Rolf SACHSSE | Çağdaş Sanat Bağlamında Diğer Disiplinler ile Fotoğraf İlişkisi (39. Sayı)

Fotoğraf –ve sanatın diğer tüm dalları ile ilişkisi– dijital fotoğrafın zaferinden sonra radikal bir şekilde değişime uğramıştır; bu süreçte oluşan ürünün fotoğraf olarak kabul edilemeyeceğini tartışan kişiler bile bulunmaktadır.
Bu tartışma ile ilgili olarak, kişisel anılarımı hatırlıyorum. Ben 1950’li yıllarda bir fotoğrafçı çocuğu olarak büyüdüm ve 1960’lı yıllarda da profesyonel fotoğrafçı eğitimi aldım ve bu süre içerisinde Kodak firmasından Steve Sasson’un, 1978 yılında Cologne’deki Photokina fuarında, ilk dijital fotoğraf makinesini tanıtımına ve dijital üretimin gelişimine tanık oldum. Bu dönemde ben fotoğrafçılık tarihi ile daha ilgiliydim ve o zamanlar Antwerp’de, bugün ise Viyana’da bulunan Avrupa Fotoğraf Tarihi Topluluğu’nun kurulmasına yardım ediyordum ve Lucia Moholy gibi ünlü Bauhaus fotoğrafçıları ile röportajlar yapıyordum. Bilgisayar alanındaki kendi araştırmalarımdan gördüğüm kadarıyla Bryce Bayer’in renkli mozaik filtreleri ve CCD’nin kullanılmaya başlanması fotoğrafçılığın geleceğiydi ve benim eski moda bilgilerim 20-30 yıl içerisinde pek rağbet görmeyecekti, hatta bugün artık eski fotoğraflarım büyük koleksiyonlarında sadece tarihi bir değere sahip.

1984’de Almanya’da fotoğraf zanaatkarlarının yıllık toplantılarında yaptığım sunumda, bu gelişmelerden bahsettiğimde bana güldüler, oysa o toplantılara katılanların hiçbiri bugün artık klasik fotoğrafçılık alanında çalışmamaktadır. 1980’li yılların sonlarına doğru benden (dünya çapında tanınmış birkaç yüz fotoğrafçı ve öğretmenden beklendiği gibi) bir yazılım programına katkıda bulunmam istendi; daha sonradan yaratıcıları tarafından “dijital karanlık oda” olarak adlandırılacak olan bu program, günümüzde “Photoshop” olarak bilinmektedir. 1985’de profesörlüğe ilk başladığım zamanlarda bizim genç tasarım öğrencilerimiz için bilgisayar workshopları vermeye adadım kendimi ama meslektaşlarım, bilgisayarlarla yapıldığı için, bunun hiç de yaratıcı olmayacağını söyleyerek karşı çıktılar. Aynı itirazlar, 1993’de bizim üniversitenin ilk web sitesini kurmaya kalkıştığımızda da oldu. Halbuki bugün bu ‘sanat profesörleri’ interneti kullanarak sanat pazarı listelerinde kendilerine bir yer edinme peşindeler.

Fotoğraf 1839 yılında doğuşundan beri sanatı değiştirmiştir, sanat ise fotoğrafı, iki asırlık varlığında gerçekleşen teknolojik gelişmelerden çok daha az değiştirebilmiştir. Örneğin, resmin dört veya beş defa daha ‘ölü’ olduğu söylenmektedir ama sanat pazarına yakından bakarsanız halen yaşıyor ve zengin olduğunu görürsünüz.

Dubai World I 2007 f: Andreas GURSKY

Andreas Gursky veya Thomas Ruff gibi fotoğrafçılar çalışma biçimleriyle birer ressam olduklarını iddia etmektedirler. Mevcut ve algılanabilene bir gönderimde bulunmadan, imajlarını kolaj şeklinde çoğaltarak yeni gerçeklikler yaratmaktadırlar. Ressamlar, çalışmaları için fotoğrafı başından beri kullanmaktadırlar ve fotoğraflarının tablolarından daha etkili olduğunu iddia etmektedirler. Ouevre of Gerhard Richter veya Cy Twombly’e bakarsanız bunun halen devam etmekte olduğunu görürsünüz. Öte yandan, eserlerini fotoğraf yoluyla satabileceklerini ilk keşfedenler heykeltraşlar olmuştur. Karl Bodmer, Eugene Druet ve Edouard Jean Steichen’in fotoğrafları olmasa Auguste Rodin hakkında çok şey bilmeyiz. Sanat dünyası ile tanıştırıldıktan sonra fotoğrafçı olan sayısız ressam ve heykeltraş bulunmaktadır.

