binlerce sözcükten daha iyi anlatabilir.
Sahip olduğunuz sıfatlardan hangisi sizi daha çok ifade ediyor?
Ben Nayef, sadece insanım…
Acının, savaşın, insanlık dramlarının ve dehşetin fotoğrafları ödül aldığında içimde ifadesi zor bir çelişki duyuyorum; bu fotoğrafların bazıları olumlu yönde tarihe imza atmış olsalar da, birçoğu aldıkları ödüllerle kalıyor, fotoğrafın konusunu oluşturan insanlar ve olaylara bir katkı sağlayamıyor, diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Benim için, fotoğrafçı ya da foto muhabiri, hepsi öncelikle insandır. Fotoğrafçılar bence aynı zamanda sanatçıdır; sanatçılar ve sanatla uğraşan insanlar duyarlı insanlardır, dolayısıyla fotoğrafçılar da duygusal ve hassas insanlardır. Bu benim için de geçerli. Çok duygusal ve hassas bir insanım. Herhangi bir fotoğraf beni etkileyebilir. Özellikle de savaşla ilgili olanlar. Çatışmaların içinde çalışırken her zaman risk altındayım. Bildiğiniz gibi, maalesef işgal altında yaşayan bir halkız. Tahmin edeceğiniz gibi işgal altında bir yaşam zordur. İnsan haklarının ve adaletin olmadığı bir yaşam… Bu nedenle bu ortamda çektiğimiz fotoğrafların büyük bölümü, acı ve üzüntü verici fotoğraflar ve doğal olarak beni de etkiliyorlar. Ben bu fotoğrafları dünyaya dağıtarak, daha güzel bir dünya için yaşamı değiştirmeye, bu amaca katkı sağlamaya çalışıyorum. Özgürlük için, insanların barış içinde yaşamasına katkı sağlayabilmek için…
Politikadan nefret ediyorum. Hangi seviyede ya da türde olursa olsun şiddetin karşısındayım. Dünyadaki bütün insanları büyük bir ailenin bireyleri olarak görüyorum. Bunu umut ediyorum. Senin kim olduğun, hangi dine mensup olduğun, rengin, hangi ülkeden olduğun bu düşüncemi değiştirmiyor. Hepimiz birbirimizle bir önce “insan” olarak iletişimde olmalıyız. Ancak birçok ülkenin politikacıları, yani dünya liderleri, bir kalbe sahip değiller. Maalesef büyük bir güce sahipler. Diğerleri, yani yardıma ihtiyacı olan insanlar ya da insan haklarına inanan insanlar ya da barış içinde yaşamayı isteyenler, yani bizler onların sahip olduğu bu güce sahip değiliz. Ama biz savaşmak yerine insanların barış içinde yaşayacağı bir dünya için çalışmak zorundayız. Bu amaç kapsamında, bu gidişe dur demek için, barışa inanan insanlar olarak işbirliği yapmalıyız. Ben buna inanıyorum. Elbette yaşananlardan duygusal olarak çok etkileniyorum; çünkü fotoğraf çekerken çoğu zaman ağlayan çocukları görüyorum, yaşlı bir kadının kederli gözlerini okuyorum. Etkileniyorum, çünkü bu fotoğrafların çoğu savaş kurbanlarının, yaralı insanların, cenazelerin, yıkılmış binaların, devrilmiş ağaçların fotoğrafları.
“Ödüller beni ilgilendirmiyor; ben fotoğrafın barış içinde bir dünyaya katkısı ile ilgileniyorum.” diyorsunuz?
Evet, öyle. Elbette ben hikâyenin bir parçası değilim. Ben sadece fotoğraf çekiyorum. Bir gazeteci ve bir fotoğrafçı olarak sadece işimi yapıyorum. Hikâyeyi, doğruyu fotoğraflar söylüyor.
Özellikle sizin çektiğiniz fotoğraf alanında “etik” çok tartışılan bir konu. Etik konusunda düşünceleriniz nedir?
Etik, verdiğim eğitim ve seminerlerde yer alan önemli konulardan biri. Herhangi bir iş, sadece gazetecilik değil başka işler de etik kuralların şemsiyesi altında olmalıdır. Ama gazetecilik, özellikle etik kurallar çerçevesinde yapılmalıdır. Etik olmayan bir iş kötü bir iştir. Etik şu anlama gelir; yaptığın işte doğruyu söyleyeceksin, tarafsız olacaksın, kimseye zarar vermeyeceksin, hikâyenin bir parçası olmayacaksın. Konuya yaklaşırken tarafsız ve objektif olacaksın; ama elbette asla şiddetin tarafından olmayacaksın. Kültürler farklı olabilir ama etik değişmez. Doğru neyse odur. Kültürler farklıdır, diller farklıdır ama insan hakları insan haklarıdır.
