Fotoğrafçılar sık sık kendi bildiklerinden daha iyi fotoğraf çekerler. Bu tespit kulağa hoş geliyor. Öyle ya, tam da bilmeden, üzerine düşündüğümüzden daha iyi fotoğraflar üretebiliyoruz. İtiraf edeyim; benim başıma da geldiği oldu. Evet, oldukça hoş! Ne zararı var ki böyle olmasının?
Biraz düşünelim. Bu faydalı sezgisel yetenek, iyi fotoğraflar üretmemize neden olurken, maalesef, fotoğrafları değerlendirebilme, deşifre etme (anlamlandırma, okuma) konusundaki eksik bilgilerimizi gidermeye ve bu konuda bizi heveslendirmeye yaramıyor, bu işe ayrı bir çaba ve merak gerekiyor. Hadi biraz daha ileri gidelim ve sorumluluk gerektiriyor diyelim. Ne de olsa fotoğrafçıyız!!!! Hem kendi fotoğraflarımızın başkaları tarafından bizim istediğimiz şekilde anlaşılmasını kolaylaştırmak, hem de bir başkasının fotoğraflarını daha doğruya yakın yorumlayabilmek amacında isek eğer; fotoğraf tarzları, teknikleri, kuramları, yani külliyatı hakkında birikime sahip olmalıyız. Maalesef doğal yeteneklerimiz burada yardıma yetişemiyor.
Eğer bir görüntü bizde bir takım duygular uyandırdıysa onu deşifre etmeli, kendi kendimize sormalıyız. Bu hissettiğim ne, neden var, tepki verdiğim şey konu mu, biçimler mi yoksa benim ile ilgili daha kişisel bir şey mi?
Bir fotoğrafın ne için çekildiği ve amacı, onun en önemli varlık sebebi yani gerekçesi olmalıdır. Bu gerekçe, genel bir tespitten çok kişisel bir dışavuruma kadar uzanan farklı ifadeler olabilir. Fotoğrafların varlık sebeplerini anlama ise fotoğraf okuma ve anlamlandırma yöntemlerinde karşılık bulur. Fotoğraf okuma bir yerde eleştiridir ve iyi bir eleştiri bakış açımızı zenginleştirir. Aynı fikirde değilsek bile, en azından, o fikre karşı oluşturduğumuz karşı savlarımızı geliştirebilir.
Son olarak; eleştiriler birbirinden farklı olsa da fotoğraf okumada tutarlılık önemlidir diyerek kendi fotoğraflarımı okumaya başlayayım.
İşte benim denemelerim:
BENİ NASIL BİLİRDİNİZ?
Görünenin altında (düz anlam, konu) hep yan anlamlar (tema) aradığım için fotoğraf üretirken ve izlerken hep beni etkileyen o çok belli ya da belli belirsiz hissin peşinden gitmeye çalışırım. Fotoğrafın klasik dilini bilmeye önem versem de temel kompozisyon kuralları ve teknik bana sadece hizmet eden yardımcılar, yol gösterici rehberler olmuştur. Bu yüzden, ileri teknik demeleri bir amaca hizmet etmiyorsa dikkatimi fazlaca çekmez. Teknik dil ya da hatalar anlamı gölgeliyorsa eğer, kusur kabul ederim. Yani kısaca kendime sorarım; burada ne var, ne hakkında, bu iyi mi ve bazen de daha ileri giderim; bu sanat mı?
Söz konusu olan kendi fotoğrafım olsa bile, önce görüntüde olanları okumalı sonra da yorumlamaya çalışmalı diye düşünürüm. Bazen apaçık olsa dahi görünene işaret etmek gerekir. Çünkü bir izleyici için apaçık olan şey bir başkası için görünmez olabilir.
İlk fotoğrafta siyah bir zemin üzerinde aynı kişinin dört ayrı fotoğrafını üst üste görüyoruz. Fotoğraflar birbiri üzerine atılmış, kısmen şeffaf, uzaysal boşlukta birbirinin üstüne düşüyor gibi. Tek tek bakıldığında aynı kişinin aynı mekânda çekilmiş değişik ifadelerini de fark ediyoruz. Bu fotoğraflardan oluşan son fotoğrafta ise hepsinin birleşmesinden oluşan yeni bir yüz var. Şeffaf diğer fotoğrafların arasından buluştuğumuz bu deforme yüz, hepsinden izler taşımasına rağmen, onlardan farklı ve sanki asıl randevumuz da bu kişi ile. Arkada hissedilen yastık bir ev ortamı ya da kapalı alan hissi veriyor. Fotoğrafta görünenler kısaca bunlar…
Fotoğrafımı yorumlamaya çalışırsam; oldum olası fotoğrafın sahip olduğu o tek kare ile anı yakalama ve yarattığı gerçeklik duygusunu büyülü bulurum (bu duyguyla oynanıp büyük yalanlar söylenebileceğini de bilmeme rağmen). O anın kıymetini bilmeme rağmen, bu aralar beni ilgilendiren bu anların etrafındaki boyutlar ve katmanlar. Sanki bir şeylerin olma hissi ve kavrama duygusu.
