Özcan YURDALAN | Müdahale İyi de Nereye Kadar (38. Sayı)

“Belgesel fotoğrafta konuya müdahale caiz midir?” sorusuna verilecek cevap belli:
“Siz nasıl biliyorsanız öyledir”

Öyle midir değil midir? diye kafa yormaya ne hacet. Üç buçuk kompozisyon kuralı, renk bilgisi, ışık oyunuyla fotoğraf sanatı yapma heyecanını yıllardır diri tutmayı başaran popüler fotoğraf anlayışının, bir süredir kendi kabuğunu kırma sancıları yaşadığı ortada. Hal böyle olunca, “Kendi hayat suyunu tez zamanda bulasın!” diye dilek tutmaktan başka bir şey gelmez elimizden. Yine de öyle yapmıyoruz malum, oturup beklemiyoruz. ..

… taşı gediğine koyma hevesiyle ettiğim bu lafları toparlayıp derginin dosya konusuna gelecek olursak, “asıl mesele temel kavramlarda anlaşabilmektir” gibi bir pelesengi yinelemek bahasına şunları söyleyerek devam etmek isterim:
Görüntü üretebilen aletlerle, yani ister fotogramın indirgeyici sadeliğiyle, ister pinhole’un doğrudan göstermeciliğiyle, ister ileri SLR’lerin mükemmel yansıtmacılığıyla yapılsın, isterse son model telefonların fotoğrafın doğasına mükemmel uyumu ile çekilmiş görüntüler olsun fark etmez, hepsi kabulümüzdür. Yani görüntü üretebilen herhangi bir alet vasıtasıyla dış dünyanın yeniden üretimi olarak ortaya çıkmış her fotoğraf, doğası gereği olduğu kadar, bugünkü anlam dünyamızda bulduğu karşılık itibariyle de “belge” niteliği taşır. Eyvallah. Hatta fotoğrafçının müdahale ettiği, düzenlediği sahnelerin fotoğrafı da belge vasfına sahiptir, yeter ki şerhi düşülmüş, “bu fotoğrafa şu aşamadayken, şöyle şöyle müdahale edildi” denmiş olsun. O da tamam.

Lakin burada bir hadise var, can ile canan arasında olduğu kadar fotoğrafçı ile fotoğraf arasında bir hadise bu: Kendini “belgesel” (bu “sel” tam olarak neye tekabül ediyor dersiniz?) olarak ortaya koyan görüntüler, elbet bir tez taşıyarak, bir ön kabulü peşinden sürükleyerek ve mutlaka fotoğrafçısını da bağlayan güvenceler vererek ortaya çıkıyor. En genel anlamda bu tez şöyle bir şey: “Belgesel fotoğraf bir hakikate işaret etme potansiyelini en baştan taşır.” Yani belgesel fotoğraf ile onun konu aldığı hakikat arasında hem işlevsel, hem de kavramsal boyutta bir rabıta bulunur. Bu rabıtaya hayat veren, sahici kılan ise can ile canan arasındaki hadisenin ta kendisidir. Nedir bu hadise diye sorulacak olursa cevabı, “doğruluk, güvenilirlik ve sorumluluktur” bana kalırsa.

Alt tarafı ortaya teknik bir kayıt çıkarıyoruz, kompozisyonu, ışığı, rengi yerli yerindeyse hele bir de popüler fotoğraf kültürü içinde “güzel” sıfatına layıksa, nereden çıktı bu “doğruluk, güvenilirlik, sorumluluk” gibi mevzular? Fotoğrafla ne alakası var böyle şeylerin? Fotoğraf deyince aklımıza sanat geliyor, sanat deyince de “bir şeyi güzel gösterme maharetini” anlıyoruz ya da “ilginç suretler yansıtma marifeti” diye biliyoruz… Kuşkusuz fotoğrafın böyle bir kullanım alanı da var. Popüler fotoğraf, dünyada da, memlekette de belirli kriterler üstünden yarattığı bir evrende yaşıyor. Kendine yeterli ve kendini besleyerek üretebilen bir yaşam alanına sahip. Öte yandan fotoğrafın haber, bilgi ve tanıklık taşıyan bir medyum olmak gibi doğasından gelen bir haslet mevcut. Bu sayının konusuna, bu yazının da sebebine işte tam buradan bakarak konuşulmalı bence: Acaba bir görüntünün belge vasfını kazanabilmesi için fotoğraf haline getirilmiş olması yeterli mi? Yoksa başka vasıflar arayıp farklı kriterleri mi devreye sokmalıyız?

Teknik görüntüyü tüketim toplumunun vazgeçilmez bir parçası olarak düşündüğümüz zaman, fotoğrafçılık meşgalesini sadece hoşça vakit geçirip, güzel görünümleri tükettiğimiz bir alan olarak düşünmemek gerek. Çünkü fotoğrafın her türü, ideolojinin hem üretildiği, hem dağıtıldığı canlı bir âlem. Ayrıca her fotoğraf günlük politikanın etkili bir aparatı olmaya son derece müsait. İşte belgesel fotoğrafa ilişkin kriterler buradan itibaren anlam kazanmaya başlıyor. Çünkü belgesel fotoğraf, hakikat ile kurduğu ilişkiyi ikna edici karakteriyle birlikte ortaya koyuyor. Bu nedenle fotoğrafın belgesel alanını kendi başına bir anlamlar dünyası olarak düşünmek ve dağıtım mecrasıyla bağımlı bir iletişim aracı olarak ele almak gerekiyor. O zaman işte kendine özgü kriterleri, değer yargıları ortaya çıkıyor.

Eğer ki bir fotoğraf haber, bilgi, tanıklık iletmek için dolaşıma sokulmuşsa, fotoğrafçısının şerhlerini de arıyoruz ister istemez. Eğer ki fotoğrafçı nesnel bilgiler içeren altyazı dışında bir açıklama yapmamışsa şunu anlıyoruz: “Karşımda olup bitenlere, oradaki varlığımın yaptığı etki dışında, benim doğrudan bir müdahalem olmadı.”

Elbet fotoğraf çeken herkesin, her istediğini istediği gibi yapma hakkı vardır, tersini düşünmek abes, lakin fotoğrafçı belgesel, ya da haber çalışıyorsa doğruluk, güvenilirlik ve sorumluluk kriterlerinin yanında bir de fotoğraflanan konunun otantik olup olmadığı sorgulanıyor bu âlemde.

Fotoğrafçının otantik olanı değiştirme hakkı vardır, ancak bu hak izleyicinin de fotoğrafçının yaptığı müdahalenin boyutlarını bilme hakkını beraberinde getirir. Fotoğrafla birlikte müdahalenin bilgisi de dolaşıma girmemişse eğer işte o vakit fotoğrafın doğruluğu ve fotoğrafçının güvenilirliği sorgulanır hale gelir…

diye düşünüyorum.


Özcan YURDALAN
Fotoğrafçı, Yazar
[email protected]

Kontrast Sayı 38, Kasım-Aralık 2013

Bizi paylaşın..