Aslında cümleyi tersinden kurmak daha doğru olurdu. Çünkü bu yazının meselesi başlığın işaret ettiği şey değil. Olmasına da gerek yok. Taksim Gezi Parkı Direnişi fotoğrafla imtihanını en başarılı biçimde vermiş durumda.
Memlekette bu çapta ilk kez yaşanan şehir eylemleri, bir aya yakın süren Park işgali ve sokak direnişleri, hem fotoğraf ve video görüntüleriyle beslendi hem fotografçılar ve videograflar karşılarında olup bitenlerin kaydını yapmaya çalışırken aynı zamanda kendi boylarının ölçüsünü alma fırsatı buldular.
“Görsel habercilik, ana akım medya dışındaki alternatif mecralarda şahikalar yarattı.”
Çok sayıda ikonik görüntüyle birlikte fotografik tanıklıklar, tırnak içindeki bu tespitin destekçisi olarak hâlâ dolaşımda.
Geçelim.
Bu yazının ele almaya çalışacağı asıl mesele başka, tartışılacak mevzu başlıktaki cümlenin tersten kuruluşunda. “Fotoğrafçılığın bir direnişle imtihanı” dersem maksadımı daha iyi anlatmış olacağım besbelli.
Taksim Gezisi’nde, Meydanı’nda, Beşiktaş, Dolmabahçe, Maçka Şişli taraflarında, bulvarlarda, mahalle aralarında, sokak başlarında kurulan barikatlar kadar Park’ta yaratılan hayat da herkes için ilkti. Demokrasi arayışında hak ve özgürlük mücadelesinde, adalet ve eşitlik taleplerinde memleketin batısında yaşayanların bu boyutuyla ilk kez karşılaştığı olaylardı.
İlk kez karşılaşılan daha doğrusu ilk kez fark edilen bir başka durum ise medyanın olan bitenlere gözünü, kulağını, ağzını kapatarak karanlıkta ıslık çalan haliydi. Medyanın tutumuna karşı Gezi Direnişi eylemcileri yaşadıklarını görünür kılabilmek için kendi mecralarını yaratmakta, görüntü kaydeden her türlü alet vasıtasıyla tanıklıklarını doğrudan, sosyal medyalar üstünden paylaşmakta büyük maharet gösterdiler.
Fotoğraf, bu topraklarda ilk kez toplumsal bir hareketlenmenin öznelerinden biri olarak gerçek anlamda hayata karıştı. Bu güne kadar kısılıp kaldığı süslemeci anlayıştan sıyrılarak doğal ve asıl işlevini gerçekleştirdi. Haber, bilgi, tanıklık, iletme yeteneklerini kullandı. En naif haliyle de olsa gerçek varlığını gösterme fırsatı buldu.
Bu tespiti tam burada ve bu haliyle bırakarak “nasıl” ve “ne kadar” sorularının cevabını önümüzdeki günlerde açılması muhtemel tartışmalara havale etmekte fayda var. Ama geçerken şunu söylemek istiyorum: Mücadele etmeden, tepeden verilmiş hak benzeri imkanlarla demokrasi içinde yaşadığını sanan, özgürlükler için bedel ödemeden, adalet ve eşitlik için çaba harcamadan sunulanlara razı olan toplumların zihniyet dünyası, hayatın her alanında yapay anlamlar üretmeye yatkın oluyor.
Fotoğrafın bu memleketteki yaygınlaşma sürecinde de benzer bir yapay anlam dünyası yaratıldığını rahatça söyleyebilirim. Fotoğrafçılık geniş halk kesimlerinde olduğu kadar memleket aydınlarında da oldum olası “güzel görüntüler kaydetmek için” yapılan hoş bir uğraş olarak anlaşıldı.
Bu algı her türden fotoğrafçıların yaygın olarak örgütlendiği oluşumlarda bir ön kabul olarak yapısallaştı. Boş vakitlerini faydalı bir uğraşla geçirmek için fotoğrafla ilgilenen geniş toplumsal kesimler için kabul edilebilir olan bu yaklaşım, memleketin fotoğraf kadroları arasında, ayniyle benimsendi. Medya dahil olmak üzere tüm fotoğraf yapıları, tanıklık, haber, bilgi üreten temel işlevini ihmal ederek fotoğrafı anlamlandırmaya çalıştılar.
Demokrasi, hak, adalet, özgürlük denilen kavramlar nasıl ki bu uğurda mücadelenin girdaplarına batıp çıkmadan sahici biçimde ve kalıcı değerler halinde toplumsal bünyenin bir parçası haline gelemiyorsa, fotoğraf gibi iletişim araçları da sokaktaki süreçlerin bir parçası olmadan gerçek anlamına kavuşamıyor belli ki.
Fotoğraf makinesini icat eden toplumsallık, onunla yaratılan görüntüleri anlamlandırırken, öncelikle bu aletin fotğrafçının tanıklığını görünür kılma yeteneğini değerlendirdi. Bunun rasyonellerini tartıştı, teorisini yaratmaya uğraştı, hâlâ uğraşmaya devam ediyor;basit bir teknik kayıt olmanın ötesinde fotografik görüntünün hayatla, toplumla, insanla ilişkisini sorguluyor; insanlığın en büyük acılarına, tarihsel olaylara, toplumsal dönüşümlere tanık olmaları için fotoğrafçılar yetiştirdi, yetiştirmeye devam ediyor; güvenilir tanıklıklar üstünden dünyanın görsel kaydına sahip olmak için ciddi altyapı yatırımları yapıyor,kurumlar oluşturuyor. Fotoğrafın saygınlığını sanatsallıkta aradığı kadar, haber bilgi ve tanıklığı yansıtan dürüst, sorumluluk sahibi ve güvenilir fotoğrafçılığın ilkelerini tartışarak kurmaya ve korumaya çalışıyor.
Uzun lafın kısası, Taksim Gezisi hadisesinde olup bitenler ve fotoğrafçıların süreçteki rollerini laikiyle değerlendirdiğimiz takdirde memleket fotoğrafı “bir direnişle imtihanını” alnının akıyla vermiş olacak. Belki de ondan sonra zihniyet dünyamızda fotoğraf yeni bir anlam bulacak. Toplumsal havsalamızda fotoğraflar için yeni bir alan açılacak. Gezi Direnişi fotoğrafları belki de bu alanın ilk görüntüleri olarak saygın bir görsel tarih kaydını başlatacak.
Yok değilse “Gezi Direnişi’nden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” diyenlerin lafı havada kalacak. Bunca fotoğrafçının, aldıkları riskler ve görsel haberci olarak yarattıkları olağanüstü görüntüler, öncesi olmadığı gibi sonrası da olmayan birer kayıt olarak kalacak. Fotoğrafın bir direnişle imtihanından çakmış olacağız. Bir sonrakine kadar eski tas eski hamam, güzellemeci fotoğrafçılığa devam.
Özcan YURDALAN
Fotoğrafçı, Yazar
[email protected]
Kontrast Sayı 37, Eylül-Ekim 2013