Özcan YURDALAN | “GEZİ’DEN SONRA HİÇBİR ŞEY AYNI OLMAYACAK” PEKİ YA FOTOĞRAF ? * (41. Sayı)

Türkiye toplumu tarihinin en önemli dönemeçlerinden birinden geçerken hiç olmadığı kadar çok sayıda görüntü kaldı geride.

Şehrin merkezinde, en göz önündeki meydanlarında yaşananlar kadar, merkeze uzak mahallelerinde ve ara sokaklarında olup bitenler de görsel kayda geçti. Yer ile gök arasında cereyan eden ne varsa hepsi sanal ortamda görüntü olarak yeniden üretildi, belli maksatlarla, belli alanlarda dolaşıma salındı.

Taksim Gezi Parkı’nda mevzi bir tepki halinde başlayıp topyekûn bir itiraz halini aldıktan sonra isyana dönüşen hadise, siyasal, sosyal ve kültürel etkileriyle uzun süre tartışılacağa benziyor. Kuşkusuz bugün yapılacak değerlendirmeler “erken” diye tanımlanma riski taşıyor. Alışık olmadığımız bu büyük toplumsal hareketin verilerini gerektiği gibi ve yeteri kadar toplayabildiğimizi henüz söyleyemeyiz.

Lakin hiç bir toplumsal hareketin ardından bu kadar kısa sürede ve bu kadar çok sayıda yayın yapılmadığını dikkate almalıyız. Taksim Meydanı polis marifetiyle boşaltıldıktan hemen sonra kitapçı raflarını doldurmaya başlayan yayınları ekranlarda beliren yapımlar takip etti. Belki de tanıklıkları kaydetme telaşı içinde bir tür seferberlik başladı diyebiliriz. Çekenler göstermeye, yazanlar okutmaya, tanıklar anlatmaya çalışıyordu. Halâ öyle.

Haftalar süren ve toplumsal, siyasal etkileriyle birlikte şahsi moral çalkantıları da bir yıldır devam eden Gezi, başlangıçtan itibaren görsel kayıtçıların ilgi alanına girdi. Kimileri için sürecin başlangıcı, park ve meydanın merkezi kararla düzenlenmesine karşı çıkan Taksim Dayanışma tarafından başlatılan ilk kampanyaydı, kimileri içinse gaz fişeklerinin ilk patladığı, çadırların ilk yandığı anlardı.

Direnişçiler tarafından uygulanan yöntemler, dile getirilen talepler ve kullanılan üslup, alışılmışın oldukça dışındaydı, bu sayede küresel isyan literatürüne girecek önemli pratikler yaşandı. Çeşitli biçimler alarak evrilip dönüşen direniş, görsel kayıt tutmaya çalışan fotoğrafçı ve videografçılar için önemli verilerle doluydu.

Görüntüler direnişçilerin enformasyon edinmesinde olduğu kadar moral değerlerinde, duygu dalgalanmalarında da etkili oldu. Şimdiye kadar yaşadığımız toplumsal hareketler içinde en geniş etkiyi geleneksel medyada olduğu kadar alternatif mecralarda dolaşan görüntüler yarattı. Bu durum görsel haberciler kadar güvenlik güçleri tarafından da fark edildi.

Kolluk kuvvetleri ilk haftadan itibaren fotoğraf çekilmesini engellemek maksadıyla tedbirler aldı. Bu tedbirler arasında basın kartı kontrolünden, hedef gözeterek plastik mermi ve gaz fişeği kullanmaya, hakaretten kaba dayağa kadar pek çok yöntem devreye girdi.

İsyana tanık olanlar, ister fotoğraf ister video çeksin, ister meslek icabı ister merak saikiyle bu işi yapsın, görsel kayıtçı olarak sürecin bir parçası haline geldi. Gezi Parkı işgalini, Taksim Meydanı’ndan sokaklara yayılan direnişi görüntüleyen binlerce kişinin topluca bir hafıza yaratma gayretine tanık olduk. Fotoğrafçılar isyanın her yerinde ve her anında bulunmaya çalıştılar, hiçbir tanıklıktan eksik kalmamak için olağanüstü gayret gösterdiler. Olayın hem içinden hem de dışından bakarak hikâyesini naklettiler. Ortaya çıkardıkları her görüntü, tanık oldukları olayın aynı zamanda kendi zihinlerindeki tezahürüydü. Çektikleri fotoğraflar taşıdıkları enformasyonla, ortaya çıkardıkları yorumla ve yarattıkları atmosferle öncelikle fotoğrafçısının zihinsel düzeneklerini etkiliyordu, sonra görüntüler dünyasına giren herkesi.

