Sipa Ajans
Coşkun ARAL, Fotoğrafçı
İz Tv Genel Yayın Yönetmeni, [email protected]
Mesleği foto muhabirliği olan her meslektaşım, tanık olduğu olayların, deklanşörü ile ölümsüzleştirdiği anların en geniş kitlelere ulaşmasını arzular. Bu arzu hiç bitmez. Görgü tanığı olmaktan öte tarihe kalıcı belgeler bırakmak hepimizin arzusu. Hele o müthiş fotoğrafların yerel, yaygın basın organlarının yanı sıra dünya kamuoyunu etkileyecek kadar güçlü yayınlarda yayınlanması inanılmaz bir duygu… Bu duyguyu defalarca yaşamış bir foto muhabiri olarak, bunun ancak doğru yerde, doğru zamanda olmanın yanı sıra doğru kurumlarla da çalışarak mümkün olabileceğini söyleyebilirim. Bu kurumlar da fotoğraf ajansları…
Tarihleri haber ajansları kadar eski olmasa da işlevleri onlar kadar güçlü olan fotoğraf ajansı kavramıyla tanışmam 1970’li yıllarda ulusal bir gazeteden kovulmamla başlamıştı. Foto muhabirliğinin meslekten sayılmadığı Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerde, gazetelerde sayfa sekreterinin komutasında görev yapardı meslektaşlarım. Zor koşullarda çekilen bir olay görüntüsüne ait filmi terli parmaklarıyla tutup, kesip, kırmızı bantla saman kâğıdına yapıştıran dolayısıyla katleden bu arkadaşların işini günümüz medyasında bilgisayarlar yapıyor artık.
Dünyada uluslararası haber ajanslarının fotoğraf servisi dışında ilk kurulan Kyston, Dalmas, Magnum ve Gamma ajansları dışında 1970’li yıllarda ustam Gökşin Sipahioğlu’nun kurucusu olduğu Sipa-Press ve Sygma ile foto muhabirliği altın çağını yaşamıştı. Özellikle 80’li yıllarda haftalık dergi sayısındaki artışın oluşturduğu piyasa, klasik foto muhabirinin gazetelerin sütunlar arasına hapsolmuş alanını geniş sayfalara, kapaklara aktarmış ve mesleğimiz en popüler meslekler arasında yer almaya başlamıştı.
Bir fotoğraf ajansında nasıl çalışılır sorusu meslektaşlarım arasında en çok sorulan sorudur. Bu soruya verdiğim yanıtlar da ne yazık ki her dönem farklı olmuştur. Mesleğe başladığım yıllarda bütün fotoğraf ajanslarına başvuran bir yeni yetme olarak aldığım yanıt; “Filmlerini gönder bakalım, satalım sonra ararız” şeklindeydi.
Sipa Press’e kadar bütün girişimlerim kötü sonuçlandı. Bırakın para kazanmayı filmlerimi bile geri alamadım. 1977 ‘de 34 insanımızın hayatını kaybettiği “Kanlı 1 Mayıs”ta Sipa ile yaptığım ilk çalışma, bana maddi bir getiri sağlamadı fakat Time, Newsweek gibi dergilerde ismimin yayınlanması kariyerim açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Bu olayın ardından ustam Gökşin Sipahioğlu’nun talebi üzerine oluşturmaya başladığım, önemsiz gibi görülen fotoğraf arşivi, Türkiye’nin 12 Eylül 1980 darbesiyle dünya basınında bir anda gündeme oturmasıyla önem kazandı ve bu olay fotoğraflarımın sayısız yayında yer almasına yol açtı. Sadece darbe lideri Kenan Evren’in tatbikatlarda çektiğim fotoğrafları Newsweek, Express başta olmak üzere onlarca dergiye kapak olmuştu.
Bunu izleyen yıllarda gerek kaçırılan bir uçağın içinde yaptığım, dünyada bir ilk olan, hava korsanlarıyla röportajım, gerek Polonya Gdańsk görevi, bir tek kurum yerine bir ajansla çalışmanın faydalarını göstermişti.
Peki, ajansla çalışmanın dezavantajları yok mu? Tabii ki var. Örneğin, ajansın kadrolu elemanı olsanız bile masrafa yarı yarıya katılmanız, ajansın satış sonrası gelirinden de yarı yarıya pay almanız pek de cazip gelmez bazı insanlara. Aslında foto muhabirini daha dikkatli, daha hesaplı olmaya yönlendiren bu uygulama ‘her şey şirketten’ anlayışının hâkim olduğu kurumlarda çalışan meslektaşlar için çok zordur. Fotoğraf ajanslarında yaygın bu uygulamanın en önemli gerekçesi; Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde fotoğrafın telif hakkının sadece fotoğrafçıya ait olmasıdır.
2000’li yıllarda basın fotoğrafının gerek fazla arzı, gerek televizyonun iletişimdeki gücüne karşı koyamayışı sebebiyle Sipa Press, Sygma ve Gamma ajanslarının el değiştirmesi söz konusu olmuştu. El değişimi sırasında fotoğrafın kime ait olduğu tartışması uluslararası hukuk sistemlerini altüst etmiş, foto muhabirleri bu savaşı kazanmıştı.
Ancak bu galibiyet sevinci ilerleyen yıllarda yerini bir mesleki hezimete bırakacaktı. Televizyonların habercilikteki hızları, görüntünün artık canlı yayınlarla anında hedef kitlelere ulaştırılması, basılı medyayı, özellikle gazete ve dergileri maddi dar boğaza sokmuş artık haber fotoğrafına büyük bütçeler ayrılan devir bitmişti. Hele savaş ve felaket bölgelerinden yüksek çözünürlüklü telefonlarla çekip, anında ulaştırılan fotoğraflar, dergilere gazetelere bedava servis edilince, bir zamanlar yere göğe sığdırılamayan meslektaşlarımız başka alanlarda iş aramaya yöneldi.
Peki, haber dışında belgesel fotoğrafçılık için bu sorunlar geçerli mi? Belgesel fotoğrafçılığı bu gelişmelerden biraz etkilendi diyebiliriz ama özgün konuları özgünce işleyen ve bunları neredeyse bir kitap içeriğine dönüştüren meslektaşlar ve bunları servis eden ajanslar eski tatlı kazançları olmasa da halen söz konusu eserleri yayınlayacak mecralar bulabiliyorlar.
Fotoğraf ajanslarının geleceği ne olacak diye sorarsanız, bence pazarlar değişecek. Haftalık, aylık aktüalite dergiler, gazeteler yerine kurumsal ürün tanıtım yayınları, sanal dünyanın içerik pazarlayıcıları, reklamcılar ve internet medyası fotoğraf gereksinimini ajanslardan istemeye devam edecektir. Eski bir ajans foto muhabiri olarak gerek yerelde, gerek evrensel medyada doğru yerde, doğru zamanda gündem belirleyecek kaliteli iş yapan bütün arkadaşlarıma tavsiyem; durmadan üretelim, hatta kendi ajansımızı kendimiz kuralım olacaktır.