Şirin AYDIN | Popüler Kültürün Gözde Aracı Fotoğraf (21. Sayı)

Yunan mitolojisinin ünlü kahramanı Akhilleus, bir Tanrıça olan annesi Thetis’e yalvarır: “Kısacık bir ömür sürmek için doğurdunsa beni, bari göklerde gürleyen Olymposlu Zeus, ün bağışlasaydı bana, ne olurdu!” [¹] Akhilleus, günü kurtarıp, doğanın kendisine verdiği kadar bir ömürle yetinmek yerine, yüzyıllar boyu yaşamayı tercih etti. Bugün ise yüzyıllar boyu sürecek bir üne sahip olmak çok kolay değil. Andy Warhol’un öngörüsü gerçek oldu; çevremiz, “15 dakika”lık şöhretlerle çevrili. Warhol’un sözlerine gönderme yapan ve bir içecek markasının reklamını yapmak üzere kurulmuş olan internet sitesi, “Az sonra gerçekten şöhret olacak, ismini milyonlara duyuracaksın!” spotuyla açılıyor. Bunun için tek yapmanız gereken, siteye fotoğrafınızı yüklemek ve kendinizden birkaç cümleyle bahsetmek. Bu kadar kolay! Dünyanın herhangi bir yerinden takip edilebilen sitenin diğer ziyaretçileri tarafından tanınacaksınız; peki kaç dakikalığına?

Şan şöhret demek, ölümsüzlük demek… Bir tuvalin üzerine işlenmiş resimlerin, ölümsüzlük arzusuna karşılık verdiğini keşfeden burjuva sınıfı, eline para geçince, ilk iş olarak kendi görüntülerini ve yaşamlarını tuvallerin üzerinde garanti altına aldı. 19. yy’a gelindiğinde ise resimden çok daha gerçekçi bir görüntü vardı artık ve bu görüntü, insanın en temel arzularından birine hitap ediyordu. Aradan geçen yıllarda fotoğrafik görüntü, giderek çıplak gözle gördüğümüz gerçekliğe daha yakın olmaya ve bir yandan da çok daha fazla kişiye ulaşmaya başladı.

‘Halkın genel beğenisine uyan’ anlamında kullanılan “popüler” kelimesi, bugün, tam da fotoğraf çekme uğraşını niteliyor. Fotoğraf – ve onu takiben sinema, televizyon, video görüntüsü- sayesinde tanınan, bilinen, sevilen insanlar “popüler”leşirken; bu görüntüyü meydana getirenler de ilgi merkezi hâline geliyorlar. Profesyonel ya da amatörce hemen herkesin fotoğraf çektiği, fotoğrafa konu olduğu günümüzde, fotoğraf çekmenin bir hikâye anlatmak, bir farkındalık yaratmak, bir konuya dikkat çekmek işlevlerinden de öte “popüler bir şey” olması tartışılıyor.

Fotoğrafın Meşhur Ettikleri
Bir National Geographic fotoğrafçısı olan Steve Mccurry’nin Aralık 1984’te, Afganistan’da çektiği 13 yaşındaki kızın fotoğrafı National Geographic’e kapak oldu ve milyonlarca kişi tarafından tanındı. Mccurry, “Fotoğrafın yayımlandığı tarihten beri ‘Afgan Kızı’ hakkında mektup almadığım tek bir gün dahi geçmedi.” diyor. Yayın dünyasında en fazla bilinen fotoğraf unvanına sahip olan “Afgan Kızı” fotoğrafı Mccurry’ye büyük bir ün sağladı. Fotoğraf üzerinden ün kazanıp, işin kaymağını yiyen ilk isim, fotoğrafın mucitlerinden Daugerre’den başkası değil. Her ne kadar Niepce, fotoğrafı kaydetmiş ilk kişi olsa da fotoğrafın kitlelerle buluşması ve yaygınlaşması Daugerre’in ticari zekâsı ve girişkenliği sayesinde oldu. Daugerotip adını verdiği fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğrafları gazete editörlerine, yazarlara ve sanatçılara tanıttı. 1839’da François Arago’nun Paris Bilimler Akademisi’nde Daugerrotip’i tanıtmasıyla birlikte, bu yeni icat büyük bir sansasyon yarattı. [²] Daugerre’in ünü, kendisi gibi fotoğrafı geliştirmekle meşgul olan başkalarını kıskandırmıştı. Bu duruma en güzel içerleme, Hippolyte Bayard’dan geldi. Bayard, “Boğulmuş Bir Adam Olarak Özportre” adlı fotoğrafında, Daugerre’in şanının alıp yürümesine karşılık kendisinin fotoğraftan “beklediğini” bulamamasından yakınır. Fotoğrafın arka yüzüne şu sözleri yazmıştır: [³]

