Engin ÖZENDES | Cityrama (36. Sayı)

Yaşadığımız kenti tarihi, kültürü, sanatı ve insanı ile tanıyor muyuz?

Mevsimlerin baştan çıkarıcı dönüşümlerini o kentin hangi köşelerinde keyfimizce yaşıyoruz?

Çağın homurtulu, keskin dişli makinalarına kendini direnmeden teslim eden eski yapılara ne duygularla bakıyoruz?

Tüm bu değişim, sınırlarını aşan, genişleyen İstanbul’un kayboluşu mu, yoksa doğal bir büyüme süreci mi?

Bir kentin tanıtılması için en önemli öge mimari dokudur. Kent hakkında ilk bilgiyi, yapıları verir. Bu tanıtımı başarı ile yürütense fotoğraftır.

Kente dışarıdan gelen fotoğrafçılar, öncelikle yabancısı olduğu sokakları, yapıları, insanları tanımaya gayret eder. Sonuçta kendi fotoğraf anlayışını, yaratısını ortaya koyarak kenti sunar.

Orada yaşayıp, kentin sahipleri olan fotoğrafçılar objektifin arkasına geçtiklerinde, çok yakından bildikleri binaların, meydanların, anıtların, sokakların, tarihsel, kültürel, sosyal izlerini, yaşayan ruhunu, estetik anlayışları ile yoğurarak yeniden keşfederler.

Kent Fotoğrafları

Batının yaşam biçimine yansıyan genel bir oryent fikri, yüzyıllardır süren ilgi, Romantizmin etkileri, gelişen siyasal olaylar, ekonomik ilişkiler, bilimsel ve arkeolojik araştırmalar 19. Yüzyılda Oryantalizm modasının kapılarını sonuna kadar açtı.

Bu yüzyılda Doğu ülkelerinin tanıtıldığı gravürlü kitaplara duyulan ilgi artarak, sonunda pazarı beslemek için yeni bir profesyonel sanatçı sınıfı doğmasına neden oldu. Gravür sanatçılarının en parlak dönemi başladı. Gravür albümleri “A la Turquie” kıyafetlere ve göz kamaştıran Doğu mimarisine hayranlıkla bakışın kapısı oldu.

19. yüzyılda sanat ortamını etkileyen önemli faktörlerden biri kuşkusuz, ulaşım araçlarının geçmişe oranla değişmiş, düzenli gezi turlarının yapılmaya başlanmış olmasıydı. İstanbul’a yapılan karadan ilk toplu turistik seyahat, Orient Express’in 1 Haziran 1890’da Sirkeci Garı’na gelmesiyle başladı ve Orient Express Doğu’ya seyahatin bir simgesi haline geldi. Bu ilgiyle birlikte de İstanbul’un büyük otelleri, kafeteryaları, mağazaları yeni bir görünüm kazandı.

Doğu’ya yapılan gezi koşullarının düzelmesi, gezgin fotoğrafçılara da kolayca ulaşma olanağı sağlamış oldu. 19. Yüzyılın ortalarına doğru bulunuşu ile birlikte sanata yeni bir bakış açısı getiren fotoğraf, kentlerin tanıtımı için en değerli araç olarak yerini aldı. Fotoğraftan gerçek görüntüleri izleyenler artık gravür sanatçılarının genellikle sunulan yerlerin, görülmeden çizdikleri görüntülerine ilgi duymaz oldular. Tam bu nedenle sönmeye yüz tutan gravür sanatı, o dönem fotoğraflarının basılarak çoğaltılma olanağı olmadığından baskıya hazırlanması aşamasında yeniden gereksinim duyulan bir çalışma alanı oldu. Hatta uzun poz süresi nedeni ile fotoğraf karesine giremeyen canlılar da gravürcüler tarafından fotoğrafın yeniden çizilen görüntüsüne eklenerek hareket kazandırıldı.

Doğu’nun manzaralarına, arkeolojik sitelerine, görkemli mimarisine, ilginç sokaklarına, portrelerine ilgi arttıkça, Batılılara hayal ettikleri dünyayı daha da çeşitlendirerek göstermek için yerli fotoğraf stüdyoları çalışmalarını yoğunlaştırdılar. 1860’larda hem paraca daha ucuz, hem de küçük olduğundan taşıma kolaylığı olan carte-de-visite boyutunda (6.6 X 10.7 cm.) fotoğraflar pazarlanmaya başladı. 1865’den sonra fotoğrafçılar turistik fotoğrafları, cabinet boyutlarda (11.25 X 16.25 cm.) veya batılının ilgi noktalarını titizlikle saptayıp büyük boy albümler halinde satışa sunmaya başladılar.

En çok alıcı bulan Beyazıt veya Galata Kulesi’nden çekilen panoramik fotoğraflardı. Fotoğrafçı makinası ile kulenin balkonunda dönerek parçalar halinde çektiği fotoğrafları birleştirerek özel bezlere yapıştırıp katlanmalarını sağlıyor ve yine özenle hazırlanmış bir kapak içine ciltliyordu.

Resimli kartpostallar Batı dünyasından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda da görülmeye başlandı. Cumhuriyet döneminde Matbuat Umum Müdürlüğü, Türkiye’de yaşayan Avusturya asıllı fotoğrafçı Othmar Pferschy’yi 1935 yılında sözleşmeli olarak görevlendirdi. Beş yılı aşkın bir süre bu görevde çalışan Pferschy, Anadolu’yu dolaşarak binlerce fotoğraf çekti. Bu fotoğraflarla Türkiye’yi tanıtmak üzere hazırlanan albümde, devlet eliyle yapılan tüm sanayi kuruluşları, binalar, yeni sistemde eğitim, açılan yollar, barajlar, yeni anlayışla kentleşme, tarım, sanat, gençlik ve çalışan nüfus görüntüleri vardı.

Yenikapı arkeolojik kazılarıyla İstanbul’un tarihi 8500 yıl daha geriye gitti.

Kentlerdeki yeni yapılaşmanın burayı ne hale getireceğini bilmiyoruz. Bir kez daha zihnimize kazınsın diye, 2005’de İstanbul Modern’de izleyicileri ile buluşan Cityrama’yı sizinle de paylaşmak istedim. Düz görüntüleri fotoğraf sanatına dönüştüren; bir kenti anlamak, ulaşılmak istenen sonucu özümlemek ve de tüm bu çabalara kendi tarzını katarak çekime yönelmek ve sonuçta o kentin özgün yapısını gözler önüne sermektir. Roma, Bizans, Osmanlı eserlerinin bir sentezi olan İstanbul kentinin nice açık ya da gizli köşelerini Cengiz Akduman, Arif Aşçı, İbrahim Ayşıl, Cemal Emden, Sinan Koçaslan, Selim Seval ve Cem Turgay kente doğrudan bakış yerine, fotoğraf estetiğinin kullanıldığı, artistik tadlar arayan fotoğrafları ile görsel bir şölene dönüştürdüler. Hem içerik, hem de teknik olarak ustaca yaratılmış; bazılarında simetrinin, bazılarında dizilmelerin, bazılarında tekrarların kullanıldığı fotoğraflar değişik bir senfoni oluşturdu.

Fotoğrafçılar tarafından seçilmiş bu anlar, bir kentin siluetinin insanoğlu tarafından yok edilmeden izleyeceğimiz belki de son kayıtlarıdır.

Engin ÖZENDES (ESFIAP)
Fotoğraf Tarihçisi, Küratör

Kontrast Sayı 36, Temmuz-Ağustos 2013

Bizi paylaşın..