Gezi isyanı hiç beklenmedik bir anda başladığı gibi, hiç umulmayan boyutlara ulaştı ve hayatımızda çoğu geçici olmakla birlikte bazıları yapısal değişimlere yol açan etkiler yarattı. Öngörülmeyen etkiler.
Ülkenin batı yakasında bu çapta bir sokak hareketi ve hak mücadelesi çoktandır unutulmuştu. Metropolün sembolik değer taşıyan, aynı zamanda farklı sosyal ve ekonomik dinamiklerini bütün canlılığıyla yansıtan merkezinin işgali bütün dikkatleri üstüne çekti; olayların içinde bulunanlara da, dışında kalanlara da, yanında olanlara da, karşısında duranlara da bir şekilde temas etti. Doğrudan bir temas.
Gezi İsyanı halk hareketinin parlak bir kıvılcımı olarak kendisini tamamladı.
Aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen isyanın özneleri kadar muhatapları da Gezi ile hesaplaşmalarını tamamlamış değiller. Politik tavır ve kararlarını zaman zaman olaylara gönderme yaparak gerekçelendiriyorlar. Tamamlanmamış bu hesaplaşmanın bilinçaltındaki uyanışları siyasetin referanslarından biri oldu. Bu haliyle Gezi İsyanı toplumsal tarihteki yerini aldı.
Giriş mahiyetindeki bu sözlerde yer alan “doğrudan temas” ve “öngörülmeyen etki” meselelerini açmaya çalışarak “tarihte yer alma” konusunda olağandışı bir performans sergileyen “direniş fotoğrafları yayıncılığı” üstünde durmaya çalışacağım. Bunu yaparken önümde üç örnek kitap olacak. Direnişi konu alan çok sayıda fotoğraf yayını arasından neden sadece bu üçünü seçtiğimi açıklamam gerekirse, dergi yazısının sınırlarına uymak gereği belki birinci neden olabilir, ikinci neden birbirinden farklı yapılara sahip olmalarıdır; bir diğer neden ise ortaya çıkış süreçlerinde ve hedeflerindeki farklılıklardır. Gayet öznel bir başka neden olarak da bu kitapların varlıklarıyla beni heyecanlandırmış olmalarını gösterebilirim.
Bu kitapların sayfalarını karıştırırken fotoğraflarda direniş temsilinin nasıl yapıldığını anlamaya çalıştım.
Hangi durumların fotoğrafçılar tarafından kaydedilmeye değer görüldüğünü, tanıklıkların hangi bakış açısıyla üretildiğini, hangi motivasyonun fotoğrafçıyı harekete geçirdiğini, kitapların bütününde nasıl bir sözün ortaya çıktığını görmeye gayret ettim. Vardığım sonuçların tamamına bu yazıda yer veremeyeceğimi belirterek yeri geldiğinde kısa değinmelerle yetineceğimi belirteyim.
Ele alacağım son kitap ise isyan sırasında fotoğraf çeken ve fotoğrafla ilişkisini birbirinden farklı biçimlerde tanımlayan, fotoğrafçıyla yaptığım mülakatların toplandığı “Bir İsyanı Fotoğraflamak – Gezi’nin Fotoğrafçıları Naklediyor” adlı çalışmam olacak.
Bunların tamamı Kontrast okurlarının tahammül sınırları çerçevesinde kalacak. Umarım…
Durumun Anlaşılması
Gezi isyanı, toplumsal talepler için her türlü toplu hak arayışının şiddetle bastırıldığı bir sırada ortaya çıktı.
Tek tip insanlardan oluşan toplum inşa etmek için sistemi düzenleyen uygulamalar bugünkü gibi devredeydi.
Rant ve kazanç hırsı o zaman da kent ve tabiat değerlerini yok sayıyordu. Yeni emekçi kesimleri oluşturan iyi eğitim görmüş büro işçileri her krizden daha fazla etkilendiklerini fark etmeye başlamışlardı…
Geniş bir toplumsal ve oldukça farklı siyasal kesimlerin katılımıyla ortaya çıkan tepkinin sebebi sadece Taksim Gezi’sindeki ağaçların kesilmeye kalkılması değildi kuşkusuz. O ağaçlarla birlikte kamusal bir alan korunmaya çalışılıyor; yaşam biçimlerine ve farklı değerlere saygı gösterilmesi isteniyor, doğanın önemsenmesi, insanın çevreyle ilişkisinin adil biçimde sürdürülmesi savunuluyordu; yaşam alanlarının merkezdeki iktisadi akıl tarafından nesneleştirilmesine itiraz ediliyordu. Ceberrut muktedirlerin nobran söylemlerini iktidar imkânlarını kullanarak sokaktaki insanın üstüne boca etmesine, fiili zorbalığa karşı duruluyordu. Harekete geçen geniş toplumsal kesimlerin arasında fotoğrafçılar olduğu gibi, hemen her eylemcinin aynı zamanda görsel kayıtçı gibi davrandığı bir olay yaşanıyordu.