Diğer yüzde görülen vücudun sahibi Bay Bayard’dır; harika sonuçlarını yeni gördüğünüz ya da görmek üzere olduğunuz yöntemin mucidi. Bildiğim kadarıyla bu hünerli ve yorulmak bilmez araştırmacı, yaklaşık üç yıldır icadını geliştirmekle meşgul… Akademi, kral, kendisinin kusurlu bulduğu bu çizimlerini gören herkes, sizin şu an yaptığınız gibi bunlara hayran kaldılar. Bu onu çok onurlandırdı ve ona bir peni bile kazandırmadı. Bay Daguerre’e çok fazla şey veren hükümet, Bay Bayard için bir şey yapılamayacağını söyledi ve zavallı adam kendini boğdu.”

Fotoğraf, gösterdiği kişileri başkalarına anlatma işlevinin yanı sıra, yaratıcısına da ün sağlayan bir araç oldu başından beri. İnsanlar, gördükleri görüntünün muhteşemliğinden etkilenmekle kalmayıp, bunu gören ve sonra da kendilerine sunan “göz”ü de merak ettiler. Elinde fotoğraf makinesiyle savaş alanlarında “konuya yeterince yaklaşan” gözüpek fotoğrafçılar ve bir dolma biberin fotoğrafını çekerek de sanat yapılabileceğini gösterenler, izleyicinin yoğun ilgisini kendi üzerlerine çekmeyi başardılar. Peki, bugün hâlâ böyle mi? Fotoğrafçı, çektiği fotoğrafla ün sahibi olabiliyor mu?

Son yıllarda adını medyada sıkça duyduğumuz ve ünlülerin fotoğraflarını çekerek ününe ün katan Fotoğrafçı Mehmet Turgut, “Bir fotoğrafçının, hiçbir zaman bu anlamdaki popülerliğe ulaşamayacağını düşünenlerdenim; ‘eğer fotoğraf haricinde başka bir şey yapmazsa’. Popüler olan fotoğrafçı değil, fotoğrafçının ürettiği eserlerdir,” diyor.

Ali Öz ise fotoğrafçının, popüler olmayı amaçladığını savunuyor ve “Önemli, meşhur olmak amacı taşıyor ama bu kadar çok tüketilince yeni ürünler onu unutturuyor. Vietnam ya da Hiroşima fotoğrafının yeri dolmuyor. Anlık popüler olan insanlar, içerik yoksulluğunda kaybolup gidecek. Şahin Kaygun’un fotoğrafını otuz yıl önce izlediğimde, gelecek teknoloji ile daha iyisinin yapılacağını öngörmüştüm. Şimdi photoshop ile yeni bir fotoğraf yaratılıyor. Fotoğrafın kendi gücü ikinci plana itildi. Bunu teknolojik gelişmeyi öngörme meselesi olarak söyledim; yoksa Şahin Kaygun’un işleri tüketilmedi,” diye yorumluyor fotoğraf ve popülizm arasındaki ilişkiyi.

