1980 sonrası değişen tarihsel, toplumsal, politik ve kültürel şartlar (modernizme getirilen postmodern ve yapı sökümcü eleştiriler, hızla gelişen sayısal teknoloji, çeşitli yeni disiplinler) doğrudan fotoğrafın yanında iki tür’ün gittikçe ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Özellikle de yeni disiplinlerden; dilbilim, göstergebilim, anlam ve yorum bilim, yapısalcılık, post-yapısalcılık, yapı sökümü bu yeni iki türün hızla üretimine ve yaygınlaşmasına neden olmuştur. Tabii ki bunların yanında doğrudan fotoğrafta günümüzde varlığını sürdürmektedir. Fakat artık anlamlandırma düzeyinde izleyici ilişkisi değişikliğe uğramaya başlamış, eski hakikat inandırıcılığının yerini fotoğrafçı öznenin ‘gerçeklik yorumlayışı’ olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Birinci tür yeni fotoğraf anlayışı olan, genelde KURGU FOTOĞRAF olarak adlandırdığımız fotoğrafların ilk örneklerini fotoğrafın ortaya çıkışından kısa bir süre sonra görmeye başlarız. Bu alanda iki isim öne çıkmaktadır. Rejlander ve Henry Peach Robinson. Bütün çalışmalarını birden fazla sayıda filmle yaparak kendi fotoğrafik sahnelerini oluşturmuşlardır.
Bu başlangıç ilerleyen yıllarda az sayıda fotoğrafçı ile devam eder.
Pekiyi bu fotoğrafçılar Doğrudan Fotoğraf’tan farklı olarak ne yapmak istemektedirler? Amaçları nedir?
Amaçları çok açık ve nettir. Diğer fotoğrafçılar fotoğrafı bir ‘temsil sistemi’ olarak düşünmez iken, onlar fotoğrafı kendi duygu ve düşüncelerini paylaşabilecekleri bir ‘anlam’ yaratım alanı olarak ele almışlardır. Fotoğrafı; gördükleri, gözlemledikleri bir dünyayı yansıtma, yani, ‘gerçeklik yanılsaması’ yaratım aracı olarak kullanmak endişesi taşımamışlardır. Bu tür fotoğraflar modernist öznenin dışavurumu olduğu kadar aynı zamanda dünyaya dair, toplumsal yapı ve etik değerlere karşı bir sorgulama alanıdır.
Yukarıda da dediğim gibi gelişen yeni disiplinler 1980’lerden itibaren fotoğraf üretim ve tüketimi üzerine düşünceleri, eleştirel yaklaşımları kökten değiştirmeye başlamıştır.
Bu fotoğrafçılar için Fotoğraf bir kod ve görsel dil sisteminden başka bir şey değildir. Tüm fotoğraflar, yüz yüze algıdaki görme ediminin, fotoğrafçı öznenin çeşitli biçimlerde uyguladığı manipülasyonların sonucunda ortaya çıkar ve ortada izleyici özne ile paylaşılan Fotoğraf’ın ‘fotoğrafçı özne tarafından yaratılan, üretilen fotoğrafın’ kendi gerçekliğidir.
Genelde fotoğraflarını bir proje çerçevesinde çalışırlar. Üretim aşamalarında, çekim ve yapımları için fotoğraflarının nesnel dünyasını kendi seçtikleri nesneler ve mekân-zaman içinde gerçekleştirirler.
Bazen projelerinde bir tasarım öncülüğünde nesnel dünyayı da kendilerine malzeme yapıp kullanırlar. Ama yapım sonrası (post production) çok çeşitli manipülasyonları devreye sokarak fotoğraflarını gerçekleştirirler. An kavramı yerini izleyici özne’nin fotoğrafı izlemesindeki ‘Şimdi’ye bırakır. Yani meşhur ‘O AN’ değil, izleyicinin zamanı devrededir. Fotoğraf izleyici öznenin anlamlandırmasındaki zaman ile ilişkidedir.
Birçok fotoğrafçı özgürce kendi uzam zaman ilişkilerini bir performans sahnesi gibi tasarlayarak çekimlerini gerçekleştirir. Fotoğrafın sonuç aşamasını gerçekleştirirken artık 1990’lardan itibaren son derece de gelişen sayısal teknoloji onları hem yaratıcılık hem de düşünsel çerçevede özgür kılmaya başlamıştır.
Fotoğraf dünyasına hızla kurgu fotoğrafçılar girmeye başlamış ve bunların işleri birçok müze ve galerilerde sergilenmektedir. İlk akla gelen isimlerden bazıları; Jerry Uelsman, Maggie Taylor, Gregory Crewdson, Joel P.Witkin, Jeff Wall, Kenneth Josephson vb.
Türkiye’den de ilk akla gelen isimler Şahin Kaygun. Ahmet Elhan, Ahmet Öner Gezgin, Nazif Topçuoğlu, Orhan Cem Çetin, Orhan Alptürk’tür.
İkinci tür ise daha çok 1990’lardan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. Ben adına kısaca ‘2. NESİL FOTOĞRAF’ diyorum (Geçtiğimiz sayıda bu konuda bir okuma önerisinde bulunmuştum).
Bu tür daha çok postmodern ve yapı sökümü eleştirilerinden sonra üretilip yaygınlaşmaya başlamıştır. Günümüzde de en çok üretilen fotoğraf türlerinden biri olmaya devam etmektedir.