İki akıl, iki hayat algısı karşı karşıya gelmişti. Şehrin ortasındaki yeşilliği rant alanı olarak görerek inşaat yapmak isteyen iktidar aklı ile o akla karşı dururken birçok farklı itirazı da aynı platformda dile getirmek isteyen isyancı aklı. Ekonomik, sosyal, sınıfsal faktörler; kimlik, hak ve özgürlük talepleri; yaşam alanı savunması, demokrasi talebi, çatışmanın belirginleştiği uçlarından başlıcalarıydı.
Kente yerleşme sürecini büyük oranda tamamlamış olmakla birlikte, kentlilik bilincini yaratamamış toplumun çatışan iki tarafı, en arkaik ve hâlâ etkili mücadele araçlarını kullandığı gibi en teknolojik cihazlara ve yaratıcı yöntemlere de başvurarak hareket alanını savunmaya ve genişletmeye çalıştı.
Sayısal görüntü üretme ve dağıtma işi direnişçilerin en popüler mücadele araçlarından biriydi. Bu sayede aralarında irili ufaklı haberleşme ağları yaratarak belli noktalara dikkat çekebiliyor, yönlendirme yapabiliyorlardı. Eylemciler yaşadıkları her durumu, ister içinde bulunsunlar isterse sadece tanık olsunlar, fotoğraflar ve videolarla kaydedip dağıttılar. Aynı sırada olağanüstü bir hızla devreye giren manipülatif bilgileri ve kasıtlı haberleri etkili kılmak için de görüntülerin inandırıcılığından istifade ediliyordu. Çok geçmeden sanal âlemdeki dezenformasyonlara karşı hassasiyet başladı. Uyarılarla birlikte enformasyonun/haberin, doğruluk/güvenilirlik sorgulamasının mekanizmaları kurulmaya çalışıldı.
Sanal âlemdeki görüntüler, direnişçilerin sahip olduğu bir güç, hatta orantısız bir güç olarak kendini gösterdi ve süreçte kendi çapında önemli sayılabilecek bir rol oynadı. İktidarın bu durumu fark etmesiyle birlikte olağan refleksi de ortaya çıktı. Foto muhabirlerini, fotoğrafçıları ve fotoğraf çekenleri olağanüstü sert müdahaleyle engellemeye çalıştı. O günlerde çok sayıda fotoğrafçı doğrudan şiddete maruz kaldı, yaralandı ya da gözaltına alındı.
Doğrudan Temasın Anlaşılması
Sınıfsal aynılık taşımayan, örgütlü olmayan, programı ve bir sonraki adımı ortaklaşmamış bir toplumsal hareketten söz ediyoruz. Bu hareketin bir park savunması şeklinde başlamış olması nedeniyle sınırlı bir etki yaratacağı ve geçici sonuçlara ulaşacağı öngörülebilirdi. Ancak bizim gibi hızlı değişen, genç, dinamik toplumlarda hiç bir tepki sadece kendisiyle sınırlı kalmıyor, umulmadık dalgalar yaratabiliyor.
Halk hareketlerinin genellikle beklenmedik anda, umulmadık bir olayla başlayıverdiğini dikkate alacak olursak Gezi İsyanı da hiç beklenmedik bir anda ortaya çıktı. Bu çıkışın sosyo-ekonomik sebepleri zaman içinde doğru tespitlerle açıklanacak kuşkusuz; tıpkı yarattığı etkilerin daha görünür olacağı ve onlar üstünden daha sağlıklı değerlendirmeler yapılacağı gibi. Bu aşamada bize düşen, fotoğrafçılık vizöründen baktığımız zaman görünen alametlere dair değerlendirmeler yapmak olacak.
Gezi İsyanı’nın Taksim Meydanı’ndan başlayarak memleket çapında sokak hareketlerine dönüşmesi, irili ufaklı işgaller ve günlük/periyodik gösteriler şeklinde devam etmesi çarpıcıydı. Bir bu yanı vardı, yani fiili boyutu, bir de zihinlerde yarattığı ikinci bir etki alanı, yani fotoğraflarla izlenen görsel boyutu. Olaylar sırasında görüntülerin ilettiği bilgiler yoğun duygu birikimleri yarattı; zorbalığın şiddetin görüntülerdeki yansımasıyla birlikte tepkilere dönüşen bu duygular direniş ruhuna katkıda bulundu, sirayet etmesini sağladı.
