Fotoğraf sanatı, yakın yaşanan teknolojik değişimlerin de etkisiyle hem kendi içinde, hem de diğer sanat dallarının etkisiyle yoğun bir dönüşüm süreci yaşamıştır ve halen yaşamaya devam Sayısal (dijital) fotoğraf olarak adlandırılan bu devrimin, kullanılan malzeme kadar, anlatım ve sergileme olanaklarında da büyük değişimler meydana getirdiğini hep birlikte gözlemliyoruz. 1990’Iarda az sayıda kullanıcıyla başlayan bu değişim, 2000’Ierin başında bir akım haline gelerek, büyük kitlelerin üretip tükettiği bir yapıya kavuştu. Teknolojinin gelişimi, fiyatların düşmesi, bilgi birikiminin artması ve paylaşımın kolaylaşması gibi faktörler, fotoğraf uğraşısının büyük kitlelere yayılmasını sağlamış görünüyor. Bütün bunlar olurken fotoğraf sanatında da farklı yönlere doğru ilginç gelişmeler yaşandı. Teknolojik olanakların artması, yaratıcılığın önünde önemli ufuklar açtı; hem tasarım, hem de uygulama aşamalarında yararlanılan olanaklar sayesinde, üretim hızı ve çeşitliliği çok arttı. Teknik kalitedeki artış, kimyasal filmlerle elde edilemeyecek genişlikte ton veya renk skalalarına ulaşılmasını sağlarken, Andreas Gursky gibi “saf görüntü kalitesi” arayışında olan sanatçılara önemli olanaklar sunmaya başladı. Bir yandan biçimsellik ve teknik mükemmellik arayışı sürerken, bir yandan da fazla bir kurala bağlı olmayan postmodern sanat ürünleri üretilmeye devam edildi.
Modernizmin getirdiği öğretilere karşı bir tepki olarak gelişen Postmodernizm, bir tarz, bir akım, bir yaratı olmaktan çok bir karşı çıkış anlamına gelen bakışıyla fotoğraf altyapısından yoğun olarak yararlanmaktadır. Postmodern yaklaşım zaman zaman önemli ürünler vermiş ve sanat yaşamına farklı bir soluk getirmiş olsa da, son yıllarda özellikle Batı Avrupa’da üretilen işlerin niteliksizliğine bakıldığında artık yeniden sorgulanması gerektiği görülmektedir. Özellikle doğrudan fotoğraf uygulamalarındaki kalitesizlik (tasarımdan baskı ve sunuma kadar her aşamadaki özensizlik) dikkat çekmektedir. Günümüzde “Ne yaparsan olur!” mantığıyla özetlenebilecek kadar ucuzlamış ve içi boşalmış görünen kültürel yozlaşma, yalnızca sanat alanında değil, yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Küratörler aracılığıyla oluşturulan biyenal ve sergilerde hem biçimsiz, hem de içeriksiz işlere sıklıkla rastlar hale geldik.
Modernizmin sanata getirdiği teknik mükemmellik, ince işçilik ve yüksek estetik değerlere bağlı kalan önemli bir kitle hâlâ üretimlerini bu yönde sürdürse de, postmodernizmin getirdiği “çeşitlilik ve özgüllük” gibi kavramlarla pazarlanan (daha doğrusu “yutturulan”), tanımlanması güç ürünler döneme damgasını vurmuş görünüyor.