Bir foto muhabiri olarak fotoğraflarınızla sadece Filistin halkının değil, yardıma ihtiyacı olan dünyadaki tüm insanların sesini dünyaya duyurmaya çalıştığınızı söylediniz. Bu durumda bir foto muhabiri tarafsız değil aslında, sesini duyurmaya çalıştığı insanların tarafında diyebilir miyiz?
Elbette ben havada yaşamıyorum. Bağlı olduğum bir yer var. Benim bağlı olduğum yer insanlık. Ben insanlığın, insan olmanın tarafındayım.
Birçok insanın bakmaya bile cesaret edemediği görüntülerin fotoğrafını çekmek zorunda kaldığınız anlarda, çekmekle çekmemek arasına sıkışıp kaldığınız oldu mu? Tercihinizi belirleyen ne oldu?
Benim için bahsettiğiniz durumların hepsi normal, hepsi doğal. Benim için fark etmez. Bazen askerler biz gazetecilerin üzerine doğru ateş açar. Örneğin bir keresinde Hebron’da bir caddede duruyordum. Bir İsrail askeri gördüm; silahını ateşlemek üzere kaldırdı, şehir merkezindeki marketlerden birine, Filistinlilere ateş etmeye başladı. Olay yerinden 20 metre kadar uzaktaydım. Çevredeki bütün insanlar korunaklı bir yere ulaşmak için kaçışıyorlar, buldukları yerlere sığınıyorlardı. Caddenin ortasında yalnız başıma kalakaldım. Kaçmak yerine, makinemi çıkardım ve askerin fotoğraflarını çekmeye başladım. Çünkü bu benim işim. Elbette bu türde bir atmosferle nasıl başa çıkacağınızı, nasıl davranmanız gerektiğini bilmeniz gerekiyor.
Günümüzde “fotoğraf da dâhil tüm görsel medya aslında Amerika’nın ve Avrupa’nın dünyaya empoze etmeye çalıştıkları ideolojilerinin araçları hâline geldi” görüşüne katılıyor musunuz?
Fotoğrafçılar ve gazeteciler bu duruma karşı koyabilirler mi? Nasıl?
Her medya ajansının, kitle iletişim araçlarını yöneten her kurumun kendine özel kuralları, politikası vardır. Bu politikaya, yaklaşımlara, ilgili kurumun bir haberi hazırlarken dikkate aldığı kriterlerden biri olarak bakabiliriz.
Bu kriterlerden biri de paradır. Bu demektir ki siz bir foto muhabiri olarak bu kuruma, onların politikalarına uymayan bir haber veremezsiniz. Bu durum, ister uluslararası ya da yerel bir televizyon kanalı, ister bir gazete ya da isterse bir magazin dergisi olsun, değişmez. Bu her yerde her biri için bir kuraldır. Dolayısıyla gücü elinde tutan uluslararası firmalar neyi istiyorlarsa onunla ilgilenirler. Adalet yoktur. Politikaları neyi gerektiriyorsa, onlar neyi istiyorsa, sizden de onu isterler. Verdiğiniz fotoğrafları ve haberleri değiştirebilirler. Onlar neye inanıyorsa işin rengi odur. Bu hayatın kaçınılmaz gerçeklerinden biri. Bu nedenle bu kurumlar bazen işgalcinin yanında, yardıma ya da insan haklarına ihtiyacı olan insanların ise karşısında durabilirler. Evet, bu hiç adil değil. Bugün halen Irak’ta, Filistin’de ya da birçok Afrika ülkesinde, her yerde sürüp gittiği gibi… Umarım adalet var olur bir gün. Umarım… Ama buna asla güvenemezsiniz…
Kendi düşüncelerinizi, inançlarınızı ya da siyasi görüşünüzü fotoğraflarınıza ne ölçüde yansıtıyorsunuz? Örneğin Reuters için çalışırken onların istediğini çekmek durumunda kaldınız mı? Bunun bir ölçüsü olmalı mıdır sizce?
Ben Reuters’in istediğini çekmedim. Ben sadece, bir hikâyenin parçası olmadan, hikâyeler ve haberler üzerine çalışıyorum. Elbette ortaya çıkardığım iş profesyonel olmalı ve etik kurallarına uygun olmalı; Reuters ya da diğerlerinin isteklerine değil… Çünkü ben bir insan olarak neye inanıyorsam onu yapıyorum. Tarafsız olmalıyım, etik kurallara uymalıyım, işim güvenilir olmalı. Herhangi bir tarafta değilim. Sadece işimi yapıyorum. Çünkü ben profesyonelim. Profesyonel bir foto muhabiri ne yapması gerekiyorsa onu yapıyorum. Yaptığım işten ve sonuçlarından da memnunum.