İşte tam bu noktada fotoğrafların sokaktaki fiili direnişe etkisi kadar, zihinlerde-duygularda yarattığı anlık etkiyi de dikkate almak gerekiyor. Bu etkinin derinliği ve harekete geçirici yanı “doğrudan” olmasıydı. Direnişin içinde olanlar kadar, çeperdekiler ve uzakta kalanlar da fotoğraflar aracılığıyla olaylardan eşzamanlı ve doğrudan bilgilendiler, bilgilenmekle kalmayıp “etkilendiler”. Bu cümlenin alt okumasını yaparsak eğer, fotoğrafa bakan kişinin görüntüde temsil edilen vaziyetle doğrudan ilişki kurabildiği ön kabulü ortaya çıkıyor. Evet bazı durumlarda, fotoğrafın temsil ettikleriyle onu alımlayan öznenin arasında doğrudan temas ilişkisine benzer bir alan oluştuğunu söylemeye çalışıyorum.
Gezi isyanı gibi olayların sıcak yaşandığı durumlarda, göstericilerin maruz kaldığı tahammülü aşan ve yüksek risk taşıyan organize şiddeti gösteren fotoğraflar böyle bir “doğrudan gördüm” etkisi yarattı. Bu etkiyi doğuran etkenlerden biri fotoğrafın çok sayıda insan tarafından, daha olay sürerken, aynı anda görülmesiydi.
Fotoğrafın üretildiği an ile dolaşıma sokulduğu an arasındaki süre günümüzde sıfıra yaklaştı. Artık bir fotoğrafın görülebilir olması için karanlık oda/baskı/film-klişe/matbaa gibi hayli uzun bir süreç gerekmiyor.
Fotoğrafçının görüntüyü kaydederken yaşadığı anındalık, üretilmiş görüntünün izleyiciyle buluşma aşamasında, fotoğrafa bakıldığı anda da yaşanıyor.
Susan Sontag’ın “her fotoğraf zaman geçip günü geldiğinde sanat eseri mahiyetinde etkili birer imaj olacaktır”, cümlesiyle tefsir edeceğimiz görüşündeki zaman faktörünü tersine çevirerek şunu söyleyebiliriz:
Fotoğrafın üretimi ile tüketimi arasındaki süre kısaldıkça o görüntünün bakan kişi üstündeki doğrudan temas etkisi artıyor; “ben gördüm” e yakın okuma yapılabilmesine uygun bir zemin ortaya çıkıyor. Bunu sağlayan unsurlar arasında sayabileceğimiz akıllı telefon teknolojisinin ve görüntüyü anında çoğaltarak dağıtabilen yazılımların yeri son derece önemli kuşkusuz. Ama daha önemlisi, fotoğraftaki temsilleri alımlayarak tepki göstermeye hazır öznelerin varlığı.
Yıllardan beri fotoğrafik görüntülerin toplulukları harekete geçirebilme gücüne sahip olup olmadığı konusunda tartışmalar yapıldığını hepimiz biliriz. Vietnam savaşının fotoğrafları bu bağlamda çok konuşulur, Ebu Gureyb fotoğrafları gibi, dönemsel etki yaratarak toplumsal tutum alışlara sebep olabildikleri değerlendirilir.
Bugün DAİŞ terörünün propagandası için dağıtılan infaz fotoğrafları ise “turuncu tulum” gibi sembollerin ve bıçakla kafa kesmek gibi “arkaik” cinayet biçimlerinin kullanımını göstererek iki taraflı etki yaratıyor.
Bu görüntülerin temsillerine açık zihinler, güçlü sembollerin etkisiyle olumlu okuma yapıyorlar. Tersine bir algı zeminine sahip zihinlerde ise korku ve öfkeyle birlikte henüz açığa çıkmamış bir toplumsal tepki birikiyor.
Her durumda fotoğrafların kolektif kanaat oluşumuna katkıda bulunarak bilinç oluşturmak ve tutum almak konusunda yarattığı etkilerin kayda değer olduğunu düşünüyorum.
Gezi direnişindeki ikonik imajlardan Osman Örsal’ın çektiği Kırmızılı Kadın fotoğrafını güncel bir örnek olarak değerlendirebiliriz. Bu fotoğraftaki temsilin yarattığı etkiyi mevzi ve dönemsel olmaktan çıkaran en önemli unsur, o görüntüdeki mesajın ortak okumasının “artık yeter” duygusunu harekete geçirmesi oldu. Gezi İsyanında en az ikonik imajlar kadar çekildiği anda dağıtıma sokulan, “yurttaş haberci” görüntülerinin de önemli olduğunu belirtmek isterim. Çoğunun adını bilmediğimiz fotoğrafçı ve videograflar, güvenilir haber için gerekli doğrulama mekanizmalarından yoksun oldukları halde önemli bir enformasyon kaynağı işlevi gördüler. Özellikle bu anlık dolaşım fotoğraflarının “doğrudan temas” (yanılsaması) ile desteklenmiş güçlü kanaatler yarattığını ve bu kanaatlerin sokaktaki fiile yansıdığını söyleyebiliriz.