Bu kitap Gezi direnişinde üretilen görsel tanıklıklarla ilgilenirken, nakledilen görüntülerin fotoğrafçıların zihnindeki bağlamlarını da anlamaya çalışıyor.

Fotoğraf kendi başına nedir ki?

Hiç.

Al karşına koy, o sana baksın sen ona.

Zoraki anlamlandırma çabalarına girişilmezse eğer, fotoğrafçı ile fotoğrafı çekilen arasında kalacak bir ilişkidir bu ve bu bakışma haliyle bile gayet değerlidir.

Çeken ile çekilen arasındaki alışveriş, izleyicinin devreye girmesiyle birlikte farklı bir paylaşım düzlemine taşınır. Özel boyuttan sıyrılıp genele dair göndermeler kazanmaya başlar. Bir fotoğrafı anlamlandırma süreci esas olarak izleyici tarafından bir bağlam kurma faaliyetidir. “Göz görmez, bilinç görür” lafı ne kadar doğruysa, “fotoğrafların anlam kazanması ancak bağlamın kurulmasıyla mümkün olur” lafı da o kadar doğrudur. Bilinç ve bağlam olmadan fotoğraf kendi başına nedir ki?

Bu kitap bir isyanın görsel kayıtçılarının hadiseye bakarken hangi perspektiflere sahip olduklarına ve fotoğraflarını nasıl anlamlandırmalarına dair ipuçları sunmaya çalışıyor. Fotoğrafçılarla yapılan mülakatlara görseller eşlik ediyor.

Sözü görüntülerin önüne koymaya çalışan Bir İsyanı Fotoğraflamak kitabının hazırlık çalışması 15-30 Haziran 2013 tarihleri arasında tamamlandı.

Fotoğrafçılıkla ilişkisini farklı fazlarda kurmuş altmış iki kişiyle 4 Temmuz ile 5 Ağustos 2013 tarihleri arasında bir dizi mülakat yapıldı. Ortalama birer saat süren görüşmeler öncesinde sohbetin eksenini oluşturacak sorular fotoğrafçılara yollandı. Bu sırada direnişin artçı sarsıntıları devam ediyordu. Toplam yüz on saat tutan mülakat kayıtları deşifre edildikten sonra 1170 sayfalık doküman ortaya çıktı. İlk aşamada, sadeleştirilen metinler görüşmenin yapıldığı fotoğrafçıyla paylaşılarak içerik kontrolü yapması istendi. Kontrolden dönen metinler üstünde tekrar çalışıldı, sayfa düzeni yapılmış halleri ikinci kez sözlerin sahibiyle paylaşıldı. Bu aşamanın ardından içerik yayına hazır geldi.

Mülakatları izleyen süreç büyük oranda imeceyle gerçekleşti. Bu sayfalarda teşekkürlerimle bir kez daha anmak istediğim arkadaşlarım çalışmanın çeşitli aşamalarına gönüllü olarak destek verdiler.

Bir İsyanı Fotoğraflamak kitabının hazırlanmasına ilham veren nedenlerinden biri Türkiye’de bu güne kadar en kalabalık fotoğrafçı katılımının Gezi hadisesinde gerçekleşmesiydi. İstanbul’da pek sık yapılan hak ve özgürlük eylemlerindeki katılımcı sayısını kat kat aşacak kadar çok sayıda fotoğrafçı alanlardaydı. Rahatça söylenebilir ki görsel kayıt tutmak ve tanıklıkları görüntüler halinde nakletmek bu süreçte bir eylem biçimi haline geldi.