Bu tür’ün fotoğrafçıları fotoğraf’ın altı temel değişkenini (1-Fotoğraf’ın ontolojik yapısı ve kendisi 2-Fotoğrafçı özne 3-İzleyici özne 4-Paylaşım bağlamı 5-Nesnel dünya ile olan ilişki 6-Yönlendirici güçler) sorgulayan, eleştiren ya da yapısökümüne uğratan işler üretirler. Bir içerik-biçim ilşkisini kullanarak elde edilen ‘anlam’ yaratımı bu amaca yöneliktir.
Fotoğraf’ın ontolojik yapısındaki uzam–zaman ilişkisi ve bunun sonsuz pozlama ilişkisinden birine indirgenmesi, temsil anlayışını sergileyen anlam yüzeyi (belge-kanıt-tanık yaklaşımları), merkezi tekil perspektif anlayışı, nedensellik ilişkisi vb. yapıları ele alınır.
Örneğin, Georges Rousse ürettiği işlerde normal görme ediminin derinlik algısı ile klasik fotoğrafın tekil merkezli perspektif anlayışının ne kadar farklı olduğunu vurgulayan işler üretir.
Yine Ahmet Elhan klasik landscape anlayışını temsil boyutunda yapısökümüne uğratır…
Fotoğrafçı özne, bu tür fotoğraflarda artık izleyici için onu da aktif konuma, yani okur-yazar bir özneye dönüştüren önsel (apriori) yönlendirici ve tasarımcı olarak ortaya çıkar. Aynı zamanda eleştirisel sorgulamaya davet edicidir. Bu nedenle tüm temel fotoğrafik değişkenleri projenin en başından itibaren göz önüne alarak tasarımına başlar. İzleyici özne de artık pasif biri olmadığı için tüm fotoğrafik değişkenler konusunda epistomolojik bilgi ile donanmış olduğu oranda bu tür işlere katılımcı olabilecek ve nihai yorumlayan, anlamlandıran ve eleştirel bir bakış açısı getirebilecektir.
Fotoğrafçı öznenin en çok önemsediği değişkenlerden biri de fotoğrafın nesnel dünya ile olan ilişkisidir. Klasik fotoğrafın nedensellik ilişkisi, görsel algı ve görme edimi işlerinde fotoğrafların bir bileşeni olarak kendini gösterir.
Klasik fotoğrafın anlam üretimini bir an’a indirgeyerek snapshot gibi ele alması ve gözlemci öznenin sürece, beden, göz hareketlerine dayalı görsel algı sonucunda dünyayı kavraması, anlamlandırması bu fotoğrafçılar için son derecede önemlidir. Bu nedenle birden fazla değişkeni göz önüne alırlar. İzleyici’nin bağlamda fotoğraf ile kuracağı hareket halindeki ve sürece dayalı ilişkisi yüz yüze algıyı sağlayacak bir biçimde organize edilir. İşte bu nedenle fotoğrafların boyutu son derecede büyüktür (bazıları 2×6 m.’yi bulur).
Amaç algıdaki parça-bütün ilişkisini oluşturabilmektir. Gerçek yaşamda olduğu gibi bakışı yönlendiren bütün, yani büyük resim (big picture) ilgiyi çektiği sürece gözlemci özne, parçayı, detayları görmek ister ve algılayacağı nesneye yakınlaşır ve tekrar uzaklaşır. Tekrar yaklaşarak sürece ve harekete dayalı algısını gerçekleştirir (yukarıda Andreas Gursky’in sergi örneğinde görüldüğü gibi). Dolayısı ile fotoğraf’ın zaman algısı da izleyenin öznel zaman algısıdır. Yani ŞİMDİ’dir.
Bu fotoğraflar artık bir ‘anlam yüzeyi’ değil bir ‘anlam nesnesi’dirler. Yani izleyici özne fotoğraf ile aynen nesnel dünyada olduğu gibi bir nesne ilişkisi kurmaktadır.
İzleyici doğrudan doğruya bir yüz yüze algı dünyası içinde olduğu için artık Klasik fotoğraf’ın karşısında olduğu gibi PASİF bir durumda değildir.
2.Nesil fotoğraflar bir yapısöküm uygulaması oldukları için aynı zamanda görüntü ve algı yönlendirmelerinin nesnel dünya (reality) ile olan ilişkilerini sorgulamaktadır.
Fotoğraf’ın, nesnel dünyanın bir kod ve görsel dil sistemi ile soyutlanması olduğunu ortaya koyar.
Thomas Ruff, Cindy Sherman gibi bazı fotoğrafçılar da fotoğrafik görüntünün yarattığı anlam yönlendirmelerini sorgulayarak yapısökümüne uğratırlar. Bu fotoğrafçıların amacı ne nesnel dünyayı kayıt altına almak, ne de göndergesini bu dünyaya yönlendirmektir. Aksine bu fotoğraflar nesnel dünyaya eklemlenmiş bir nesne olarak varlıklarını sürdürürler. Dolayısı ile göndergeleri de kendisini gözlemleyen okur-yazar izleyici özne ile olan karşılılık ilişkisinedir.
İzmir 2015
Orhan ALPTÜRK
Kontrast Sayı 47, Mayıs-Haziran 2015