Postmodernizmin önemli bir evresi olan ve açıkça biçimselliğe savaş açan kavramsal sanat akımı, özellikle fotoğraf alanında ve özellikle A.B.D. ve Batı Avrupa’da etkili olmuştur. Kavramsal sanatın kazandırdığı düşünce ve akıl gibi son derece olumlu etkileri görmezden gelmek mümkün değildir; ama estetik, emek, beceri ve yetenekten vazgeçmenin nedenini anlamak da bir o kadar zordur. Evet, sanat ürünlerinin içinde anık daha fazla düşünce ve daha fazla içerik vardır, ama bunlar izleyenin içinde “hayranlık”, “beğeni” ya da “sahip olma isteği” gibi duyguları harekete geçirememektedir. Açıkçası, postmodernizmin, modernizmi sorgulaması, eleştirmesi teorik olarak çok sağlıklı bir girişim olsa da, sağlam bir amacı ve mantığı bulunmadığı için, ulaşılan nokta tam bir kaos olmuştur. Neyin iyi, neyin kötü, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söylemek giderek olanaksızlaşmaktadır. Dünyada nasıl savaşlar, katliamlar, ekonomik krizler, yükselen ve alçalan değerler oluyorsa, sanat dünyasında da benzer dalgalanmaların yaşanması kaçınılmazdır. Bu nedenle, sanat onamının bugününü de doğal karşılamak olasıdır. Postmodern bakış açısının sanata kazandırdığı en önemli özellik, sanat disiplinleri arasındaki sınırları kaldırmak olmuştur. İnterdisipliner ya da multidisipliner olarak adlandırılan çalışmalarda, çok sayıda sanat disiplininin bir arada kullanıldığını görüyoruz.
Bu yapıtlar içinde fotoğrafın en sık kullanılan malzeme olduğu da bir gerçek Bu durum, bir yandan “fotoğrafın yaygınlaşması, üretilmesi, tüketilmesi, paylaşılması, yani fotoğrafın sanat dünyasında ağırlığının anması” gibi (biz fotoğrafçılar açısından) olumlu bir sonuç doğurmakla birlikte, bir yandan da “fotoğrafın herkes tarafından rahatlıkla üretilen, kolay ve ucuz bir şey” olduğu düşüncesini beslemektedir. Bu durumun en rahatsız edici yanı, bu tür yapıtlarda kullanılan fotoğrafların “fotoğraf bilgisi sınırlı kişiler” tarafından üretilmiş olmalarıdır. Sanatın içinden duygu, akıl, bilgi, deneyim çıkarılırsa, ortaya çıkan görüntünün de fazla bir değeri olmamaktadır. Sanat disiplinlerinin belli bir dili, tekniği, anlatım yöntemi olduğu gerçeği görmezden gelindiğinde, bu disiplinlere hâkim olmayan kişiler tarafından üretildiklerinde, ortaya çıkan işlere de sanat demek oldukça zor oluyor.
Böyle bir onamda, bilgisayar destekli fotografik tasarımların, genel olarak tüm sanat dallarını etkileyen biçimsizleşme ve kalitesizleşme eğiliminden bir şekilde farklılaştığını, son derece özenli, estetik, dengeli, anlamlı, sorgulayıcı, düşündürücü ve akılda kalıcı ürünler verildiğini görerek şaşırıyoruz. Günümüzde, sanat ortamlarında sunulan doğrudan fotoğraf üretimleri ne kadar özensiz, estetikten yoksun, çabucak üretilmiş ve aynı şekilde, çabuk tüketilerek akıldan çıkıyorsa, bilgisayar destekli fotografik tasarımlar da tam tersine üzerinde çok düşünülmüş, uzun emeklerle üretilmiş, hayranlık verici ve akılda kalıcı yapıtlar olarak karşımıza çıkıyorlar. Sayısal fotoğrafın ilk yıllarında gözlemlediğimiz “tekniğin keşfine” odaklanan çılgınca işler yerine, artık, sanatçıların “tarz” haline getirdikleri uygulamaları ve açtıkları sergileri beğeniyle izliyoruz.
Bilgisayar teknolojisinin sanatı üzerindeki çok sayıda etkisini yakından izliyoruz, ama bunların en başında fotoğrafçıya yalnızca “gördüğünü değil; düşlediğini, düşündüğünü, istediğini çekmek” olanağını vermesi gelmektedir. Bu tür uygulamalarda “çekmek” sözcüğünü kullanmanın ne kadar doğru olacağı tartışılabilir, ama tartışılmaması gerekenlerin başında; bunların sanat uygulamaları oldukları ve fotoğraf kökenli oldukları gelmektedir.
