Orhan ALPTÜRK | Karşı-laşan Düşünceler (42. Sayı)

Gerek ‘Kayıt’ gerekse bir ‘Görsel Dil’ olanağı olarak ele alınan fotoğraf üretim anlayışlarında nesnel gerçekliğin Fotoğraf’ın nesnesi olarak seçilmesi bir ortak sorunu da gündeme getirmektedir; ortaya konmak istenen ‘anlam’ nesnenin kendisinde mi, fotoğrafçı öznede mi, yoksa bu ikisinin karşılıklı olan ilişkisinde midir?

Bir köşenin adını neden böyle bir başlıkta seçtiğimi açıklayarak başlamak istiyorum. Öncelikle, bu bana ayrılmış çok değerli alanı, doğrudan doğruya kendime ait düşüncelerimin, görüşlerimin dillendirilmesi olarak görmediğimin çok açıkça bilinmesini istiyorum.

Bilindiği üzere fotoğrafik söylem biçimi en yeni ama bir o kadar da en yaygın kullanılan, günümüzün son gözde söylemsel aracı.

Sadece yüzyetmişbeş yıllık bir geçmişe sahip. Hele 1990’lardan itibaren gelişen sayısal teknoloji sayesinde, bugün fotoğraf üretmeyen insan varlığından söz etmek pek olası değil gibi. Buna karşın, ülkemizde fotoğrafik söylem, üretim-tüketim aracı olarak, düşünsel ve kuramsal bağlamda, en az özgün düşünce üretilen bir alan olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Söylenenler daha çok seçilen içerikler üzerine veya salt biçimsel kaygıların kendi başına bir estetik değermiş gibi empoze edilmesi yönünde tıkanıp kalıyor.

Ontolojik ve tarihsel kültürel yanına yönelik kuramlar da baştan itibaren birbirine karşıt, bir diğerini yok sayan, adeta bir ‘öteki’lik anlayışında ele alınıyor…Benim açımdan da ileride paylaştıklarımda görüleceği gibi; ülkemizde fotoğrafın, bir üretim- tüketim mecrasında bilinçli bir şekilde, bilimsel bilgiye dayalı bir farkındalıktan ve sorgulamadan uzak kalmasının temel nedenlerinden biri de, bu anlayışın eğitimden tutun profesyonelliğe, sanatsal üretime, hatta hobi anlayışına kadar çok yaygın bir şekilde yer bulmuş olmasıdır.

Bir diğer düşünce modeli sadece reddedilesi bir konumda tutularak, hatta adeta yok sayılarak, tutunulan düşünce modeli ile daha sağlıklı, daha anlamlı ve yoğun bir ilişki kurulacağı zannedilmektedir.

Büyük bir üretim-tüketim kesiminin, birbirinden çok farklı fotoğraf kuramsal geri planı ile ilgili en küçük bir haberi olmadığı gibi, en küçük bir endişesi bile yoktur anlayışı yerine bu tür bir yaklaşımın hiçbir işe yaramadığını, aksine bu tür suçlamaların her tür fotoğraf severi düşünsel art plandan uzak tuttuğunu göreceğiz.

Fotoğraf’ın ilk üretim koşullarından bugünkü üretim koşullarına kadar tarihsel, toplumsal ve ideolojik bir şemsiye altında geçirdiği değişimleri, dönüşümleri, oluşan farklı kuramsal yaklaşımların birbirini reddetmek üzerinden değil, aksine birbirinin içinden doğup yaşama geçirilmesini örnekler ile gözlemleyeceğiz.

Descartes vari ‘Düşünüyorum öyle ise varım’ anlayışı yerine; insan denen varlığın her zaman için kendini canlı ve cansız bir öteki üzerinden oluşturduğu anlayışından yola çıkacağız.

Fotoğrafik söylemin diğer tüm görsel söylemlerden ayrılan en temel farkının ‘Nesnel Gerçeklik’ ile kurduğu doğrudan nedensellik ilişkisinin bir ‘Temsil’ (Representation) sistemi olarak kabul görmesini veya reddedilmesini ve bunun sonuçları olarak; toplumsal işlevleri anlamında ortaya çıkan ‘Bellek’, ‘Tanık’, ‘Kanıt’ ve ‘Belge’ olarak ele alınışındaki farklı yorumların nedenlerini ortaya koymanın, fotoğrafik üretim-tüketim ilişkisinin daha sağlıklı anlaşılmasını, aynı zamanda Türkçemiz’deki kavram kargaşasını biraz olsun giderebilmesini umut ediyorum.

Fotoğrafik ‘Gerçeklik Yanılsaması’nın ‘Yüz Yüze’(Face to Face) algı ile eşdeğer mi, yoksa ondan çok daha farklı mı olduğunun ve sonuçlarının ne olup olmadığının sorgulanarak, bugünkü modern sonrası oluşan üretim modellerinin ortaya çıkışının nedenlerini yargılamadan ya da yüceltmeden ele alabileceğiz diye düşünüyorum.