Fotoğraftaki ilk görüntüler birtakım binalar ve yerşekilleri şeklinde mimari çalışmaları sergilemektedir.
O zamandan beri mimarlar eserlerini fotoğraflanmak üzere ortaya çıkarmaktadırlar ve fotoğraflar diğer binaların inşa edilmesini de etkilemektedirler. Sanat tarihi ve binaların korunması, fotoğraf icat edildikten sonra gelişmiştir ve günümüzde genç mimarlar “Binalar gelir geçer ama fotoğraflar kalır.” şeklinde cümleler yazmaktadırlar. Mimari post-modernizmin bir bölümü, binaların değişik açılardan fotoğraflanmasının ciddi bir şekilde planlanmasıdır. Şehir planlaması ve binaların korunması alanlarında çalıştıktan sonra pek çok önemli mimarın neden fotoğrafçı olduğunu anlamak hiç de zor değildir.

Paris Grand Palais 2010 f: Ahmet ERTUĞ

Ahmet Ertuğ bunların en ünlüsüdür. Kütüphanelerin ve opera binalarının iç kısımlarının fotoğraflanması konusundaki seri çalışmaları ve kubbeler üzerine yazdığı kavramsal kitabı, mimari fotoğraflar tarafından sergilenen güzellik ve etkileyicilik konusunda mimari düşüncenin – özellikle batı özellikleri içerisindeki doğu binaları olarak şekillenmiş bulunan – ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Diğer yandan, son yıllarda mimari fotoğraflar, her tür video klibi ve manzarasal bilgisayar oyunları için reklam fotoğrafı olarak oldukça yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Örneğin Santiago de Calatrava veya Zaha Hadid’in çalışmalarını yakından incelerseniz bir çok tasarlanmış görsel ürün bulursunuz.

Klasik güzel sanatlar alanından uzaklaştığınızda işler daha karmaşık hale gelmektedir. Sanat alanındaki modern medyanın çoğu film, video, bilgisayar simulasyonları ve oyunlar şeklinde, fotoğraftan türemiştir. Fotoğrafik imajlar hareketlendirildiğinde bunlar film olarak karşımıza çıkmaktadır ve filmin dramaturjisi olmaksızın psikoanaliz olmaz. Örneğin, ressam Edward Hopper’ın eserlerinde, 1930’lu yıllardaki Hollywood filmlerinden ne kadar etkilendiğini görmek hiç de zor değildir. Aynı şey, adsız seri çalışmaları (Beneath the Roses) ile günümüz fotoğrafçılarından Gregory Crewdson için de söylenebilir. Michael Wolf’un “Oeuvre of Photographers” çalışmasında kullanıldığı gibi “belgesel” sözcüğüne dönecek olursanız (KONTRAST No.36) bunun bir film için söylendiğini görürsünüz. John Grierson belgeseli 1924’de “gerçekler ziyafeti” olarak adlandırmıştır. Video, 1970’lerde sinemaya destek olmak için ortaya çıkmıştır ve anologdan dijital fotoğrafa atılan en önemli adımlardan biridir. Video, yeraltındaki sanat gruplarının performanslarını, faaliyetlerini ve “body work” çalışmalarını sergilemek için kullanılmıştır. Fotoğraf buradan hareketle feminizm, eşcinsellik ve AIDS konusunda gerçekleştirilen etkinlikler gibi, özellikle sosyal bir takım faaliyetlerle bağlantılı olarak insanların kendilerini açıklama aracı şeklinde yeniden şekillenmiştir. Aynı zamanda, renkli fotoğraf, yaklaşan dijital çağın habercisi olarak, 1980’li yıllarda çok önem kazanmıştır ve William Eggleston, Joel Meyerowitz ve diğerlerinin çalışmaları Atlantik’in her iki yakasında da geniş kapsamlı sergilerle sunulmuştur.

