Mehmet ÜNAL | Sokak Fotografı (31. Sayı)

Fotograf, içerisinde birçok akımı barındıran bir uğraş. Hangi türden çekim yapılırsa yapılsın, fotograf çekmeye yeltenenlere bir reçete sunmak yersiz bir davranış olduğu gibi gereksizdir de. “Sokak Fotografçılığı” hakkında ‘iri sözler’ etmek yerine, gözlemlerimi aktarmayı uygun görüyorum. Bu işte yıllarını geçirmiş insanların deneyimlerini aktarmasından pek hoşlanmışımdır. Ben de burada, kendi deneyimlerimden örnekler vermek istiyorum.

Plan Yapmak

Sokakta fotograf çekmek istediğimde, çerçevesi çok katı olmasa da, bir plan yapmaktan yanayım. Böylelikle, neyi, nasıl yapacağım hakkında kendimi yönlendirebiliyorum. Bu planı yapmazsam, sanki neye nasıl bakacağımı bilemez gibi oluyorum. Gerek yazılı, gerekse yazısız bir liste oluşturuyorum. Böylece, aşağı yukarı neleri çekeceğime karar vermiş oluyorum. Birkaç örnek: çöp, kentten ayrıntılar, duvarlar, kent insanları ya da 5 ila 10 fotograftan oluşan bir seri vesaire…

Zamanlama olarak bir sınır koymuyorum (ki, konulsa belki daha disiplinli çalışılmış olur).

Bir zaman kısıtlaması uygulamak, belki olası tembelliği önleyebilir… Ancak stres de yapmamaya özen göstermek gerekir. “Fotograf kaçmaz”. Tam tersine ne istenildiği belirlenince, “o fotoğraf” size kendiliğinden gelebilir.

Sıklıkla gazetelere, dergilere bakarım. Belki oradaki haberlerden “ilginç bir haber”, fotografa nasıl dönüşebilir, nasıl uygulanabiliri düşündürür. Başkalarının ne yaptığını, neler çektiğini, nasıl çektiğini bilmenin, bilgi alanımı genişletiğine inanırım. Sokaktaki insanların giysilerini, davranışlarını sürekli izlerim. Bazen aniden bir seri fotograf oluşturabilecek bir konuya rastlayabilirim. Birçok nedenden dolayı, iyi bir plan yapmak her zaman iyidir.

Bakmasını – Görmesini Öğrenmek

Planımı yaptıktan sonra, sokaklarda yürürken gözlerim bu planda yazdıklarıma en yakın objeleri arar. Bir planım olduğunda, fotograflarını çekmeyi hedeflediğim nesneleri daha sık ve çok görebilirim. Sanki aradıklarım aniden karşıma çıkıverirler. Daha önce dikkatlice bakmadığım, ama çekmeyi tasarladığım birçok nesneyi karşımda bulurum.

İstanbul’da uzun süre yaşamaya karar verip, buraya yerleştiğimden bu yana, buradaki fotografçıların ağırlıklı olarak “teknik” üzerine konuştuklarına tanıklık ediyorum. İçerik konuşanlar azınlıktalar. Bence bakmak-görmek ve fotograf aygıtından bakmak, şimdiye dek geliştirilmiş tüm tekniklerden önemlidir. Zamanımız teknolojisinde fotograf aygıtlarını kullanmak “çocuk işi” denilecek düzeyde kolay. Analog dönemde bu makineleri kullanmak için, hangi film, hangi diyafram, hangi enstanteneye karar vermesini öğrenmek gerekiyordu. Kısacası; bakmasını, görmesini, fotograf aygıtından görmesini beceremiyorsam, makineyi çok iyi de kullansam, bir fotografa ulaşamam.

Görme kabiliyeti fotograf makinesiz de geliştirilebilir. Gözlemlemenin önemi tartışılmaz. Otobüste, trende, gemide, nerede olursanız olun gözlemlemeli, gördüğünüz nesneler görsel olarak beyinde tespitlenmelidir. Bu alıştırmalarla gözlerimi sürekli çalıştırarak, tembelleşmesini önlediğimi düşünürüm. Bu alıştırmaların tek nedeni, fotografta görmenin ne denli önemli olduğunun altını kalın bir çizgiyle çizmektir…

Işık

Işık olmazsa fotograf da olmaz. Sokak çekimlerinde ışığa hükmedemezsiniz, ya da onu yönlendiremezsiniz. Var olan ışığı kabullenmek durumundasınız. Ancak, zamana hükmedebilirsiniz. Fotograf çekmeye çıkarken kendinizi sokaktaki ışığın durumuna uydurabilirsiniz. Güneşli havada ışık ve kontrast sert olduğundan, hem siz hem de makine için bu duruma hâkimiyet zor olur. Sokak fotograflarında tercih edilen ve fotografçılar arasında neredeyse “genel kural” olarak kabul edilen; ışığın biraz azaldığı sabahın erken saatleri ya da akşamüstleri ve/veya bulutlu havalardır. Konunuza göre belki sert ışıklı zamanlar da doğru olabilir. Bu durum yaptığınız planla, çekmek istediğiniz konularla da ilişkilidir…

Işıkla her türden “oyun” yapılabilir. Ancak, ışık ve var olan ışığı fotografa uygulama konusu ne kadar iyi öğrenilirse, sonuçlar da o denli sevilmeye adaydır.

