Özcan YURDALAN | Gerçek mi, Doğru mu, Kim Çekti? (17. Sayı)

GERÇEK Mİ, DOĞRU MU, KİM ÇEKTİ?

“Fotoğraf çekenler kimlerdir?”, “Kimlerin fotoğrafları çekilir?”, “Çekilen fotoğraflara kimler bakar?”, “Fotoğrafa bakanlar, nasıl bir algı süreciyle gördüklerini anlamlandırırlar?”, “Görünen ile gerçek arasındaki ilişki nasıl deşifre edilir?”, “Fotoğraflar doğruyu nasıl söyler?”, “Sokağa bakan fotoğrafçının sorumlulukları nerede başlar?” gibi basit sorulara cevap vererek işe girişildiği vakit, fotoğrafçının önünde bir deryanın açıldığını söyleyenler vardır. Bu dalgalı, fırtınalı deryada gelgitli maceralar yaşandığına ben de tanığım. Yeter ki fotoğraf, basit biçimsel kaygılara indirgenerek yavan memleket güzellemeleriyle dolu yüzeysel bir dünyanın aracı kılınmasın.

Dış dünyanın fotoğrafı mı, iç âleminki mi?

Fotoğraf makinesi aracılığıyla basit bir kayıt yapmanın ötesine geçerek, “gerçek” ile derinlemesine bir ilişki kurabileceğimizi bildiğimiz gibi, “görme”nin sadece gözle ilişkili olmadığını da biliriz.

İster sanat yapmaya çalışalım, ister bir tanıklığı yansıtmak için fotoğraf çekelim, isterse bir itirazın peşinde saf tutmuş olalım, mesele fotoğrafçının zihninin nasıl çalıştığıyla, duygu ve düşünce dünyasının nasıl biçimlendiğiyle ilişkilidir. Neyin fotoğrafını çektiği, hangi konuları ele aldığı özel bir önem taşımaz. Sadece bu kadar değil kuşkusuz; sözcükleri kullanarak kurduğu dilin yapısı da fotoğrafçının zihniyet dünyasını dışa vuran en önemli göstergelerden biri sayılır. Ne alakası var, demeyin. Fotoğraf başka, sözle kurulan ifade ise bambaşka diye düşünmeyin. Öyle değil işte. Dil, ister günlük ihtiyaçlar için kullanılsın, isterse entelektüel faaliyetlerin ürünü olsun, doğrudan doğruya zihniyet göstergesidir. Seçilen kelimeler ve onların kullanımı, aynı zamanda bir hayat algısının dışa vurumudur. Fotoğraf ise, bildiğimiz en güçlü ifade aracı olan sözel dilin yansımasıdır.

Aslına bakarsanız, hep sanıldığı gibi fotoğrafçı sadece dış dünyanın görüntülerini tespit etmez. Her fotoğraf, fotoğrafçının iç dünyasının çeşitliliğini yansıtır, zihinsel donanımının zenginliğini, duygu âleminin derinliğini gösterir. Her fotoğrafçı, dış dünyanın fotoğrafını çektiğini sanırken aslında kendi iç dünyasını fotoğraflamaktadır.

Bkz: Türkiye fotoğrafı

Eğer bu yukarıda ettiğim laf doğruysa, yani fotoğraf sadece görünenlerin optik marifetiyle sıradan bir kaydı değilse, Türkiye fotoğrafı nasıl bir zihniyet dünyasının yansıması? Biz bu memlekette nasıl bir fotoğraf âlemi yarattık kendimize? Fotoğrafçılar gerçekle ilişkilerini nasıl tanımlıyorlar? Gerçek, estetik tarafından dönüştürülmesi, güzel gösterilmesi gereken bir şey midir? Daha kestirmeden soracak olursak, hayata bakan, sokakla ilgilenen fotoğrafçılar bu memlekette bu güne kadar neleri gördüler, neleri görmezden geldiler? Türkiye’nin nasıl bir fotoğrafından söz edebiliriz bugün? Bunca yaygın örgütlenmeye sahip fotoğraf camiası, federasyondan derneklere ve özel fotoğraf kurumlarına kadar güçlü bir etki alanına sahip yurdum fotoğrafçıları, nelerle uğraşmaktayız? Hangi süzülmüş duygularımızı, hangi bilinç zenginliklerimizi, hangi entelektüel yaratıcılıklarımızı fotoğrafa yansıtmaktayız?