Teknolojinin bugün geldiği noktada fotoğraf, artık hiçbir kimse ya da kurumun filtresine takılmadan dünyanın herhangi bir yerindeki bir başka insana ulaşabiliyor aynı zamanda. Bir fotoğrafçı, resmi web sitesinde ya da fotoğraf paylaşım veya sosyal paylaşım sitelerinde istediği fotoğrafı yayımlayabilir ve dünyanın herhangi bir noktasında herhangi bir konuyu araştıran birisi, bu fotoğrafçıyı keşfedebilir. Sonra fotoğrafçımızı, beğendiği fotoğrafçılar listesine ekleyebilir ve onun blogunu takip eden ya da bir sosyal paylaşım sitesinde bulunan yüzlerce “arkadaşı” bu fotoğrafçıdan haberdar olabilir. Arada editörler yok, görsel yönetmenler yok, küratörler yok, galeri sahipleri yok. Fotoğraf -ve dolayısıyla da fotoğrafçının namı- artık raflarda bir dergiye para ayırıp satın alan ya da bir galeriye gidip sergi gezen insanlara ihtiyaç duymadan dolaşıma girebiliyor.

Aytaç Togay, üretim ve yayınlama aşamasının kısalmasıyla birlikte, fotoğrafa konu olan kimse, nesne ya da durumun popülaritesinin de aynı oranda kısalmasına neden olacağını söylüyor ve ekliyor: “Çünkü biliyoruz ki bize gösterilen bir kimse, nesne ya da duruma baktığımız andan beş dakika sonra yeni bir kimsenin, nesnenin ya da durumun fotoğrafları ile karşı karşıya kalacağız. Bu büyük ama bana göre çok geçici bir güç.”

Tüketilen Fotoğraf

Peki, fotoğrafın gücüne ne oldu? Lewis Hine’ın, Dorothy Lange’ın, Robert Capa’nın, Eugene Smith’in ve bugün hafızalarımıza kazınmış fotoğrafları çeken diğer fotoğrafçıların zamanında kamuoyunda oluşturduğu etkiyi yaratabiliyor mu bugünkü fotoğrafçılar? Ali Öz, bu konuda çok iyimser değil:

Çok fazla tüketiyoruz; aklımızda bir şey kalmıyor. Bugün görüntü sayısı milyarlarca… İnternette, basında, televizyonda görüntü kirliliği var ama aklımızda kalan, bizi etkileyen yok. En yakında yaşanan Irak Savaşı’nı ele alalım; binlerce görüntü gördük ama aklımızda kalan üç-beş taneyi geçmez. Fotoğrafın gücü azalıyor. İnsanı etkileme, sonuç getirme işlevi yetersizleşmiş oluyor. Ciddi bir tüketim var. Fotoğraf, günümüzde en hızlı tüketilen nesne oldu. Tam da ‘tüketim toplumu’ özelliklerine uygun. ‘Al, tüket, at’ misali, her gün abartısız binlerce fotoğraf görüyoruz. Ertesi gün yeni görüntülerin peşinde, bir gün önce gördüklerimizi unutuyoruz.”

Ancak ünlü olmanın yolu da göz önünde olmaktan geçiyor bir taraftan; göz önünde olmaksa fotoğrafın da aralarında bulunduğu her türlü görsel aracı kullanabilmekten… “Görsel çağ” içinde yaşıyoruz, Gisele Freund’un dediği gibi “görüntü kolay anlaşılıyor ve herkese ulaşıyor”. Freund’a göre, tıpkı ressamlar gibi fotoğrafçılar da yeni biçimler yaratabileceklerini düşünüyorlar. “Bugün binlerce profesyonel fotoğrafçı var ve bunların arasından büyük bir kısmı yeni yollar arayışında,” diyor Freund ve devam ediyor: “Onlar da çok haklı. Bugün fotoğraflar, sanatı korumakla görevli kişilerin onayını alarak müzelere giriyor. Duvarlara asılıyor ve kaybettiği sanat yapıtı olma özelliğini geri kazanıyor. Ama böyle güncel olmasındaki en büyük etken, yüz binlerce amatörün –görsel neslin- kendilerini fotoğraf aracılığıyla ifade ediyor olmasıdır.” [4] Freund bunları yazdığında henüz fotoğraf, film üzerine kaydedilen, bir başka yüzey üzerine “basılan” bir görüntüydü üstelik.