Öngörülmeyen Değişimin Anlaşılması
Dekoratif imajlar üretmek maksadıyla belirli klişeleri uygulayan popüler fotoğrafçılık anlayışı da bu süreçten nasibini aldı; kolektif bir eğlence aracı ve faydalı bir sosyal etkinlik şeklinde yaygın bir imaja sahip fotoğrafçılığımız, Gezi İsyanı sürecinde öngörülmeyen bir etkiye maruz kaldı. Tıpkı toplumdaki farklı sosyal-politik-kültürel kümelenmelerin maruz kaldıkları etkiler gibi.
Direniş alanlarında kimi zaman aktivist sayısı kadar fotoğraf çeken vardı. Hem eylemci hem fotoğrafçı olanlar kadar bağımsız belgeselciler ve haberciler de alanlardaydı. Yerli ve yabancı medyanın kadrolu foto muhabirleri, alternatif medya fotoğrafçıları, meraklı amatörler, cep telefonunu yüksek performansla kullanan yurttaş muhabirler, alandaki başlıca fotoğrafçı gruplarını oluşturuyordu.
Bu arada portfolyo zenginleştirmek için fotoğraf çekenlerden, Park’ta çekim gezileri yapan gruplara kadar geniş bir yelpazeden gelmiş fotoğrafçılar olayla ilgilendi. Bu süreçle ilgili daha geniş değerlendirmeyi “Gezi Direnişinden Sonra Hiç bir Şey Aynı Olmayacak Peki Ya Fotoğraf” [*] başlığıyla Fotoğrafya Dergisi’nde (dijital yayın) ve “Bir Direnişin Fotoğrafla İmtihanı” [**] başlığıyla Kontrast Dergisi’nde yazdığım için ayrıntısına girmek istemiyorum.
Burada üstünde durmaya çalıştığım şey, özellikle fotoğrafla ilgilenen gençlerin temel motivasyonlarında toplumsal saiklerin giderek ağırlık kazandığı bir dönemde Gezi direnişi güçlü bir sıçrama yarattı. Bu sıçramanın yapısal bir değişimin habercisi olup olmadığını önümüzdeki zamanda göreceğiz. Direnişi, öncesinde var olan az sayıdaki fotoğraf kolektifleri önemli bir işlev gerçekleştirdiklerini kendileri de şaşırarak gördüler. Bağımsız haber, foto röportaj ve belgesel çalışmalar üreten bu kolektifler bir anda ortaya çıkan güvenilir enformasyon boşluğunu doldurmaya aday oldular.
Ana akım medyaya duyulan güvensizliğin, direniş alanlarında çarpıcı biçimde doğrulanmasıyla birlikte haber mecrasının ekseni değişir gibi oldu.
Yurttaş muhabirler, bağımsız haberciler, alternatif medya ve fotoğraf kolektifleri önemli bir çekim alanı yarattılar. Sanal ortamda dolaşan fotoğraflar taşıdıkları bütün editoryal eksiklere ve güvenilirlik ölçümlerinin noksanlığına rağmen yaygınlaştılar. Bu durum sayısal ortamda öngörülmeksizin yaratılmış haber ağları şeklinde ortaya çıktı. Taksim Gezisi’ndeki kolektif yaşam denemeleri, alternatif haber medyalarına da yansıdı. Bu mecralar geçici olmakla ve taşıdıkları birçok handikapla birlikte kalıcı ve yeni kanalların inşası için önemli bir pratik edindiler. Nitekim Gezi İsyanının ardından fotoğraf kolektiflerinin, birliklerin ve girişimlerin sayısındaki artışa paralel olarak görünürlükleri de yükseldi. Bu durumun birinci nedeni, süreklilik ve güvenilirlik karatlarının henüz mihenk taşına vurulmamış olmasına rağmen hayli yüksek görünmesiydi.