Bu kitabın hazırlanmasına yol açan diğer neden ise yaralanan fotoğrafçı sayısının hayli yüksek olması, yaraların hayati mahiyet taşımasıydı. Başta Fotoğraf Vakfı olmak üzere çeşitli fotoğraf kurumları şiddete uğrayan görsel haberci listeleri ve kınama bildirileri yayınlandı. Aynı zamanda deneyim ve donanım eksikliği nedeniyle ortaya çıkan bu tablo fotoğrafçıların sahip olması gereken bir meslek örgütünün eksikliğini de gösteriyordu.

Kitapta yer almak üzere görüşülecek fotoğrafçılar konusunda herhangi bir sınırlama ya da özel bir seçim yapılmadı, büyük oranda “serbest çağrışım” denilecek kadar ferah bir yol izlendi. “İyi”, “ünlü”, “ önemli” fotoğrafçı gibi tanımlamalar kaale alınmadı, farklı değerler üstünden görüşme talebinde bulunuldu. Çağrı yapılan yüz kadar fotoğrafçının önemli bir kısmı olumlu yanıt verdi, bir bölümü ile sürekli ilişki sağlanamadığı için süreç tamamlanamadı, az sayıda fotoğrafçı ise çalışmaya ilgisiz kaldı.

Cep telefonuyla anında görüntü oluşturup binlerce kişiye ulaşabilen “yurttaş fotoğrafçılar” bu kitabın özneleri arasında çok büyük yer tutmakla birlikte onlar sayesinde boyut kazanan süreç hemen her fotoğrafçının dikkatini çekti. Zaman zaman haberciler, belgeselciler, serbest çalışanlar da olmak üzere görüntü kaydeden herkes aynı zamanda yurttaş muhabir edasıyla çalıştı.

Görüşülecek fotoğrafçıların altı kategoride temsiliyet taşımasına özen gösterildi.

• Dünya medyası için çalışan fotoğrafçılar,
• Ana akım memleket medyası için çalışan fotoğrafçılar,
• Alternatif medyalar, bağımsız ajanslar ve fotoğraf kolektifleri için çalışan fotoğrafçılar,
• Bireysel fotoğrafçılar ve foto aktivistler,
• Sanat fotoğrafçıları

Görüşülecek fotoğrafçıların;

İstanbul’daki eylem alanında bulunmaları,

Sürecin önemli bir kısmını ve bir direniş gününün büyük bölümünü bütünlük taşıyacak şekilde izlemeye çalışmış olmaları,

Direniş alanlarındaki ya da parktaki günlük yaşam organizasyonuna tanık olmaları önemsendi.

Fotoğrafçılarla yapılan sohbet aşağıdaki sorular çerçevesinde cereyan etti:

• Taksim Gezisi işgali ve direnişini bize nasıl anlatırsınız? Sizi şaşırtan, etkileyen ne vardı?

• Gezi işgalinde ve direniş sırasında dikkatinizi çeken ne vardı, en karakteristik özellik neydi?

• Geziye ilişkin hükümetin planlarından ve karşı taleplerden ilk ne zaman haberiniz oldu? Nasıl öğrendiniz?

• Gezi’de eylemlerin başladığını nasıl haber aldınız?

• Fotoğrafların ana akım medyada, alternatif medyada, sanal ortamda ve sosyal medyada kullanılması süreçte nasıl bir rol oynadı? Fotoğraflarla gelen enformasyonun güvenilirliğini nasıl anlayabiliriz?

• Gezi’de fotoğraf çekmeye nasıl karar verdiniz? (Foto muhabirlerinin görev alma hikâyesi(?))

• Daha önce gerilimli-çatışmalı riskli ortamlarda çalıştınız mı?

• Çekimlere gitmeden önce nasıl bir hazırlık yaptınız? Nasıl bir donanımınız vardı? Kendinizi ve ekipmanınızı korumak için ne gibi önlemler aldınız?

• Hazırladığınız bir çekim planı, bir çalışma stratejisi var mıydı?

• Aradığınız bir fotoğraf var mıydı?