Fotoğraf üretim ve paylaşım süreçlerinin değişmesiyle birlikte, fotoğrafçıyı ve fotoğrafı bir kenara bırakalım, “fotoğraf çekmek” edimi bile başlı başına popüler bir uğraş oldu. Yüksek çözünürlüklü görüntü kaydeden cep telefonları sayesinde herkesin elinde bir fotoğraf makinesi var artık. Ama ânı dondurmanın ve görüntüyü saklamanın tadına varanlara bu yetmiyor; fotoğraf makinelerinin bulunduğu standlar, elektronik marketlerinin en gözde bölümlerinden biri günümüzde. Sadece anı fotoğrafları çekmek de değil mesele, görüntü kalitesini en üst noktalara çıkaran dijital fotoğraf makineleri, üzerlerindeki bu ilgiyi sürdürebilmek için her geçen gün yenilikler yaratmak zorunda. Pinhole tarzı fotoğrafları, ışık kaynaklarını yıldız efektiyle gösteren filtrelerle, minyatür efekti de verebilen ama cep yakan tilt-shift objektiflerle elde edilen fotoğrafları dijital kompakt makinelerde sadece bir mod değiştirerek, zahmetsizce elde etmek mümkün. Cep telefonlarının kameraları bile sadece daha iyi görüntü verme derdinde değil; ışığı manuel ölçebildiğimiz ayarları da taşıyorlar artık. George Eastman, “Siz sadece deklanşöre basın, gerisini biz hallederiz!” sloganıyla, amatör fotoğrafçıları tetikleyeli 100 yıldan fazla bir süre geçti; bugünse Süha Derbent’in dediği gibi fotoğrafçı olmak fazlasıyla kolay. [5]

Aytaç Togay’a göre fotoğraf her zaman tüketilen bir nesne idi. Bu durumu şöyle açıklıyor Togay: “Bundan 4-5 sene öncesine kadar, ortalama gelirli bir tüketicinin alabileceği DSLR fotoğraf makinesi sayısı bugün var olanların dörtte biri kadar iken, şu an isteyen herkes kendi ekonomik durumuna göre bir DSLR edinebiliyor. Bu durum, fotoğraf miktarını nicelik olarak arttırıyor. İnternet üzerinde onlarca sosyal paylaşım sitesinde üretilen ürünleri görebiliriz. Peki, bu artış ‘niteliğin’ artmasına bir katkıda bulunuyor mu? İşte bunu söylemek güç… Fotoğrafın bunca hızlı tüketilmesinin sebebi işte bu: Niteliği artıracak şekilde fotoğrafa yaklaşılamaması. Çek, bir daha çek, yeniden çek. Zaman ne olursa olsun, fotoğraf her zaman tüketilen bir meta olarak var olacak. Ancak, üzerinde düşünülmedikçe, düşünsel anlamda konuya yaklaşılmadıkça fotoğraf, ‘tüketim bandının’ ilk sıralarında yerini almaya devam edecek.”

