Fikirler, arkalarında kalabalıklara ihtiyaç duyarlar.
Fikirler, evrensel ve hümanist içeriklerinden bağımsız arkalarındaki kalabalıklar oranında tesire sahiptir; bu tesir gücü kadar ciddiye alınırlar.
Çıplak fikir, tesirsizdir.
Bir fikri politize edecek olan onun arkasındaki insanlardır. Ama sadece fikirler değil, resim, fotograf, sinema ya da benzeri yaratı alanları da arkalarında kalabalıklar isterler; arkalarına aldıkları kalabalıklar oranında değer görürler.
“İktidar kalabalıklardır!”
Bu formülasyon çok kaba görünse de öyle ya da böyle gerçeği ifade eder; bu ifade slogan olmaktan çıkarılıp daha ince bir ifadeyle karşımıza çıkarıldığında sahip olduğu o kaba öz, aslında değişmeyecektir.
“Değer” dediğimiz de burada anlam kazanıyor. Bir fikir ya da herhangi bir yaratı ürünü ancak paylaşıma açıldığında, paylaşılarak ulaştığı yere tesir edip orayı harekete geçirdiği oranda değere sahip olacak, genişleyip büyüyecektir.
Mutlaka değerli denemeler olmuş, mutlaka bu denemelerden bazıları hedefine ulaşmış ve iz bırakmıştır, hiçbir denemeyi küçümsememe koşuluna rağmen, Türkiye geneline bakıldığında şu tespiti yapmak zor olmayacaktır:
Türkiye’de fotograf kendi içine sıkışmıştır.
Türkiye’de fotograf arkasına yığınları alamadı. Nedeni, Türkiye’de fotografın ana gövdesini amatörlerin oluşturuyor olması kesinlikle değildir, çünkü fotograf tarihinde “fotograf amatörü” olarak da çok, ama çok iz bırakılabileceğini gösteren çalışmalar mevcuttur; Tina Modotti’nin, ürünlerini gördüğünde “yüzlerce fotografçının çalışmaları en az benimkiler kadar iyiydi” dediği “Arbeiter Fotografie” küçük bir örnek olarak burada hatırlanabilir. Yukarıdaki sorunun cevabı, Türkiye’de fotografın içine sıkıştığı yerden çıkıp yeni sorumluluklar üstlenememesinde aranmalıdır. Türkiye’de fotograf genel bir eğilim olarak “fotografı sevenler topluluğu” olarak kaldı ve kabını kıramadı, kıracağına dair bir işaret ise ne yazık ki henüz yok.
Pek çok alan gibi fotograf da ne kadar süreceği belli olmayan bir ara dönem geçiriyor. Ara dönem de olsa ortaya çıkan bazı kesin veriler var:
Fotograf, televizyonun yaygınlaşması ve buna elektronik medya araçlarının eklenmesiyle basılı basındaki gücünü büyük oranda yitirmiş, yine benzer nedenlerden dolayı basındaki sosyal tesiri azalmıştır.
Fotograf çok yaygınlaşmış ve aynı oranda nicel üretimi çoğalmıştır. Yaygınlaşmasına ve çok üretilmesine karşılık ürünleri belli merkezlerde toplayacak ve ona yön verecek iradeden mahrumdur; bu mahrumluk fotografın büyümesiyle ters oranda gelişmektedir.
Fotografın eğilim olarak galeri ve müzelere doğru yöneldiği gözlense de, aslında bu eğilim fotografın açılacağı yeni alanlardan sadece biridir. Resim, heykel gibi klasik sanatta uzun zamandır gözlenen tıkanma ve fotografın yaygınlaşması fotografın ekonomize olmasına yeni bir boyut kazandırmış, bu nedenle galeri ve müzeler geçmişten çok daha fazla fotografa yer vermeye başlamışlardır. Ancak son yıllarda gözlenen bu genişleme, fotografın yeni alanlarından sadece biridir.
Ara dönemden geçen fotografa yön verecek, ona yeni alanlar açacak, onu hümanist bir dünya için kullanacak ve dolayısıyla ona ruh verip yeni içerikler kazandıracak olanlar, insanlardan başkası değildir.
Çok klasik bir gerçeği burada tekrarlamakta sakınca yok: Bir şey sorumluluk aldığı, insana, hayata tesir ettiği ölçüde ciddiye alınır. Bir şeyin ciddiye alınmasına neden olan şey, insanlarla paylaşıma açılan ürünün düzeyi ve onsuz değer olamayacağına göre fonksiyonudur. Bazı ülkelerde fotografın ciddiye alınması, bazılarında ise “olmazsa da olur” kategorisinde değer görmesinin asıl nedeni, o ülkede fotografı üretim aracı olarak kullanan yaratıcılar ve doğal olarak onların çalışmalarından başkası değildir.
Türkiye’de de fotograf ve tabii ki fotografçılar, ancak üstlendikleri sorumluluk (bu sorumluluğu sırf pratik politik anlamda kullanmıyorum) ve ortaya koydukları ürünler oranında ciddiye alınacak ve değer göreceklerdir.
AFSAD* kurulduğundan bu yana fotografın toplumsallık başta, sorumluluk üstlenerek yeni boyutlar kazanabileceğini, gerçekleştirdiği çalışmalarda göstermiş ve bu özellikleriyle hafızalarda iz bırakmış değerli bir fotograf kuruluşudur. 35. yılında AFSAD’ın Türkiye’de fotografın önemli bir yer edinip ciddîye alınmasında hatırı sayılır bir rol oynayabileceğine inanıyorum. Yolu açık, ömrü uzun olsun.
- Benim de geçmişimde AFSAD üyeliği var. Henüz yirmi yaşında değildim, soğuk bir cumartesi sabahının altı buçuğunda ulaştığım Ankara’da derneğin açılışını sabırsızlık ve biraz çekingenlikle beklemiştim. O gün Coşkun İncekara, Rıza Arat, Ali Rıza Akalın ve daha birçok değerli üyesiyle tanışmış, hoş bir gün geçirmiştim. AFSAD’ın ne olursa olsun sırf fotograf konuşulan bir dernek olmadığını biliyordum, o gün ise bunu yaşadım.
İlker MAGA
Kontrast Sayı 32, Kasım-Aralık 2012