Tarihte Yer Almanın Anlaşılması
Sanal alemde dolaşan fotoğrafların anlık etkilerini bir tarafa bırakacak olursak “zamana dayanıklılık” ve “bağımsız kalıcılık” bakımından zaafları olduğu açık. Günümüzde hâlâ kağıda basılı görsel ya da yazılı bilgilerin zamana karşı daha kalıcı olduğu denenmiş bir gerçek. Basılı fotoğraflar görünür olmak için bir cihaza, teknolojik bir altyapıya, enerji, servis sunucu gibi teknik desteğe ihtiyaç duymuyorlar. Doğanın yıpratıcılığı dışında her hangi bir dış etkenden bağımsız kalabiliyor, kendi başlarına varlıklarını sürdürebiliyorlar. Bu bağımsız varoluş sayesinde kağıda basılmış fotoğraflar tarihte yer alabilme konusunda diğer kayıt ortamları karşısında rakipsiz görünüyorlar. “Şimdilik” diyerek ihtiyat payını ihmal etmeyelim. Kuşkusuz sadece bu nedenle değil ama aynı zamanda bir pazar değeri taşıdığı için de olayların ardından bazıları fotoğraf albümü şeklinde olan çok sayıda Gezi Direnişi kitabı basıldı. İsyanın birinci yılında Coşkun Ak Bianet.org haber portalında yaptığı Gezi kitapları değerlendirmesinde, ilk kitapların daha direniş sürerken çıkmaya başladığını belirterek, haftada iki kitap ortalamasıyla, bir yıl içinde 100 kitabın basıldığını söylüyor.
Süreci ele alan tanıklıklar, sosyal alan çalışmaları, politik çıkarımlar, analizler, kronolojik dökümler içeren birçok kitabın arasında fotoğraf kitapları “kolay üretilir” olmaları nedeniyle bir anda kitapçı raflarında belirdi.
İlk çıkanlar, direnişin mizahını görünür kılan duvar yazılarının fotoğraflarından oluşuyordu. Bu ilk örnekler peş peşe baskılar yaparak alışılmadık bir sirkülasyon yaratınca farklı yayıncılar tarafından benzerleri üretildi.
Her hangi bir fotoğrafik değer iddiası olmayan ve gerek tasarımı, gerekse baskısı gerekli özenden hayli uzak görünen bu kitaplar konumuzun dışında kalıyor.
Ancak onlarla birlikte bir anda ortalığı saran ve başlığında “Gezi” ibaresi bulunan kitaplar hatırı sayılır bir alıcı talebiyle karşılaştı. Bir pazar oluştu. Aceleci, dağınık içerik savrukluğundan mustarip çok sayıda yayın “fırsatçılık” eleştirisini gündeme getirdi. Bütün bunlar bir tarafa Gezi süreciyle ilgili yayınlanan her kitap barındırdığı veriler sayesinde “tarih içinde belirli bir boşluğu dolduracaktır”, diyerek iyimser bir cümle kurabiliriz.
Burada sözünü edeceğim kitaplar ise özgün yapılarıyla dikkatimi çeken fotoğraf yayınlarıydı. Aynı değerde başka yayınların da var olduğunu dikkate alarak bu yazıyı üç çalışmanın tanıtımını yaparak tamamlayacağım.
Ayrıca kapsamlı bir çalışma yapılabilir. Direniş kitaplarındaki fotoğrafların konu gruplarına ayrılmasıyla sürecin hangi yönlerini öne çıkardıkları görülebilir, bir araya geliş biçimleri dikkate alınarak nasıl bir direniş temsili yarattıkları incelenebilir, fotoğrafların oturtulduğu bağlam ve söylem araştırılabilir. Böyle bir çalışma bize genel boyutlarıyla bir direnişin fotoğraflardaki temsilinin ortaya çıkardığı anlamları göstermesi bakımından ilginç olur.
Çünkü herkesin bildiği gibi fotoğraflar kolaylıkla fotoğrafçısının maksadından farklı anlamlara açılabilen temsiller yaratabiliyor.
Bunun için fotoğrafın üretimi sırasında görsel elemanların istifinden başlayarak görüntüdeki atmosfer yaratımına kadar bir dizi faktör devreye giriyor. Fotoğrafın üretiminden sonra da bağlamın açık ifadesiyle birlikte, editoryal süreçlerin fotoğrafçıyla uyumu gündeme geliyor. Farklı eleştiri metotlarını kullanarak fotoğraflı direniş kitaplarının ele alınması, fotoğraf camiasının fikriyatına katkı sağlamakla birlikte direnişin sosyolojik derinliklerine de kapı açan veriler sağlayabilir.
Kitapların Tanıtılması
Burada fotoğrafları genel bir tanıtımla ele alarak, istemeyerek de olsa bununla yetinmem gerekiyor.
Gazeteci Gözüyle Direniş • 21 Foto Muhabirinden Gezi Fotoğrafları
Kırmızı Kedi yayınlarının Aralık 2013’te yayımladığı kitabı Serkan Ocak ve İdris Emen yayına hazırlamış, editörlüğünü Coşkun Aral yapmış. Adından da anlaşılacağı gibi fotoğraflar medyada çalışan foto muhabirlerinin görüntülerinden oluşuyor. Birçoğu çarpıcı yapıya ve sözünü güçlü biçimde taşıyacak kurguya sahip bu fotoğrafların pek azını günlük basında görebildik. Haftalarca süren olaylarda medyanın tercih ettiği görüntüler birbirini tekrarlar mahiyetteki klişe imajlardan ibaretti. Gazete sayfalarındaki kullanımları ise dekoratif kaygıların ötesine geçtiği zamanlar yazılı haberin “işaret edeni” olmaktan öteye gidemiyordu.