Fotoğraf: Ali Alışır

Ali Alışır ise fotoğrafın bir tüketim nesnesi hâline gelmesinin çok da olumsuz bir şey olmadığını düşünüyor: “Popüler kültürün, dayatmaları ve tüketime dönük yapısı olduğu kadar olumlu tarafları olduğunu da düşünüyorum. Örneğin, 70’li 80’li yıllarda Guevara tişörtü giyenlere, ‘İşte bunlar teşhir ediyorlar bu ürünü, bizim kahramanımızı, bizim liderimizi küçük düşürüyorlar tişörtlere basarak,’ diyorlardı. Bu çok anlam veremediğim bir şeydi. Atatürk tişörtleri, bayrak tişörtleri, vs; bunlar popüler kültürün nesnesi hâline geldiler. Nesi kötü olabilir bunun? Yani bir insan bir tişörtü giyerse, başka biri görüp merak eder, ‘Bu kim?’ diye sorarsa, ya da aynı resmi kitapta görüp, ‘Aa ben bunu bir tişörtte görmüştüm, acaba kimdir?’ diye okursa, bunun neresi kötü? Buna, kötü tarafına, bir cevap bulamadım. O anlamda bana popüler kültürün hızla ulaşımı, görsel anlamda aklıma kazınması, flu bile olsa, hiçbir şey olmasa bile bu fotoğrafın bana bir çağrışım yapması popüler kültür açısından bana hâlâ cazip geliyor. Güncel olanı bir şekilde sana ulaştırması açısından popüler kültür bence güzel bir şey.”

Medyatik Fotoğrafçılar

Biraz da popüler kültürün kahramanlarına bakalım… Sanatçılar, siyasetçiler, şovmenler; bir fikir, bir eser üretenler, icra edenler ya da hiçbir şey üretmeyenler, bir şekilde medyanın ilgisini çekmiş herkes, görüntüsünü gösteren bir kitle iletişim aracı sayesinde sokaktaki insan tarafından tanınıyor ve beğeniliyor ya da beğenilmiyor. Medyada görüntüsü ne kadar çok yer alırsa, popülaritesi o kadar artıyor. Ekranlarda gördüğümüz pek çok ünlü isim, fotoğraf merakı ile de ilgi görüyor. Okan Bayülgen, açtığı portre sergisiyle haber konusu oluyor; Mustafa Koç’un Afrika’da çektiği fotoğraflar üzerine konuşuluyor, Tarkan’ın Kenya’da çektiği vahşi yaşam fotoğrafları National Geographic Türkiye’de yayımlanıyor; Serdar Bilgili, Cem Boyner, Cansu Dere fotoğraf hobisiyle gündeme gelen diğer isimler…

Bu konuda görüşünü aldığımız Mehmet Turgut, “Başka meslekler harici fotoğrafla ilgilenen birçok isim var. Yaptıkları işler, gereğinden çok fazla ilgi görüyor. Aslında bunun çok kolay bir sağlaması var; acaba fotoğrafları yurtdışındaki yarışmalara yollasalardı sonuç ne olurdu?” diye soruyor.

Ali Öz’ün bu konudaki görüşleri ise, “Medya, popülerlik peşinde olduğu için bunlar yazılıp çizilebiliyor ama en önemli değerlendirme alanı tarihtir, kalıcı olmaktır. Benim için bugün önemli değil, popüler işler kalıcı olmayacaktır,” yönünde.

Aytaç Togay, ilk bakışta medyatik isimlerin, yaptıkları işlerin önüne geçtiğini belirtiyor ve “Kendi ‘medyatik’ olup da ürettikleri konusunda çok iyi şeyler de çok kötü şeyler de söylenecek birçok isim var. Sorun ne ürettikleri ve bu üretimlerinin hem kendilerine hem de biz izleyicilere olan katkısıdır,” diye ekliyor.

Çektikleri fotoğrafların içeriğinden çok, fotoğraf çekmeleri tartışılan ünlülerin, sahip oldukları bu popülerlik iyi midir kötü müdür tartışılır. “Parası var, ekipman alıyor, çekiyor”, “Asistanları hazırlıyor kadrajı, o da deklanşöre basıyor”, “O kadar oyuncuyu, mankeni tanımasa, ona poz verirler miydi?”, “Medyatik olmasa, sergisi ilgi çeker miydi?” eleştirileri de sergi haberlerinin ardından yayılıyor hemen.

