Şule TÜZÜL | “Gölgeler Çekildiğinde” (46. Sayı)

Bedenimiz üzerinde, kendimiz dışında herkes söz sahibi; en başta iktidar, sonra toplum, ebeveynlerimiz, kardeşlerimiz, akrabalarımız, arkadaşlarımız, medya, neredeyse herkes. Daha ağzımızı açıp “Durun!” diyemeden herkes bedenimizin nasıl olması, nasıl görünmesi, nasıl davranması konusunda konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor…

İşte tam da bu nedenle, fotoğraf alanında nü çalışmalara ihtiyacımız var. Şöyle güzel bir nü fırtınasına ihtiyaç var. Öyle bir fırtına ki, üşüttüğü kadar ısıtsın, savurduğu kadar toparlasın, karmaşası kadar anlatsın, anlaşılsın.
Peki nasıl fotoğraflar?

Geçtiğimiz günlerde Metin Tütün’ün, nü fotoğraflardan ve bu fotoğraflardan yola çıkarak yaptığı heykellerinden oluşan ilk kişisel sergisi Gölgeler Çekildiğinde, İstanbul’da, Gama Art Galery’de izleyici ile buluştu. Sergi ismini Cahide Birgül’ün aynı isimli romanından almış. Bu sayfada gördüğünüz fotoğraflar bu serginin fotoğrafları.
Ne söylüyor bu fotoğraflar? Kimin diliyle konuşuyor; iktidarın mı, kadının mı? Erkeğin mi sözcükleri izleyiciye ulaşan?

Fotoğraf: Metin Tütün

Her alanda olduğu gibi, fotoğraf alanında da bayrağı kimseye kaptırmayan erkek egemen anlayış ve bakış açısı nedeni ile her ne kadar nü çalışmaların çoğalmasından yanaysam da bu çalışmalara bir o kadar soru işaretleri ile yaklaşıyorum. Metin Tütün’ün çalışmaları bu kapsamdaki sorularıma olumlu yanıt veren örnekler oldu.

Fotoğrafa konu olan her şey nesneye indirgenir. Fotoğraftaki ister sümüklü çocuk olsun, ister bir natürmort, ister maden işçisi, ister bir nü kaçınılmaz biçimde hepsi fotoğrafın nesnesidir. Fotoğrafın başarısı, fotoğrafçının fotoğrafça söyledikleri ile nesneye borcunu ödemesinde gizlidir ve bence o borcu ödemelidir.

Metin Tütün’ün fotoğraflarına baktığımda, fotoğrafın nesnesi kadın bedeni evet ama insani duyguyu saf dışı etmeden fotoğraflarla kadına ve aslında “insan”a dair hikâyeleri görebiliyorum.

Fotoğrafçı bir hikâye yazmayı amaçlamamış olabilir. Her fotoğraftan ve fotoğrafçıdan bir hikâye beklentisi içinde olmanın, fotoğrafçıya haksızlık olduğu düşüncesindeyim. Özellikle bu tür çalışmalarda ışık ve estetik kaygısı yoğun, biçimsel öğelerin kusursuzluğuna odaklanılmış olabilir. Olmalıdır da. Resim ve heykel çalışmaları da bulunan Metin Tütün’ün bu önceliklerle fotoğraflarını ürettiğini görebiliyoruz. Ama her izleyici fotoğrafa yakınlaşabildiği ölçüde kendi hikâyesi ile buluşur fotoğraflarda. Bu yüzden her fotoğrafın izleyici sayısı kadar hikâyesi olabilir.