1990’lı yıllar, bilgisayarlar tarafından yaratılan sanal alem ve interneti ortaya getirmiş ve geliştirmiştir. Böylece, ilk metamedia ortaya çıkmıştır. “Fotoğraftan Sonra Fotoğraf” gibi önemli sergiler dünyayı gezmiştir, sergi fotoğrafın gerçeklik, aura ve yerleşik inançlar ile olan eski ilişkisinin tamamen kaybolduğunu göstermiştir. Bu serginin küratörü Hubertus von Amelunxen, “Fotoğraftan sonrası, fotoğrafın öncesidir” ifadesini kullanmıştır ki, bu mekanik reprodüksiyonun sonu olan post-Benjaminian fikrini çağrıştırır. Bu fikir, Facebook ve Google’da da geçtiği gibi dijital reprodüksiyonun saçma olduğu bilgisini içermektedir. Aynı zamanda, analog fotoğrafçılık, IT elemanlarının “wall stock” fotoğraflarına doğru kaymış ve (özellikle Düsseldorf Ekolü’nün fazla odaklandığı ürünlerle) müzayede ve sanat piyasasında müthiş fiyatlara ulaşmıştır. Bu abartılı durum, internet hisseleri piyasasında, 2001 yılında görülen hızlı düşüşten kaynaklanan, bir finansal kırılma ile son bulmuştur. Bir sonraki jenerasyonun koleksiyonerleri, sanat piyasasının eski değerlerine (resim, heykel ve zarif baskılara) geri dönmüşlerdir.

Return to Veste Rosenberg 2006 f: Beate GEISSLER & Oliver SANN

Sanatsal ilginin zirvesine ulaşan bir başka alan ise bilgisayar oyunları endüstrisidir. Bu endüstri, sanatçıları olduğu kadar genç girişimcilerin son iki neslini de etkilemiştir ve onların yolu da, sonuçta fotoğraf ile kesişmiştir. Alman-Amerikan sanatçılar Beate Geissler ve Oliver Sann, 2006 yılında “Veste Rosenberg’e dönüş” isimli video oyunu şeklindeki sanat çalışmalarını ürettiklerinde, Güney Almanya’da bir kalede gerçek oyuncular tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu ile işe başladılar. Sadece video sıralamasını değil aynı zamanda büyük ebat fotoğraflar
da çektiler –8”x 10” renkli negatif– ve bu fotoğraflar büyük ebatlarda basılarak galeri duvarlarını ve kitapları süslediler. Bunları bir ortaçağ kalesinde, çevrelerindeki büyük 15. Yüzyıl tabloları ile ilişkilendirirseniz, renk şemalarına olduğu kadar, aynı zamanda kompozisyonlarına da gönderimde bulunulduğunu görürsünüz.

Son olarak; bu bahsettiklerimiz sadece sanat dünyasıyla ilgili kavramlar değildir. Günümüzde estetik operasyon geçiren herkes artık X-ray ışınları yerine 3D simulasyonuna maruz kalıyor. Simulasyonda kendisi için bilgisayar kullanarak oluşturulan yüzeylerde mikroskobik detaylar daha iyi algılanabilsin diye doktorun tüm renkleri kapatmış olmasını umut etmektedirler, çünkü insan gözü renklerin her türüne çok yavaş ve net olmayan bir tepki göstermektedir. Bina ve köprü inşa edenler, gerçekte hiç kullanılmayan bir beton karışımı simülasyonu kullanmaktadırlar, öyleyse bu durum, sanatta ne kadar önem taşımaktadır?

Sanat; estetik konular aracılığı ile iletişim kurmaktır ve bunun içinde medyatik etki taşıyan bir kendini yansıtma da bulunmaktadır. Bu etki, geçmişte, içinde bulunduğumuz zamanda veya gelecekte bir tablo, heykel, müzik, ses, fotoğraf, grafik şekiller, bilgisayar imajları şeklinde ortaya çıkmıştır, çıkmaktadır veya çıkacaktır. Sanat ve diğer tüm alanlarda fotoğrafın başarmak zorunda olduğu şey, beklenmeyen bir gerçeklikle yüzyüze gelmesini sağlayarak, kişiye kendi varoluşunu sorgulatmaktır. Bunun nasıl başarıldığı hiç önemli değildir, elbette ‘fotoğraf’ da bir yöntem olabilir.

Rolf SACHSSE

Çeviri: Arzu ÖZGEN

Kontrast Sayı 39, Ocak-Şubat 2014

Bizi paylaşın..