• İşgal ve direniş sırasında temel motivasyonunuz neydi? Flaş, çarpıcı, etkili, aksiyon dolu bir görüntü mü arıyordunuz? Olan bitenin arkasındakilerin izini fotoğrafla sürmeye mi çalışıyordunuz?

• Taksim Gezi işgali ve direnişini genel olarak üç başlıkta değerlendirirsek bunlardan birine park içindeki günlük hayat, ikincisine eylemler-gösteriler, üçüncüsüne de barikatlar ve çatışmalar alanı dersek en çok hangi ortamda çalışırken daha verimli ve başarılı hissetiniz kendinizi?

• En çok nerede bulundunuz? Ortam nasıldı?

• Kadın fotoğrafçı olarak çalışmanın getirdiği fazladan zorluklar nelerdi? Gerek güvenlik güçleri, gerekse direnişçiler tarafından ne türden engellerle karşılaştınız? (Kadın fotoğrafçılar için)

• Direniş boyunca karşılaştığınız ve sizi en çok etkileyen görüntü neydi? (Çektiğiniz ya da çekmediğiniz)

• Çekimler sırasında nasıl bir düşünsel ve duygusal konum aldınız? Kendinizi eylemci gibi mi yoksa tanık fotoğrafçı gibi mi hissetiniz? Oradaki varlığınızı nasıl bir moral konuma yerleştirdiniz? Bu iki tutumun birbirine olumlu ya da olumsuz etkileri nelerdi? (Bağımsız çalışan fotoğrafçılar için)

• Çekimlerin arasında en başarılı bulduğunuz fotoğrafınız hangisi? Çekim hikâyesini anlatır mısınız?

• Diğer fotoğrafçıların çektikleri arasında direnişi anlatan en başarılı fotoğraf hangisi?

• Teknik olarak ne tür sorunlarla karşılaştınız?

• Çekimler sırasında en zorlandığınız / en yüksek risk altında kaldığınız, korktuğunuz durumu anlatır mısınız?

• Eylemler sürecinde iki tarafında tutumunda, davranış ve yöntemlerinde, dilinde, tarzında sizi olumsuz etkileyen neler vardı?

• Fotoğraf çekerken diğer fotoğrafçılarla yardımlaşmanız oldu mu? Birbirini engellemeler oldu mu?

• Mesleki olarak bir güvenceniz, üyesi olduğunuz meslek kuruluşu var mı? İstenmeyen bir durum meydana geldiğinde gerek bedeninizin, gerekse ekipmanınızın görebileceği zararların giderilmesi için ne yapabilirsiniz?

• Serbest çalışan fotoğrafçıların ve kadrolu muhabirlerin haber verme haklarını ve özlük haklarını savunacak bir meslek birliğine, sendika veya benzer kuruma ihtiyaç hissetiniz mi?

• Dolaşıma sokacağınız fotoğrafları seçerken nelere dikkat ettiniz? Fotoğraflardaki hangi unsurlar seçim kararlarınızı etkiledi? (Foto muhabirleri için ayrıca; gazete/dergideki editoryal işleyiş nasıl oldu?)

• Fotoğraflarınızı nasıl dağıttınız, nerede yayınlatmayı, nasıl değerlendirmeyi düşündünüz?

• Stresli-çalışmalı ortamlarda fotoğrafçılık yapabilmek için size hangi özelliklere sahip olmak gerekir?

• Taksim Gezi işgali ve direnişinden fotoğrafçılar olarak ne gibi dersler çıkarabiliriz?

Kitaptaki mülakat metinlerini yayına hazırlarken soruları aradan çıkararak daha akıcı bir metin halinde kurgulamaya çalıştım. Bu sayede okuyucuyla fotoğrafçıyı baş başa bırakmak istedim.

Bu çalışma sırasında yüz yüze görüşme imkânı bulunmadığı için yazışarak yapılan mülakatlar editoryal nedenlerle kitap kapsamına alınmadı. Tamamlanan görüşmelerden bazıları da fotoğrafçıların çalıştıkları kurumların ilkesel tutumu nedeniyle yayın izni alamadı.

