İlker CANİKLİGİL | Fotoğraf Okuma [39. Sayı]

90’ların başında fotoğrafla ilk ilgilenmeye başladığımda sevgili hocam Onur Eroğlu’nun önerisiyle Vilem Flusser’in “Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru” adlı kitabını okumuştum. Geçenlerde bir röportajında Thomas Ruff’un da aynı dönemde aynı kitabı okuyup etkilendiğini görüp nedensiz bir sevince kapıldım. Flusser zihin açıcı (ve hatta kutsal kitap kıvamındaki) metninde bize o güne kadar fotoğraf adını verdiğimiz nesne–kavramın aslında başka türlü de olabileceğini (okunabileceğini) söylüyordu. Fotoğraf üretirken de üzerinde düşünürken de en etkilendiğim hep Flusser oldu.

Yapılmış bir fotoğraf olan “Sirenler” hem bir süredir üzerinde çalıştığım “çokluk” (More is Less) adlı ilk solo sergimin temasının ilk örneği, hem de ilk sergilenen işim. Herhangi bir fotoğrafa bakan birinin “Bunlar kim? Burası neresi?” veya biraz ilerisinde “Bunu nasıl yaptın?” demesi çok beklenen bir durum olmakla birlikte beni hep rahatsız ediyor.

Bir fotoğrafı dünyaya açılan bir pencere gibi görmek mümkündür. Cartier Bresson’dan, Ara Güler’e kadar bu tür bir fotoğrafın ustalarını yadsıyamayız. Yine de bu bakış mutlak bir doğruyu da göstermiyor. Hele bugünün fotoğrafla kafayı bozmuş dünyasında, en azından bazı fotoğraflar dünyaya açılan bir pencere olmaktan çok onu yapan kişinin zihnine açılan bir pencere de olabilir/olabilmeli. Bu bağlamda biraz garip bir düşünce de olsa sanki “Sirenler” yıllardır benim aklımda sürekli gördüğüm bir karenin sureti gibi hissediyorum: Sanki o hep vardı ve sadece benim onu ortaya çıkarmamı bekliyordu (tabi bu onu yapmak için uzun saatler ve geceler bilgisayar başında kalmaktan doğan bir zihinsel rahatsızlık da olabilir!). Peki bu fotoğraf ne anlatıyor? Kişisel olarak hep uğraştığım bir tema var: “Ölümün olduğu bir yaşamda ve bu kadar kalabalık bir dünyada değer nasıl oluşur?” “Sirenler” belki de biraz bununla ilgili: Suda çırpınan ama garip bir şekilde mutlu görünen kadınlar… Genelde suyun altında olduklarından yüzleri tanımsız. Dikkatli bakınca aslında aynı kadınların çoğaltıldığını zor da olsa fark ediyoruz ama bütüne baktığımızda üç temel öğe göze çarpıyor: Su, çokluk ve hareket. Tabii bu benim kişisel yorumum ama “Sirenler” için “Kırılgan bir varoluşa hapsolduğumuz ve ölümün mutlak galip olduğu bir yerde var olabilmekle ilgili” diyebilirim.

“Fırlatmaya 10 Saniye” de bir önceki “Sirenler” gibi aynı temaları takip ediyor fakat daha mimari ve kentsel düzlemde ilerliyor.

Serideki tüm fotoğraflar gibi bu da günümüz dünyasının çoğaltılmış, bozulmuş, manipülasyona uğramış bir hali. Yine de ona baktığınızda garip şekilde bu aşırılıkların bile sizi şaşırtmadığını görebilirsiniz. Hatta ilk bakışta manipülasyonu görememeniz de mümkün. Ülkemizdeki inşaat çılgınlığına paralel olarak binalar bu hızla çoğalırken yukarısı, aşağısı, simetrik olanı, sağı, solu gibi kavramlar veya “tekrarı mı, kendisi mi? aslı mı, kopyası mı?” gibi sorular pek bir şey ifade etmiyor.

Peki bu fotoğraf gerçek mi? Bu soruya “Hangi fotoğraf gerçektir ki?” diye cevap vermek en iyisi olurdu! Yine de özelde bu kare için konuşursak: “Fırlatma’ya 10 Saniye” gerçekten yola çıkan ama onu zihinsel bir amaçla bozan ve aslında bunu yaparken de daha yüksek bir gerçeğe ulaşmaya çalışan bir fotoğraf (sürrealizm?). Bu fotoğraf ne anlatıyor yerine, ne hissettiriyor sorusu bana daha güzel geliyor. Ona her baktığımda aslında adındaki gibi patlamasına çok az kalmış bir dünyada yaşadığımızı hissediyorum. Baudrillard’in içe doğru patlamasını öngördüğü simulasyon cehenneminde…

İlker CANİKLİGİL
Yönetmen, Fotoğrafçı
http://www.ilkercanikligil.com

Kontrast Sayı 39, Ocak-Şubat 2014

Bizi paylaşın..