Cengiz Oğuz Gümrükçü ise, bu tür eleştirileri eleştiriyor: “Hepimiz amatörüz. Onlar da öyle. İşlerinin ilgi görmesinin sebebi de onların işlerinin hep bir yerlere açılıyor olması. Mesela Serdar Bilgili, bedensel engelliler için çalıştı. Mesela Okan Bayülgen, AFSAD’ın bir yer satın alması için düzenlenen kampanyaya fotoğraf bağışladı. Bunda yanlış bir şey yok. Medyayı doğru okumak gerekiyor. Sizin yeteneğiniz var ama satamıyor, adınızı duyuramıyorsunuz diyelim. Bunun suçlusu niye bu ünlü isimler olsun ki? Açılımları doğru zamanda ve doğru yerde kullanıyorlar. Siz şimdi gidip engellilerle ilgili bir çalışma yapsanız ve çevrenizde fotoğraflarınızı alacak ya da basına bunu duyuracak kimse olmasa, yaptığınız işten sadece biz fotoğrafçıların haberi olur. Ve zaten bizi bitiren de biraz bu değil mi? Fotoğrafçılar, diğer fotoğrafçılar için fotoğraf çekiyorlar ve onlara sunuyorlar yaptıkları işi. Bu aşamada da şöhret basamaklarını tırmanmak cidden zorlaşıyor. Medyatiklik, sizi, arkanıza alacağınız rüzgârın üfleme gücü kadar ileriye götürebilir. Geriye kalanlarsa, sizin işlerinizdir.”

Gümrükçü, bu konuyla ilgili Neal Gabler’ın kaleme aldığı “Şöhret: Dünya Üzerindeki En Büyük Gösteri” [6] başlıklı yazıdan örnek veriyor:

“‘Şöhret’ kelimesini, Ünlü Tarihçi Daniel Boorstin’e borçluyuz. Boorstin bu terimi 1961’de yayımlanan, yozlaşmayı incelediği ‘The Image’ adlı çalışmasında tarif etmişti. ‘Şöhret’ diyordu Boorstin, ‘çok tanınmışlığıyla tanınan kişidir…’

Aslında bu yeni bir sanat biçimi… Film, kitap, oyun ve televizyon programları gibi daha geleneksel eğlence biçimleriyle, kendine has yöntemleriyle (çoğunlukla da onları geride bırakarak) rekabet ediyor. Küresel bir topluluk oluşturabilelim diye dikkatimizi dağıtıyor, ‘insanlık hâli’ne hassaslaştırıyor ve ortak bir deneyim yaratıyor. Şöhretin, 21. yüzyılın önemli yeni sanat biçimi olduğunu bile iddia edebilirim.

İnsan eğlencesi sadece bir karnaval değil; şöhret de aslında tek bir insan değil. Şöhret, tek yıldız oyuncusu olan, bol karakterli bir gösteri… Ekran ya da sahne yerine gerçek hayatta sahneleniyor ve oradan da medyaya servis ediliyor. Medya yoksa, şöhret de yok. Teknik olarak, ünlülerin hikâyesi olmaz. Biz kahramanıyla hikâyesini birbirinin yerine kullansak da, aslında ünlünün kendisi hikâyedir. Bu yüzden bir insan Kraliçe Elizabeth kadar tanınabilir ama bir zamanların Prenses Diana’sı gibi şöhret olmaz. Birinin adı bilinir, ötekinin hikâyesi.

Popülerlik mi, Kalıcılık mı?

Cengiz Oğuz Gümrükçü, popülerliğin insanı yiyip bitiren bir şey olduğunun da altını çiziyor. “Bunu avantaja çevirmek için kişinin önce bu yeteneğe sahip olması gerekiyor. Geçmişin en popüler fotoğrafçısı olarak karşımıza Erol Atar çıkıyorsa, bunu kurcalamak gerekir. Bu hak edilmiş bir popülerlik midir? Popüler olmak, bir hırs yaratır. Bu da fotoğrafçının fotoğraflarıyla olması gerektiğinden daha fazla oynamasını getirir.”