Bir İsyanı Fotoğraflamak kitabına girerken nedenleri ve nasılları anlatmaya çalışan bu yazıda, olabildiğince ciddiyetle sürdürmeye çalıştığım kelama iki anekdot düşerek ferahlık kazandırmaya çalışayım: Bunlardan biri barikatlar tarafında yaşanmış, diğeri polis tarafında.

Anlatılan o ki, Direnişçilere gaz bombası atmak üzere vaziyet almış duran bir polis, namludan çıkacak alevle birlikte gaz fişeğinin ateşlenme anını en yakından fotoğraflamak için gayret gösteren çok sayıdaki fotoğrafçıya pek de alışılmadık bir tepki gösterir: “Gelin bari ağzıma girin.” Bir başka yerde bir başka sahne yaşanır:

Taksim’deki barikatların birinde, muhtemelen Cihangir tarafındaki bir barikatta, tahkimat faaliyetinin hummalı bir biçimde sürdüğü sırada polisin gazlı, TOMA’lı, su bombalı alışıldık müdahalesi başlar. Ortalık toz duman içindeyken barikattaki birkaç eylemci canını dişine takmış direnmektedir. Havada gazlar, taşlar uçuşurken eylemcilerden biri, en çarpıcı sahneyi yakalayabilmek için didinip duran fotoğrafçılarla kuşatılmış olduklarını fark edince,

“Arkadaşlar fotoğraf çekerken arada bir barikata el atın, iki şişe talcid, birkaç taş getirin” diye isyan eder.

Direniş sürecinde fotoğrafın sadece yaygın olarak kullanıldığı, zaman zaman kolektif örgütlenme dinamiklerini harekete geçirdiği değerlendirmesini yapmak doğrudur ancak eksik kalır. Aynı zamanda bu tür süreçlerde ortaya çıkması beklenen ikonik fotoğrafların bu kez layıkıyla kendini gösterdiğini de belirtmek gerekir. Bu kadar yılda, bunca eylemde çekilen fotoğraflar arasında çok güçlü görüntüler olmasına rağmen ikonik vasıflarda bir imaj şimdiye kadar ortaya çıkmamıştı. İkonik fotoğraflar aynı zamanda on binlerce kişinin gördüğü ve olan biten hakkında esaslı kanaatler edindiği fotoğraflar oldu.

Bu görüntüler gibi daha birçokları otantik halleriyle kalmadı; diğer sanat disiplinleri tarafından da kullanıldı. Hemen hepsi stensil, tuval resmi, performans sanatı ve söz sanatları tarafından yeniden üretildi.

Gezi’yle birlikte yeni fotoğraf oluşumlarının ortaya çıkabilmesi için elverişli bir ortam yaratıldı. Bir süredir ilk örneklerini görmekte olduğumuz bağımsız haber ve belgesel fotoğraf kolektiflerinin yeni derneklerle çoğalması için güçlü bir motivasyon kazanıldı. Bağımsız habercilerin fotoğrafçı ve videografçıların meslek ilkelerini savunacak hak ve özgürlüklerini koruyacak bir oluşuma duyulan ihtiyaç belirginleşti.

Görsel haberciliğin saygın bir medya olarak yeniden doğabilmesi ve dürüst habercilik ilkelerinin hakkıyla yerine getirilebilmesi için fotoğrafçıların ve fotoğraf mecralarının eline güçlü bir fırsat geçti.

Gezi Direnişi’nin Türkiye’de yaygın olarak fotoğraf anlayışının topyekûn gözden geçirilmesine fırsat vereceği kanısındayım. Bu sayede fotoğrafın toplumsal işlevinin yeniden ve tarihi örneklerden daha ileri biçimlerde değerlendirilebileceğini tahmin ve umut ediyorum. “Gezi’den sonra hiç bir şey aynı olmayacak.” Peki ya fotoğraf?

[ * ] Bir İsyanı Fotoğraflamak, Gezi’nin Fotoğrafçıları Naklediyor kitabının sunuş yazısıdır.

06 Mayıs 2014 / İstanbul

Özcan YURDALAN
Fotoğrafçı, Yazar
[email protected]


Kontrast Sayı 41, Mayıs-Haziran 2014

Bizi paylaşın..