Özveriyle çalışan yaratıcı foto muhabirlerinin birçoğu göze aldıkları riski bir tarafa bırakalım, emeklerinin bile değerlendirilmediğini gördükleri halde motivasyonlarını kaybetmeden kişisel tercihleri doğrultusunda tarihe tanıklık etmeye çalıştılar.
Gazeteci Gözüyle Direniş kitabıyla birlikte foto muhabirlerinin olaylara geniş bir perspektifle ve farklı boyutlarıyla birlikte baktığını bir kez daha gördüm.
“Başlarken” yazısında Coşkun Aral hakikat ve manipülasyon ayrımına dikkat çekerek direnişten aylar sonra yayımlanan kitapla birlikte bütün senaryoların fotoğrafın diline bırakıldığını, Gezi’nin fotoğraflarla anlatıldığını söylüyor. Bu vurgu, bir hakikat arayışının ve güvenilir kaynak olması itibariyle “dürüst fotoğraf” konusunun altını çiziyor. Fotoğraf çevrelerinin gündeminde gayet küçük bir yer tutan bu vurgu, haber fotoğrafçılığının günümüzdeki başlıca zaaflarından birine işaret ediyor. Fotoğrafın dili, o dilin hakikati yansıtabilme gayreti ve güvenilir olabilme kaygısı…
Serkan Ocak, kitaptaki yazısında “tarihin her anını görüntüleme” gayretiyle çalışan foto muhabirlerinin “geleceğe bir iz, bir eser bırakma telaşıyla” bu kitabı hazırlamaya karar verdiğini söylüyor. Kitaptaki fotoğrafların dizilişi kronolojik olmakla birlikte yan yana gelişleri belirgin bir anlamı işaret edecek biçimde kurgulanmıştır. Fotoğraflarda şiddet oldukça sert vurgularla temsil edilmiş, hatta bazı planlarda tüyler ürperten kanlı sahnelerle izleyicinin görsel deneyim sınırlarını zorlamaktan çekinilmemiştir.
Genel olarak fotoğrafçılar aksiyonun yüksek olduğu sahnelerde çarpıcı anları görmekte mahir olmakla birlikte, polisin her fırsatta bolca kullandığı su toplarının ve gaz bombalarının yarattığı sis bulutlarını, estetik kaygıya ağırlık veren görüntü oluşturmak için alabildiğine kullanmışlar. Gece eylemlerinde ters ışıkların yarattığı renkli fondaki siluetler ise oldukça ağır koşullarda çalışan habercilerin kendilerine verdikleri küçük mükafatlar gibi üretilmiş ve biraz da benzer yaklaşımla kitaba serpiştirilmiştir. Kitabın sayfalarını baştan sona kadar çevirirken direnişte tansiyonun yükselip alçalan dalgalarını hissetmek mümkün oluyor, direnişte tansiyonun yükselip düştüğü zamanları yakından izlemek imkânı bulunuyor. Kitabın kapak fotoğrafında ise “nizami” pozisyonundaki bir polisin attığı gaz bombasını tam polisin karşısından fotoğraflayan çok sayıda fotoğrafçıyı görüyoruz.
Özellikle gün inmeye yakın saatlerde gaz fişeği atılırken silahtan çıkan alev huzmesinin yarattığı etkileyici görüntü, eylemler boyunca fotoğrafçıların aradığı karelerden biri oldu ve çokça da fotoğraflandı. Gazeteci Gözüyle Direniş kitabının kapağı belki de bu duruma vurgu yapmak istemiş olabilir. Belli ki olduğu yerde üst üste çok sayıda atış yapmakta olan polis memurunun karşısında kah ayakta, kah yerde, kah diz çökmüş vaziyette etkili plan arayarak çalışan bir dizi fotoğrafçıyı göstermiştir.
Gözün İsyanı • Gezi
Sinan Çakmak’ın fotoğrafları Boyut Yayınları tarafından Kasım 2013 tarihinde yayınlanmış. Şebnem İşgüzel ve Ümit Alan, kitabın girişindeki yazılarında geçmiş zaman yaşanmışlıklarını direniş gözlemleriyle buluşturarak süreci değerlendiriyorlar. Fotoğraflı sayfaları çevirerek sonlara yaklaşırken Ahmet Güntan Gezi üstüne yazdığı denemeyi kitabın adına bağlayarak bitiriyor, “Ha bir de gözünüzün değerini bilin, görün tamam mı. Gezi gözün isyanıydı” diyor. Gökhan Tan ise titizlikle hazırladığı belli olan direniş kronolojisini 2007 tarihinden başlatarak Gezi İsyanını hazırlayan sürecin nirengilerini sıralıyor.