Fotograf Tasarımı

İyi fotografın yarısını fotografı çekerken yaptığımız tasarım oluşturur. Yani; “kadraj”. Bunu becerebilmek, çoğunlukla aranızdaki farkın anlaşılmasını da beraberinde getirir. Başka bir söylemle “farklılık” ortaya çıkar. Bir objeyi fotograflayan yüz kişiden doksan dokuzu aynısını yapıyorsa, böyle bir fotograf ‘olağan’ın sınırları içerisinde kalır. İşte bu sınırı zorlamak, diğerlerine göre “farklı” bir yerden bakmak önemlidir. Günlük yaşama herkes gibi bakmaktan vazgeçmek, ona farklı, hatta “özgün” bir bakış geliştirmek önemlidir. Fotografın bir dizi kuralı vardır. Bazen bu kurallara uymayı terketmek de iyi bir fotografa ulaşmayı sağlayabilir. Bu sınırları tanımak ve tanıdıktan sonra bu sınırları zorlamak yanlış bir tavır değildir. Bu düşünceyle, “Altın Oran” denilen tanımlamayı reddetmek yerine, bazen ona uymamanın, farklı bir sonuca ulaşmayı sağlayabileceğinin altını çizmeyi amaçlıyorum. Ancak, tüm bu kuralları iyice uygulayabilir hale getirdikten sonra, bu kuralların sınırlarını zorlamak daha yerinde bir davranış olur. Kısacası, tüm bu bilinçli zorlamalar sonrasında, ilginç olmayan bir nesneden iyi bir fotograf elde edilebileceği gibi, ilginç olan bir nesnenin de çok can sıkıcı bir fotografı çekilebilir.

Makine Ayarları

Ben insan fotografları çektiğim için, genellikle minik makineler kullandım. Hâlâ da kullanmaktayım. Büyük makineler insanları hep korkutmuştur… Şimdiki duruma göre açıklarsam, bu minik makineler ile P ile çekim yapıyorum. Böylece olası riskleri azalttığıma inanıyorum. Başka bir deyişle, artık makine benim için düşünüyor. 1890’larda Kodak firmasının “siz deklanşöre basın, gerisini bize bırakın” reklamı günümüzde devrimini yaşıyor. Yani yüzyirmi yıl sonra da pek bir değişiklik yok!

Genel Söylenebilecekler

Sokak fotografı hakkında söylenebilecekleri, böylesi kısa bir yazı ile açıklayabilmek zor.

Sokak fotografı adından da anlaşıldığı gibi sokaklardaki, caddelerdeki, meydanlardaki yaşamı kapsıyor. Diğer bir deyişle, sokak, fotografçısı için bir sahnedir. “An” yakalamak her sokak fotografçısının özlemidir. Aynı zamanda sokak yaşamının atmosferini yakalamak da özel bir anlam taşır. Kesin bir kuralı yoktur. Bana göre sokak fotografı, çekim yapılan kentte, insanla kentin bir kesitini göstermelidir. Sokak fotografı, çok tabii insansız da olabilir. Güzellikleri gösterebildiği gibi, kentteki çirkinlikleri de gösterebilir. Renkli ya da siyah beyaz olabilir. “Doğrudan fotograf” olabileceği gibi “şiirsel” de olabilir. Her ikisi birarada olabilir ise “MUHTEŞEM“ olur. Sokak fotografı sadece İstanbul, Londra, New York gibi büyük kentlere özgü değildir. Adı hiç duyulmamış köylerde de çekilebilir.

İnsanları çektiğim için, fotografını çekeceğim insanlara ne kadar yaklaştığım sık sık soruluyor. İnsanlara yaklaşmak, onlarla ilişki kurabilmek bir deneyim meselesi. İşin burasında, fotografını çekeceğim insanlar dan izin alıyor muyum sorusu da iliştiriliyor. Buna yanıt vermek güç. Bu, daha çok o anki duruma bağlı. Önce ya da sonra olabilir. Hatta bazen çekmek için izin istemeye olanak olmayabilir. İşte burada “NİYET” önemlidir. Hukuki sorunlar da ortaya çıkabilir. Ancak, bunca yıldır insan çektim ve şimdiye dek hukuki bir sorun yaşamadım. Almanya’da çalışmama (orada kurallar daha da serttir) karşın, şimdiye dek mahkemeye verilmemiş fotografçılar arasında olduğum için kendimi mutlu hissediyorum. Yaşam sürüyor, yaşam fotografçıya poz vermiyor…

Mehmet ÜNAL

Kontrast Sayı 31, Eylül-Ekim 2012

Bizi paylaşın..

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. Sokak Fotoğrafçılığı (31. Sayı) - Dergi

Comments are closed.