Yaşarken etrafımızda olanların bizde yarattığı etkiler çoğunlukla tek bir duygu ile anlatılamaz. Aynı şekilde bizim diğerleri üzerinde oluşturduğumuz etkiler ve imajlar birçok an ve kesitlerden oluşan karma, kompozit bir algı. Bizimle ilgili birçok küçük bilgi, duygu, anı toplamından oluşan fikirler ile yeni, her kişide ayrı bir imaj oluştururuz. Hepimizde olan zayıf, güçlü, hastalıklı, korkak vb. yanlarımızdan oluşan yüzlerimizi anlayabilmek, görebilmek hem bize hem de bize bakanlara bağlı. Böyle bir fotoğraf da en güzel kompozit bir teknikle anlatılabilir diye düşündüm.
Tüm yüzlerin ağızda ve dudaklarda birleşmesiyle ise, aynı sözcüklerle birçok farklı algı yaratabiliriz demek istedim.
Bir sürü ‘ben’ var ve sizin hangi ‘ben’i göreceğiniz hem bana, hem size, hem de kestiremeyeceğimiz bir sürü şeye bağlı. Acaba siz hangi ‘ben’i gördünüz?
COSMOBERGER
İnsanın kendi fotoğrafını okumada tarafsız olması mümkün değil. Çünkü fotoğrafı oluşturma niyetini bilmek avantajı ile oluşan fotoğrafın bunları yansıtıp yansıtmadığı konusunda objektif olamama tehlikesini barındırabilir. Bu yüzden öncelikle fotoğraf üretirken ve fotoğraf okurken kendi bakış açımı anlatmak faydalı olabilir.
Öncelikle gördüğüm fotoğrafı kategorize etmek isterim. Bu fotoğraf niçin çekilmiş olabilir? Belge mi, an fotoğrafı mı, kavramsal bir fotoğraf mı, amacı ne? Fotoğrafçı hangi yaklaşımla (realistik, empresyonist, modernist ya da postmodernist…) fotoğraf üretmiş. Fotoğrafın içindekilerle kurduğum bağlam doğru mu? Fotoğrafının amacı dışında görüntüde başka şeyler görmek ve söylemekle onu başka bir şeye dönüştürürüz, kendi fotoğrafımızı yaratırız ve daha çok kendimizden bahsederiz. Bu yanılsamadan uzaklaşmak isterim.
Fotoğrafın içinde neler var ve bu görüntüler ne anlatmaya çalışıyor? Teknik olarak önemli kusur ya da inceliği var mı ve bu fotoğrafa değer ya da kusur katıyor mu? Düz anlamın altında fotoğrafçının anlatmak istediği yan anlamlar var mı? Ve son tahlilde bana göre amacına ulaşıyor mu yani başarılı olmuş mu?
Cosmoberger’e gelince: Fotoğraf pek çok fotoğraftan oluşan bir kompozit fotoğraf. Belli başlı iki parçaya ayrılan fotoğrafta kapalı bir mekânda aynı koltuğun o koltukta oturan model ile iki farklı şekilde yorumlanışını görüyoruz. Her iki yorumda da bir uçta pencere, diğer uçta mekâniçi aydınlatma sistemini görüyoruz. Gece-gündüz devamlılığı ve bir ev ortamında geçen zamanın sürekliliğini hissettiriyor. Sol taraftaki yorumda berjer adeta kübist bir yaklaşımla, birçok ünitenin birçok bakış açısı ile tekrarlandığını görüyoruz. Diğer berjer görüntüsünde ise tekrarlanan üniteler daha yumuşak ama modelin yüzü aynen Picasso’nun yüzleri gibi birçok kesiti barındırıyor ve başın ortasında kulak ve birçok gözden oluşuyor.