Genel plan fotoğraflarla başlayan ve sayfalarca devam eden görüntüler çift sayfaya açılmış halde İsyanın farklı boyutlarını göstererek okuru çekiyor. Fotoğrafların sıralaması kronolojik bir dizilişten ziyade fotoğrafçının öznel ifadesinin önemsendiğini düşündürüyor. Kitabın iç kurgusu gibi tek tek fotoğrafların inşasına dikkat edildiği zaman, bir haberci gözünden çok isyancı bir gözün arada kendi içini de açığa vuracak şekilde sürece düştüğü notlar şeklinde yorumlanabilir. Bu haliyle habercilerin temel kaygısı olan gösterme-izah etme gayretinden çok ima ederek anlatma tavrı kitabın kapağından başlamak üzere belirgin biçimde görülüyor. Kitabın ortalarına doğru fotoğrafçının olayın içine daha fazla girerek orta planlara ağırlık verdiğini görüyoruz.
Bunu yaparken içeriğine uygun “aykırı”, “özgün” istiflere rahatça başvuruyor. Fotoğraflar bu haliyle alanda dolaşan birinin gözüne iliştiği halde dikkatli bakmazsa kaçıp gidiverecek kritik anları güçlü biçimde temsil ediyor.
Bunu güçlendiren bir gösterme yöntemi kullanıyor: Olayın nabzını kadrajın içinde küçük bir alana net bir görüntü halinde sıkıştırarak geri kalan yüzeyi eylemcilerin aksiyon dolu davranışlarını uçucu siluetler halinde ön plana alarak yapıyor. Bu istifleme hem fotoğrafçının oradaki varlık nedenini deklare eden gözleme/gözlemleme durumuna vurgu yapıyor hem de dikkati yoğunlaştırarak olayın sadece durum olarak tasvirini değil duygu yoğunluğunu da yansıtabiliyor. Bu bakış biçimi bir üslup denemesi gibi kitap sayfalarında zaman zaman ortaya çıkıyor. Kitabın tamamında renk ve ışık oyunlarıyla yaratılan sisler içindeki romantik “direniş” planlarından uzak durmaya dikkat edildiği anlaşılıyor.
Kitap içinde sunulan fotoğrafların sonuncusu kapakta kullanılan görüntüyle aynı. Sıcak renklerle boyanmış bir kepenkte plastik mermi izleri ve iki insan gölgesi gösteriliyor. Bu fotoğrafın kapak olarak seçilmesi fotoğrafçının aynı zamanda direnişe dair özgün sözünü yansıtmak istediğine ilişkin bir vurgu taşıyor. Sadece gölgelerle anlatılan direniş sahneleri kitapta belli aralıklarla tekrarlanıyor. Bu bir üslup kaygısından çok olaylar devam ederken ne olacağını tam kestiremeyen herkesin yaşadığı belirsizlik – tekinsizlik hislerinin fotoğrafçı tarafından da paylaşıldığını gösteriyor.
Fotoğraf Notları • Occupy Gezi Direnişi
Galata Fotoğrafhanesi’ninyayını. Yücel Tunca’nın yayına hazırladığı kitaptaki fotoğraflar Belgesel Fotoğraf Topluluğu ve Taksim’den Elini Çek Fotoğrafçı İnisiyatifi’nin ürünü. Başlıca özelliği Gezi İsyanı başlamadan önce de Parka inşaat yapılmasına karşı yürütülen kampanyalara fotoğraflarıyla katılan Galata Fotoğrafhanesi çevresindeki fotoğrafçıların çalışmalarını toplaması.
Kitabın sunuş yazısında Yücel Tunca “Taksim yayalaştırma projesine itirazlar 2012 yılında başladı. Seyrek de olsa birkaç yüz kişilik itirazlarla kamuoyu uyarılmaya çalışılıyordu. Taksim Meydanı’nın karmaşadan kurtulmasında hemen herkes hemfikirdi fakat bir oldubitti ile meydanın betonlaştırılması gibi ciddi bir tehlike söz konusuydu” dedikten sonra, “Hesabın tutmadığı, ilk ağaç devrildiğinde anlaşıldı. Suskun ve apolitik olduğu kabul gören büyük bir genç kitlesi yaşam alanlarının fütursuzca yağmalanmasına öyle bir tepki verdi ki, sesleri neredeyse bütün dünyada yankı buldu…” diyor.