Ali Öz’e göre de bugün fotoğraf çekenler, fotoğrafla bir sonuç çıkartmaya çalışan değil, fotoğraf sayesinde popüler olmaya çalışan, fotoğraftan kendilerine fayda sağlamayı amaçlayan kişiler. “Oysa fotoğrafın kendisi araç olmalı,” diyor Öz, fotoğrafın geleneksel işlevini savunarak: “Bugün, fotoğrafın hayatı anlatma işlevi değil, çekene dönük fayda sağlama anlayışı yaygın. En kolay sanat, en kolay hobi olarak bakılıyor fotoğrafa. Photoshop ile ilginç görüntüler yaratıp popülerlik sağlanmaya çalışılıyor. Oysa fotoğrafın kendi anlatım dilini kullanarak toplumsal yarar sağlamak önemli. Bugün bu ikinci plana itildi.”

HDR fotoğraflar, galiba bunun en güzel örneği. Işığı, kompozisyonu, fotoğrafta anlatılanları bir kenara bırakıp, bir yazılımla başkalaşan fotoğrafları hayranlıkla izleyebiliyor ve aynısını kendi fotoğraflarımıza uyguluyoruz. Bir fotoğraf çok beğeniliyor, sonra orada kullanılan renkleri, tonları, açıyı, fonu taklit eden yüzlerce fotoğrafla karşılaşıyoruz internette dolaşırken. Fotoğraf paylaşım sitelerinde “günün fotoğrafçısı” seçiliyor, 15 dakikalık değilse bile günübirlik ünlü olabiliyor seçilenler.

Aytaç Togay, tanınmanın, bilinmenin güzel ve ego okşayıcı olduğunu kabul ediyor. “Zaten ne için çekiyoruz ki? Eninde sonunda iş, bu tüp duyguların yaşanma isteğine gelip orada duruyor. Ama duruma fotoğrafçı açısından bakacak olursak, peki fotoğrafçı popülarite mi yoksa kalıcılık mı ister?” diye soruyor.

Ali Öz, fotoğrafın izleyende bir duygu yaratması, ona tokat atması gerektiğini vurguluyor. Cengiz Oğuz Gümrükçü, “meşhur adam olmak” gibi bir hayalinin olmadığını, sadece “iyi fotoğraf çekmek” istediğini söylüyor. Mehmet Turgut, dünyaca tanınan bir fotoğrafçı olmak için fotoğrafçının kendi stilinden ödün vermemesi gerektiğini belirtiyor. Ali Alışır da arkasında bir metin olan, bir eleştirisi, bir kaygısı olan fotoğrafların ancak fotoğrafçıyı bir yerlere getirebileceğini söylüyor.

Warhol haklıydı, bugün pek çok kişi birkaç dakikalığına da olsa birilerinin aklında yer ediyor. Ancak derdi fotoğraf çekmek, hikâye anlatmak olan fotoğrafçılar, Akhilleus olup yıllar boyu hatırlanacak işler çıkarmak istiyor.

Dipnotlar:
[1] Homeros, İlyada, Can Yayınları, Çev. Azra Erhat-A. Kadir, İstanbul, 1996, s. 81.
[2] Elif Vargı, “Louis Jacques Mandé Daguerre”, www.fotografya.gen.tr, Sayı 18.
[3] Handan Saygon Dayı, “Boğulmuş Bir Adam Olarak Özportre”, www.fotografya.gen.tr, Sayı 20.
[4] Gisele Freund, Fotoğraf ve Toplum, Çev: Şule Demirkol, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.177.
[5] “Fotoğrafçı Ol(ama)mak”, Kontrast, Ocak 2010, Sayı 15, s.15.
[6] Neal Gabler, “Şöhret: Dünya Üzerindeki En Büyük Gösteri”, Newsweek Türkiye, 72. Sayı.

Hazırlayan: ŞİRİN AYDIN
Katkıda Bulunan: Şule TÜZÜL

Kontrast Sayı 21, Ocak-Şubat 2011

Bizi paylaşın..