Dünya tarihi bitip tükenmek bilmeyen bir savaşlar tarihi gibi ve ne kadar umut etsek de böyle süreceğini içten içe herkes kabul ediyor. Ne dersiniz, bir gün bu savaşlar sona erer mi; sona ermesi için sizce yapılması gereken nedir?
Yakın gelecekte bir son görmüyorum ama umudum var. Maalesef bugüne kadar savaşlar azalmadı, arttı. Umut edelim ki hayat daha güzel olsun. Bunu sadece politika, ekonomi, etik gibi konular için söylemiyorum, geleceğin güzel olmasını ümit ediyorum. Eğitim ve seminerlerimde şu cümleyi çok sık kullanırım: “Düşmanını öldürme, barış ortağın olması için!” Öldürmenin her şeklini reddetmeliyiz; söz konusu düşmanınız bile olsa. Bu konuda önceki Filistin Lideri Yaser Arafat ile eski İsrail Başbakanı Isaac Rabin arasında olanları örnek verebilirim. Birbirlerine düşman iki lider, sonunda barış ortağı oldular. İnsan olduğumuz için savaşmak yerine bir arada yaşamak için çaba harcamalıyız.
Fotoğraf dünyayı değiştirebilir mi?
Bu konuda fotoğrafın olumlu yönde bir etkisinin olduğunu düşünüyorum, değiştirmesi kolay değil. Ama en azından bazı durumlarda değiştirebilir.
Türkiye ve Türkiye fotoğrafı hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Ben Türkiye’ye Filistin’in kardeş ülkesi olarak bakıyorum. Sadece politik anlamda ülke olarak da değil, bu ülkenin insanları geçekten çok samimi ve yakınlar. Bu ülkenin insanlarına harika insanların olduğu bir topluluk olarak bakıyorum. Dünyanın her yerinde isim yapmış insanlarınız var. Yaklaşımlarınız çok insancıl, sadece birbirinize karşı değil, yardıma ihtiyacı olan tüm insanlara karşı böyle.
Filistin’de bir alışveriş merkezine gittiğinizde iki çeşit ihraç mal bulunur: Çin’den ve Türkiye’den. Türkiye’den gelen ürünlerin fiyatı yüksektir ama herkes bunları tercih eder; çünkü kalitesinin de yüksek olduğunu bilir. Bu insanlar için de geçerli. Türkiye’den meslektaşlarımın uluslararası medyadaki başarıları ile ilgili pek çok örnek biliyorum. AFSAD ile gerçekleştirdiğimiz organizasyondan da çok memnun kaldım.
İlginçtir ki, dünyanın pek çok yerine gittiğimde insanlar yüzüme bakıp “Siz Türk müsünüz?” diye sorarlar. Size ne çok benziyorum değil mi? Gerçekten bu ülkenin insanları ile kardeş olduğumuzu düşünüyorum. Gelecekte yine geleceğim.
Söyleşiyi bitirirken Türkiye’deki fotoğrafseverlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Meslektaşlarıma, öğrenci olsun olmasın, gazetecilik konusunda temel birkaç sözüm var. Bu iş tehlikeli ama bir o kadar harika bir iş. Foto muhabirliği birçok konuyu içeriyor; bu işi yapmak için çok yönlü olmaya, farklı özellikleri içeren bir kişiliğe ihtiyaç var. Öncelikle çok çalışmak gerek. Hangi konuda çalışırsanız çalışın, konu ile ilgili bilgi birikiminiz olması, farklı alanlara ilginiz olması gerekiyor. Gazeteci olmak için yetenek de gerekli. Cesur olmanız, aktif ve sosyal bir kişi olmanız, her zaman doğru ve gerçeğin peşinde olmanız gerekiyor. Bu işi yaparken tek yönlü düşünmemelisiniz, bağımsız olmalısınız. Ben tüm siyasi partilere, siyasi düşüncelere saygı duyuyorum; ama aynı zamanda bir gazeteciyim ve hiçbir görüş ve düşüncenin tarafında yer almadan, bağımsız olarak işimi yapıyorum.
Röportaj: Şule TÜZÜL
Fotoğraflar: Nayef Hashlamoun
Kontrast Sayı 17, Mayıs-Haziran 2010