Kitap Parkın direniş öncesi günlerini gösteren fotoğraflarla başlıyor. Kronolojik bir dizilişle yerleştirilmiş fotoğraflara geçmeden önce Taksim Meydanı’nın Doğu Roma dönemlerine kadar uzanan geçmişini anlatan metne yer veriliyor. Kitap sekiz ana bölüme ayrılarak eylemlerin farklı aşamalarını gösteren fotoğraflarla devam ediyor. Galata Fotoğrafhanesi’nin genel yaklaşımına uygun olarak metinlere de önem verilmiştir. Fotoğraf altlarının yanı sıra daha ayrıntılı arka plan bilgileri verilmeye çalışılmıştır.
Gezi İsyanı boyunca gerçekleşen birçok aşama çok sayıda fotoğrafla ayrıntılı biçimde gösterilmeye çalışılıyor.
Bu haliyle oldukça kapsamlı bir dokümantasyon oluşturmayı amaçladığı anlaşılan kitapta birbirinden farklı fotoğrafik yaklaşımlar bulunuyor. Böyle bir çalışmanın üslupçu bir seçki yapmasının söz konusu olmayacağı dikkate alınırsa, bazıları sadece göstermekle yetinen, bazıları anlatan ve yorumlayan fotoğraflar olduğu gibi, ima gücü yüksek mecazlı fotoğraflar da bulunuyor.
Kitaptaki fotoğrafların genelinde şiddetin temsili konusunda titiz davranıldığı fark ediliyor. Kan ve dehşet görüntülerinin pornografik temsillerinden özel olarak kaçınılıyor, ancak şiddetin teşhiri de ihmal edilmiyor.
Bu ince ayarı tutturmanın yolu, şiddetin pornografik temsiline yol açabilecek fotoğraflara tasarımda daha küçük yer ayrılarak bulunmuştur. Eylemcileri teşhir ve ifşa etme potansiyeli taşıyan görüntülere de benzer bir özenle yer verilmiştir. Son sayfalarda onca can kaybına, yaşanan acılara, kalıcı sakatlıklara ve yaralanmalara gönderme yapan fotoğraflar yer alıyor.
Kitabın kapağı için seçilen fotoğraf mecazlı bir görsel. Gezi’deki çınarların yüksek dalları, gaz bombalarının yarattığı sis bulutundan sızan güneş ışığında gösteriliyor. Huzmelerinin aydınlattığı yeşil yapraklar bir umut ifadesi gibi ışık kaynağının yönü de gösterilerek temsil ediliyor. Kitabın kapanış fotoğrafı, direnişçilerin süreç devam ederken eylem kıyafetleri içinde fotoğrafçıya verdiği pozlardan oluşan bir deneysel çalışmadır.
Bu temsil ile direnişin şenlikli bir süreç olduğuna ve birçok kazanımla tamamlandığına gönderme yapılıyor.
Bir İsyanı Fotoğraflamak • Gezi’nin Fotoğrafçıları Naklediyor
Bu kitap, benim direnişin son günleri yaşanırken başladığım bir çalışma. Agora Yayınlarından çıkan kitap Mayıs 2014 tarihini taşıyor.
62 fotoğrafçının yer aldığı çalışmada fotoğraflardan ziyade söz öne çıkıyor. Fotoğrafçılarla uzun mülakatlar yaparak isyan günlerindeki çalışma motivasyonlarını, fotoğraflama yöntemlerini, görsel arayışlarını anlamaya çalıştım. Çok sayıda soru yönelttiğim fotoğrafçıların her biri farklı saiklerle alanda bulunuyordu. Batılı ajans muhabirlerinden yurttaş muhabirlere, eylemci/fotoğrafçılardan bağımsız habercilere ve belgeselcilere
yayılan geniş yelpazede ana akım ve alternatif medya fotoğrafçıları geniş bir yer tutuyordu.
Kitabın amacı, fotoğrafçıların oldukça yakından izledikleri, bazılarının içinde yer aldığı süreci hangi düşünsel arka planla görüntülediklerini anlamaya çalışmaktı. Fotoğrafçılığın basit bir teknik kayıt olmaktan öte zihinsel bir faaliyetin dışa vurumu olduğu düşünüldüğü zaman, bu kitap fotoğrafçıların işlerindeki düşünsel arka planı, birikimi arama çabası olarak görülebilir.
“Gezi Direnişi’nin Türkiye’de yaygın olan fotoğraf anlayışının topyekûn gözden geçirilmesine fırsat vereceği kanısındayım. Bu sayede fotoğrafın toplumsal işlevinin yeniden ve tarihi örneklerden de ileri biçimlerde değerlendirileceğini tahmin ve umut ediyorum. ‘Gezi’den sonra hiç bir şey aynı olmayacak’ peki ya fotoğraf?” cümlesi bu yazının kubbesi olsun.
[**] Kontrast Dergisi, Köşe f/64, Eylül-Ekim 2013, Sayı:37
Özcan YURDALAN
Kontrast Sayı 47, Mayıs-Haziran 2015