Bu fotoğraf bize ne demek istiyor? Hayat değişiyor, dünya değişiyor, biz değişiyoruz. Bazen de pek değişmeyen şeylere karşı bizim algımız, tavrımız, tutumumuz, bakış açımız değişiyor. Bizi korkutan şeylere daha cesaretli ya da kabullenici yaklaşabiliyoruz ya da bazen tam tersi. Bazen, şeyler ulaşamayacağımız kadar uzak ve büyük, bazen de aynı şeyler elimizin hemen altında ulaşılabilecek kadar yakın. Burada Cosmoberger demekle kastettiğim; kozmik dünyayı berjer temsil ediyor. Dünyamızı hayatımız olarak düşünelim. Üstünde de biz varız. Bizimle birlikte her şey değişim ve devinim halinde. Yaşadığımız küçük ve güvenli kendi hayat alanımız bile bu değişimden her an nasibini alıyor. Bir sürü seçeneğe sahibiz ama her zaman fark edemiyoruz. Duygularımız, modumuz, aklımız bize dünyayı, yani yaşamımızı farklı algılatabiliyor. Sonsuz seçenekler var. Sanat, zaten en çok farklı seçenekleri göstermeye yarar diye düşünüyorum.
PENCERE
Fotoğraf üretirken ya başta bir fikrimiz vardır ve onun peşinden gideriz ya da çekim anında oluşan aura ve içgüdülerimiz bize bir şeyler yaptırır. Bazen de bu yaratım süreçleri birbirlerine karışır. Bu biraz makinenin arkasındaki kişi ile ilgilidir. Görüntüde her nesne, bir sözcükle ifade edilemeyecek kadar bilgi içerir ve gören ve tarafsız olduğuna inandığımız gözümüz aslında hiç de objektif değildir yani sadece o anı algılamaz. En az o an ve o an gördüğünden daha eskidir. Eskiye ve diğer duyu organlarına takıntılıdır ve önyargılı çalışır. Seçer, ayrımcılık yapar, birleştirir, çözümler, anlamlar yükler, inşa eder. Bu yüzden en düz fotoğraflar bile yoruma ihtiyaç duyar. Gördüğümüz bir görüntü ile ilgili fazla bir şey söylemesek de bizde oluşan izlenim tek sözcükle anlatılamayacak kadar çoktur.
Fotoğrafın sihri gerçeklik duygusu olmasına rağmen, fotoğraflar ne doğaldır ne de doğadır. İnançlara ve kanaatlere sahip bireylerin ürünüdür ve böyle de olmalıdır. Mana (‘meaning’) daha kişiseldir ve bir fotoğrafın bizi nasıl etkilediğidir. Anlam ise (önem, ‘significance’) daha nesneldir, fotoğrafın içinde ne olduğu ile ilgilidir ve birçok insan aynı şeyi söyleyebilir.
Camera Lucida’da Barthes’in tanımlaması bir çok fotoğrafta bizi etkileyen şeylerin ayrımını yapmada kolaylık sağlar. Barthes kitabında fotoğraflardaki studium ve punctumlardan bahseder. Studium bir fotoğrafa baktığımızda, özel bir keskinliği olmadan, hemen herkesin benzer duygular hissedeceği, hoşlanacağı, etkileneceği kısımlar iken, punctum izleyiciden gelen ve ona ait olan duygularla ilgilidir ve studiumu kırar, delip geçer. Studium genelde kodlanmış bilgilerden ve duygulardan oluşturulurken, punctum kodlanmamıştır. Punctum o fotoğrafta biz ve bizim geçmişimizle ilgili olan, bize ait duyguları uyandıran, başka kimsede aynı etkiyi yapmasını beklemeyeceğimiz göstergelerdir (kalabalık bir fotoğrafta bizi bir bakışın yakalaması ve o bakışın annemizi hatırlatması gibi).
Bu fotoğrafta gördüklerim; siyah beyaz fotoğraf, eski olduğu anlaşılan bir ev duvarı ve duvarda güneşli bir günün yansıması. Duvarın karşısında bir pencerede güneşli bir gün ve pencereden günü selamlayan bir kadın. Siyah beyaz fotoğrafın estetik anlatımı ve grafik düzenlemenin zevki ile fotoğraf olabildiğince sadeleştirilmiş. Gölge oyunu ile uzamış el ve parmaklarla yeni güne merhaba demenin en güzel hali.
Bu haliyle bu fotoğraf kimilerine güzel, kimilerine sıradan gelebilir, ama beni etkileyen punctumu ise; resmin alt köşesinde eski Karadeniz evlerinde tipik olan duvardaki ahşap süsleme olmalı. Üstüne, fotoğraftaki kişinin ben olmam, büyüdükten sonra çocukluğumda yaz tatillerine gittiğim babaannem ve dedemin evine yaptığım ziyaret ve pencereden baktığımda hatırladığım tüm anılar…
Gülser GÜNAYDIN
Kontrast Sayı 33, Ocak-Şubat 2013