Nü çalışmalarda çok az fotoğrafçı belirli bir üslup ortaya koyabiliyor. Genelde erkek egemen bir bakışla çekilen ve yine erkek egemen bakışla fotoğraflara bakacak olan bir kitleye (bu kitleye kadınlar da dâhil çünkü maalesef kadınların da büyük bir kısmı kendilerine erkek egemen gözle bakıyor) hitap eden fotoğraflarla karşılaşıyoruz.
Ki bu fotoğraflar ne kadar çarpıcı, estetik olursa olsun, hatta göz zevkimizi sonsuz bir biçimde doyuruyor olsalar bile, kendi adıma kendimi uzak hissettiğim fotoğraflar. Örneğin Koray Erkaya fotoğrafları böyledir; ortaya koyduğu üslup ve farklı kadraj/sunum tercihleri ile işin içine sanatını da soktuğunu düşündüğüm çok iyi fotoğraflardır. Görsel olarak enfestir hepsi. Keza Niko Guido fotoğrafları da öyledir. Her iki fotoğrafçının da çalışmalarının hayranıyım. Burada onlara olumsuz bir eleştiri getirmiyorum. Ama o fotoğraflara yakın hissedemem kendimi. Çünkü o kadınlar gerçek dünyada yok. Evet, pek çok insanın hayal dünyasını okşayacak ve hatta sarsacak kadar erotikler. Bu yanlış mı? Hayır asla değil. Kaldı ki Metin Tütün çalışmaları da erotik.
Ama hâlihazırda karşımıza çıkan nü çalışmaların birçoğu bana söyledikleri ile benim için yaşamın dışında gibiler. Bense bir fotoğrafa baktığımda yaşama dokunmak istiyorum. Bunun fotoğrafın belgesel özelliği ile ilgisi yok, soyut bir çalışma da olabilir, kolaj da, fotoğrafçı tarafından gerçeklikten koparılıp yeniden yaratılmış bir fotoğraf da. Mesele bana hissettirdikleri, düşündürdükleri…

Fotoğraf: Metin Tütün

Konuya bu şekilde baktığımda, Metin Tütün fotoğraflarını yaşama dokunduğum hissini uyandıracak yakınlıkta buluyorum. Çünkü çok bizdenler (kadın ya da erkek ayırmıyorum yine), bize benziyorlar. İdealize edilmemişler, estetize de edilmemişler. Bu kadınlar doğal halleri ile estetik ve erotik öğeler dışlanmadan, bir hikâyenin parçası olabilmişler. Yaşamın içinden hikâyeler.

Erkek egemen bakış açısının içine hapsolmuş, o dünyada kalmış izleyiciler, kadın ya da erkek olabilir, bu fotoğraflardan rahatsız olabilirler. Çünkü her birimiz bu fotoğraflarda bir yüzleşme yaşıyoruz.

Zaten iyi fotoğraflar izleyiciyi kendisiyle ve fotoğrafın sunduğu gerçeklikle yüzleştirebilen fotoğraflardır. Metin Tütün’ün fotoğraflarında, eğilince katları belli olan karınlar, kassız ya da sıkılaşmamış bacaklar, hani bastırsan belki selülitleri belli olacak kalçalar, tüyleri görünen ameliyatla şişirilmemiş göğüsler vs. görüyoruz. Yaşamın terini görmekle kalmıyor neredeyse hissediyoruz, ona dokunuyoruz. Fotoğraflar, tüm bunların ne kadar güzel olduğunu, ne kadar estetik olduğunu, ne kadar erotik olduğunu ve hepsinden daha önemlisi ne kadar yaşama dair olduğunu anlatıyor. Fotoğraflar bedeni estetize etmiyor ama erkek egemen dünya tarafından biçimlendirilen düşüncelerimizi, duygularımızı normalize ediyor. Nasıl yani bu bedenler normal değiller miydi?!
Elbette normaller. Ama sistem, içinde yaşadığımız coğrafya, bırakın bu bedenlerin normalliğini, herhangi bir şekilde görünmesini bile anormalize ediyorken Metin Tütün fotoğraflarının alışılagelmiş bakış açısına karşı bir direniş olarak boy gösterdiğini düşünüyorum. Kadın ya da erkek izleyici olsun, doğru okunduğunda insanı kendisi ve bedeni ile barıştıran fotoğraflar bunlar.

Fotoğraflara baktığımda gölgeler hiç çekilmesin, her şey o atmosferin, o hikâyenin içinde kalsın istiyorum.

Aralık 2014 – Ocak 2015

*Sergi fotoğraflarının tamamı için www.metintutun.com

Kontrast Sayı 46, Mart-Nisan 2015

Şule TÜZÜL
[email protected]

Bizi paylaşın..