Şule TÜZÜL | Hayır! Hiç de kolay olmadı… (22. Sayı)

HAYIR! HİÇ DE KOLAY OLMADI…

Başlayan ama hiç bitmeyecek olan hikâyelerin dönüm noktalarında fotoğraflar vardır. Özet geçerler yaşananları. Bir fotoğrafa baktığınızda size çarparsa peşine düşmeniz gerekir. Aksi durumda havai fişeklerin gece gökyüzündeki parıltıları gibi kısa sürer zihnimizdeki ömürleri. Oysa her fotoğraf, yani “fotoğraf”sa eğer, bir ömrü hak eder…

Fotoğraf, yaşamınızda izler bırakmaya başlayınca, bu izlerden öte yaşamınızın bir parçası olduğunda, pek çok insanın kendisinden önce fotoğrafları ile tanışırsınız. Onunla tanışmamız da öyle oldu. Önce fotoğrafını gördüm…

Sonra, bir Aydın akşamında tanıştık. Hayatımda gördüğüm en güzel mavi gözlere sahipti. Bunun nedenini çok sonra anladım. Her insan kendine dair hikâyeleri gözlerinde taşırdı belki, ama onunki daha başkaydı. Daha derin ve daha zengin…

İlk doğduğunda göz kapaklarına bile söz geçirememiş. Tüm kasları beynine direnen bir insan olarak gelmiş dünyaya. Yüz yüze geldiğimiz o Aydın akşamında, beyninin minik zaferlerini fark etmemiştik.

Çünkü bizler, biz yetişkinler, büyürken öğreniyorduk; insana dair değerleri unutmayı, birine baktığımızda o değerleri görmek yerine eksikleri görmeyi, eksikleri gördükçe kendi varlığımızı doğrulamayı… Dünyaya geldiğinde gözlerini bile kapatamayan bir bebeğin, dokuz yaşında karşımızda oturmayı başarmasını göremeyecek kadar körleştirmişti bizi dünya.

Eksikliklerini görüyorduk ama aslında bizi hayran bırakan da bu eksikliklerdi zaten, yani aslında bizim eksik sandığımız onunsa asla eksik olarak görmediği şeyler. Eksiği görüp eksik diyen bizdik, o henüz bizim kadar kirletmemişti düşüncelerini. Söylediklerini anlamakta güçlük çekiyorduk, sözcükleri doğru söyleyemiyordu; ama bütün gece en çok o konuştu, biz dinledik. Her konuda söyleyebileceği düşünceleri vardı. Oturmakta zorluk çekiyordu, ara sıra annesi oturmasına yardımcı oluyordu. Yürümekte güçlük çekiyordu; kaşığı tutmakta, ağzını açmakta, yediğini yutmakta güçlük çekiyordu. Ama sonradan fark ettim ki güçlüğü çeken aslında onu izleyen bizlerdik, güçlük çektiğini düşünüp ona bakarken onun adına zorlanan bizlerdik. Onunsa umurunda değildi tüm bunlar. O bizim değer yargılarımızla yargılamıyordu yaşamı, olduğu gibi kabul edip, olduğu gibi yaşıyordu. Yaşamla mücadelesi savaşmak üzerine değil, hem yaşamla hem de kendi ile kurduğu barış üzerineydi. Büyürken kirlendiğimizi bile fark etmeyecek kadar benmerkezciydik biz, çünkü varoluşumuz sahip olduklarımıza bağımlıydı. Onun dünyasında ise varoluşun anlamı tekti: hissetmek ve yaşamak. Ona bakıp da üzülenleri anlamıyordu. “Yürüyemeyen sadece ayaklarım. Beynim koşuyor…” diyordu.

Bu fotoğrafı onunla yüz yüze tanışmadan önce görmüştüm. Gördüğüm sırada ona dair tek bildiğim, fotoğraflarını severek izlediğim iki fotoğraf sevdalısı arkadaşımın Cerebral Palsy’li (CP) kızı olduğuydu. Fotoğraf beni etkilemişti ve ben çoktan fotoğrafın, dolayısıyla onun, peşine düşmüştüm. O gün, o Aydın akşamındaki tanışmadan sonra, fotoğrafla bir sergide, bu sefer oldukça büyük boyutlu bir baskısı ile tekrar karşılaştım. Fotoğraf söylediklerini çoğaltmıştı. Sonra, geçtiğimiz yıl, yazdığı hikâyelerden oluşan bir kitabı çıktı. Kapak fotoğrafı bu fotoğraftı. Fotoğraf, kapağını açtığım kitabın hikâyelerini mırıldanıyordu bir bir…

Bu fotoğrafa her baktığımda bana yeni bir şey söylüyor. “Fotoğraf” böyledir, her bakışınızda yeni bir şeyler söylemeyi başardığı için “fotoğraf”tır.

Bu sayfa için benden bir yazı istendiğinde bu fotoğrafı seçtim. Seçerken bana ne söyleyeceğini bilmiyordum. Ama nasılsa söyleyecek yeni bir şeyleri olduğunu biliyordum.

Başarı hikâyeleri ile karşımıza çıkan engelliler insanları mutlu eder. İçimizi ve vicdanlarımızı rahatlatır. Buna ihtiyacımız vardır. Güvenli ve rahat yaşamlarımızı rahatsız eden görüntüleri ve hikâyeleri sevmeyiz biz. Sorumluluklarımızı, önyargılarımızı, hatalarımızı ve eksiklerimizi hatırlatan şeyleri sevmeyiz. Karşımızda duran başarı hikâyesine bakar, rahatlar ve yolumuza devam ederiz.

Fotoğraf bu sefer gülümsemedi. Umut vermedi. Üzmedi de. Rahatsız etmek gibi bir amacı da yok. Aslında durup bakmasak bir şeyler söylemek gibi bir derdi de yok. Öylece durdu ve yüzüme bakıyor. Derinlerde, çok derinlerde bir şey var. Büyümenin o sancılı kapısından ilk adımını atacak bir çocuğun farkındalığı… “Hayır!” diyor. “Hayır! Hiç de kolay olmadı.”

O kapıdan geçerken siz nasıl bakıyordunuz? Hatırladınız mı? Ben hatırladım. Çünkü “fotoğraf” hatırlatır…

Başlayan ama hiç bitmeyecek olan bir hikâyenin fotoğrafı o.

Yarın yeni şeyler söyleyecek…

Yazı: Şule TÜZÜL
Fotoğraf: Fatma YAKAN
Model: Alara YAKAN

Kontrast Sayı 22, Mart-Nisan 2011

Bizi paylaşın..