19.yy’ın ilk çeyreğinde karşılaştığımız fotoğraf aracı; o günün gelişen tarihsel, sosyal, ekonomik (üretimin hızla mekanikleşmesi yani makineleşmesi, seri üretimin ortaya çıkışı, sosyal yaşamın kentlere kayması, ulaşımın ve hız, zaman kavramının değişimi, devlet yönetiminin feodaliteden hızla kapitalizme evrilmesi, vb.) koşullarının sonucunda ortaya çıkışı bize çoğunlukla kendiliğinden gelişen bir keşif olanağı olarak tanıtılmıştır.

Fotoğraf, bugün bile büyük bir çoğunluk tarafından nesnel gerçekliğin doğrudan insanın görme edimine eşdeğer bir KAYDI olarak ele alınmaktadır. (Fakat görme edimi referans olarak kullanıldığı halde bu referans ilişkisinin sorgulanmasına ülkemizde ancak son yıllarda başlanmıştır). Bu anlayış her tür fotoğraf üretiminde neredeyse 20.yy’ın ikinci yarısına kadar varlığını sürdüregelmiştir. Fakat 1920’lerden itibaren gelişen ‘Göstergebilim’, ‘Anlambilim’, ‘Yorumbilim’ gibi yeni disiplinler her tür söylem üzerinde etkisini giderek göstermiş ve 1960’lı yıllarda da Fotoğraf’ın bir kod sistemi ve görsel dil olanağı olduğu tartışılmaya ve kabul görmeye başlamıştır. Bu iki farklı fotoğraf anlayışını tüm detayları ile dile getirmenin, bugün geçmişi ile geleceği arasında kıvranan fotoğraf anlayışını değerlendirmemizde çok faydası olacağını sanıyorum. Çünkü bu anlayışta fotoğraf artık bir ‘Anlam Yüzeyi’ olarak ele alınmakta ve ‘Tasarım Alanı’ olarak değerlendirilmektedir. Tüm üretim-tüketim değişkenleri buna göre organize edilmektedir. Yani fotoğraf bir kayıt olanağı olarak değil ‘anlam yaratım’ olanağı olarak ele alınmaktadır.

Fotoğraf’ın ilk ortaya çıktığı yıllardan başlayarak uzun bir süre resmin biçimsel estetik kurallarından ve değerlerinden yararlanması kadar doğal bir şey olamazdı. Çünkü bir söylem olanağı olarak insanın üretiminde yepyeni bir olanaktı ve bu nedenle de ilk fotoğrafçıların hep ressam kökenli olduğunu hepimiz biliyoruz sanıyorum. Bu ressam kökenli fotoğrafçılar da resmin biçimsel kaygılarını fotoğraflara taşıdılar.

Resimden devşirme diyebileceğimiz bu yapı sonsuza dek süremedi. Mademki fotoğraf görme edimini referans olarak kullanıyordu, hatta ondan daha farklı olanakları da vardı, o halde kendi biçimsel dilini yaratabilirdi. Süreç içerisinde bu da gerçekleşmeye başladı ve bugün birçok fotoğrafçı artık sadece fotoğrafın kendi biçimsel dilinden yola çıkarak işler üretmektedir. Biz de burada bu birbirinden farklı olanakları karşı-laştırıp ne gibi anlamlandırma farklılıklarına neden olduğunu göreceğiz.

Gerek ‘Kayıt’ gerekse bir ‘Görsel Dil’ olanağı olarak ele alınan fotoğraf üretim anlayışlarında nesnel gerçekliğin Fotoğraf’ın nesnesi olarak seçilmesi bir ortak sorunu da gündeme getirmektedir; ortaya konmak istenen ‘anlam’ nesnenin kendisinde mi, fotoğrafçı öznede mi, yoksa bu ikisinin karşılıklı olan ilişkisinde midir? Bu farklı anlayışlar hem üretimde hem de izleyicinin (bu öznenin de anlamı nasıl ele aldığı çok önemlidir) tüketiminde ne gibi farklılıklara neden olmaktadır? Bunu açımlayabildiğimiz oranda fotoğrafların anlamlandırılmasında, yorumlanmasında ve eleştirilmesinde çok daha net değerlendirmeler yapabileceğimizi düşünüyorum.

Fotoğrafın diğer disiplinler (felsefeden psikolojiye, vb.) ile ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu veya onlardan bağımsız ele alınıp alınamayacağını birlikte değerlendireceğiz.

Tabii ki hiç unutmamız gereken bir sorunumuz da fotoğrafik üretim-tüketim ilişkisinin ne olduğu. Birbirine hangi bağlamlarda bağımlı olduğu ve yönlendirip etkilediği olacak. Bunun gerek ticari, gerek sanatsal, gerekse hobi tarzında farklılıklarına bakmak çok yararlı olacaktır.

En sorunlu alan olarak gördüğüm ‘sanat’ ile olan ilişkisi üç yüzyılda nasıl ele alınmıştır ve ne gibi değişikliklere uğramıştır bizim başat söyleşme alanlarımızdan biri olacaktır sanıyorum.

Bir dahaki sayıda görüşmek üzere…

Temmuz 2014, İzmir

Bizi paylaşın..