Türkiye’de fotoğrafın hızla yaygınlaşmaya başladığı 70’lerin sonlarından başlayarak bugüne kadar gelen zaman kesitinden gelecek yüzyıllara nasıl bir görüntü repertuarı bırakıyoruz. Ne kadar doğru ve ne kadar gerçek bir imaj bu?

Gerçek ile ilişki

İnsanın dış gerçeklik ile kurduğu ilişkinin biçimleri, “neden varız?” sorusu kadar eski olmasa bile esaslı bir mevzudur. Eğer ki fotoğrafçı dış dünyanın gözle görünür hallerini doğrudan fotoğraflayarak yeniden üretiyorsa aynı zamanda bu esaslı soruya da sahiptir.

Varlıklardan yansıyan ışıkları doğrudan kaydederek, görünen gerçekle dolaysız bir ilişki kuran ve bu sayede anlamlı yüzeyler yaratabilen tek alet fotoğraf makinesidir malum. Fotoğrafçının bu aleti işletebilmesi için görüntü hâline getireceği bir gerçekle yüz yüze gelmesi gerekir. Bu karşılaşma, gelişigüzel bir kaydı ya da biçimsel bir arayışı ortaya çıkarabileceği gibi, bir anlama çabasının ürünü olarak da sonuçlanabilir. Anlama çabasının ilk adımı ise fotoğrafçının sorduğu “gerçek mi, doğru mu?” sorularıyla atılır.

Sokağın fotoğrafıyla uğraşan, insan hayatlarının görünümlerine ilgi duyan, köyleri, kasabaları, kent merkezlerini, varoşları falan fotoğraflayan biri için yarattığı görüntülerin ve kurduğu bağlamın gerçekle ilişkisi her şeyden önde gelir. Ama ilk fasılda, ele aldığı meselenin esasına dair sorularla yola çıkar. Edinilmiş cevaplarla değil, sorularla. Bu sayede, fotoğrafını çektiği konunun esası ile ortaya çıkardığı görüntü arasındaki ilişkiyi sürekli kontrol eder. Bu ilişki, fotoğrafçının iç dünyasının, hayat görüşünün ve zihninin gerçekle kurabildiği rabıtanın yansımasıdır. O fotoğraflara bakanlar açısından ise “kimin ürettiği ve nasıl ürettiği” soruları ayrıca önem taşır.

Marifet: “Güzel” fotoğraf

Tamamen kurmacalar yaratan ve bu tercihini açıkça belirten fotoğrafçı için ise bu sorular ihtiyaridir. Onun eli tutulmaz, istediği fotoğrafları kurarak istediği âlemleri yaratır. Çünkü doğrudan fotoğraf ile uğraşan bir belgeselcinin ya da habercinin sahip olması gereken “sorumluluk”, toplumsal kaygı”, “insan ve tabiata dair etik tutum”, “hak” gibi kriterler tarafından sınırları belirlenmiş bir alanda kalmak zorunda değildir. Gerçekliği istediği gibi dönüştürerek bambaşka kurgularla yeniden sunmasına kimsenin diyeceği olmaz. Beri yandakiler için ise, sanıldığı gibi fotoğrafçılık, en kötü, en çirkin ortamdan bile güzel bir görüntü çıkarabilmek “marifeti” değildir.

Hâl böyleyken, günümüzde Türkiye coğrafyasından, kültürlerinden geleceğe kalacak fotoğraflar ne gösterir, ne söyler? Yalan bir memleket güzellemesinden, bir büyük balondan başka nedir? Peki yurdun dört köşesine dağılmış fotoğraf dernekleri, yaşadıkları kente dair hangi gerçekliğin peşindeler? Hangi toplumsal sorumlulukla nasıl bir stratejiye sahipler? Derneklerin de bir şekilde desteklediği ve herhangi birinin en ufak bir saygınlığından bile söz edilemeyecek olan fotoğraf yarışmaları hangi ihtiyaca cevaptır? Bu şartlarda, nasıl bir Türkiye fotoğrafı kalır geleceğe? Kim çeker? Kimleri çeker? O fotoğrafları kimler nasıl okur? Ya, “dürüst fotoğrafçılık” deyince ne anlaşılır?

Özcan YURDALAN

Kontrast Sayı 17, Mayıs-Haziran 2010

Bizi paylaşın..