Batı dünyasının son yıllardaki eğilimi olan “disiplinlerarası” ya da “birden çok disiplin” içeren sanat uygulamalarıyla da, çok iyi örtüşen bilgisayar destekli fotografik tasarımlar, istenildiğinde; resim, grafik, tekstil, seramik gibi farklı sanat disiplinlerinden malzemeler de kullanabilmektedir. Dahası, geçmişte olduğu gibi, boyutları sınırlı olan bir iki çeşit kâğıt üzerine değil, sınırsız büyüklükte ve kâğıt, kumaş, deri, ahşap, metal, cam, porselen gibi çok farklı yüzeylere fotografik baskı yapılabilmektedir.
Bütün bu gelişmeler, yaratıcı düşünceyle birleşince, ortaya çıkan eserler de izlenmeye değer ve etkileyici olmaktadır.
Sığ düşünceli insanların sandıklarının aksine, bilgisayar destekli fotografik tasarımlar “tek tuşa basmakla yapılabilecek kolay tasarımlar” değillerdir. Tam tersine, ışık, renk ve kompozisyon gibi fotoğrafa ait tüm bilgileri iyi bilmeyi, ayrıca ilgili donanım ve yazılımları büyük bir beceriyle kullanabilmeyi, dahası, söylenecek sözü olmayı gerektirmektedir. Tüm bunlara sahip olan sanatçıların sayısı çok değil; ama bilgisayar ve fotoğrafçılık konusundaki bilgi ve deneyimlerin artması ve bu bilgilerin paylaşılmasıyla, söz konusu üretimlerin de sayısının ve niteliğinin artacağına kuşku yoktur.
Yazılım ve donanımlarda gelişmelerin doğrultusu, sanatsal üretimin de yönünü belirleyecektir. Örneğin, hem fotoğraf hem de video çekme yeteneğine sahip makinalar sayesinde durağan ve hareketli görüntülerin bir arada kullanılacağı sanatsal tasarımların sayısında artış beklenmektedir. Ayrıca, üç boyutlu fotoğraf konusunda görüntüleme, görüntü işleme ve baskı konusunda gelişmeler yaşanmaktadır. Bu gelişmelerin tatminkâr bir düzeye ulaşmasıyla, üç boyutlu sanatsal fotografik tasarımların sayılarının ve niteliklerinin artacağı kesindir.
Bir başka önemli gelişme ise, bilgisayar ve internet ortamının sağladığı iletişim ve bilgi akşını iyi kullanan, dünyanın çok farklı coğrafyalarında yaşayan fotoğraf meraklılarının kendilerini büyük bir başarıyla yetiştirebilmeleridir. Eskiden büyük ölçüde, Londra, Paris, New York ekseninde yaşayan fotoğraf sanatçılarının yerini artık bütün dünya fotoğrafçıları almaktadır. Almanya, Hollanda, Belçika gibi, sanata duyarlı ülkelere ek olarak, Polonya, Rusya, Türkiye, Hindistan, Çin, Malezya gibi ülkelerden çok başarılı fotografik tasarım sihirbazları çıkabilmektedir. Farklı coğrafyalarda yetişen bu sanatçıların konular, söylemler ve kullandıkları yöntemler de önemli farklılıklar gösterdiğinden, geçtiğimiz yüzyılda yaşanan akımlara benzer tek tip yaklaşımların yerini coğrafi, kültürel ve etnik çeşitlilikler almaktadır. Her ne kadar “küreselleşme” adı altında yaşanan markalaşma hareketi insanlığı tek yöne doğru sürüklüyor olsa da, bilgisayar destekli fotografik tasarımları iyi kullanan fotoğraf sanatçıları yerel değerlerini eserlerine yansıtmayı başararak, kültürel çeşitliliğin korunmasına katkı sağlamaktadırlar.
Fotoğrafta başkalaştırma konusu, yakın zamana kadar etik olarak tanışılan bir konu olmasına karşın, konu “sanat fotoğrafı”na geldiğinde başkalaştırma konusu tartışılmamaktadır. Sanat zaten farklı bakışların, farklı söylemlerin, farklı tekniklerin kullanılmasıyla oluştuğu için, deneme, araştırma, başkalaştırma sanatın doğasında vardır. Fotoğrafın uzun yıllar boyunca “görünür gerçeği kopyalama aracı” olarak algılanması ve kullanılmasından kaynaklanan alışkanlıklar fotoğrafın sayısallaşmasıyla birlikte tamamen geride kalmıştır. Fotoğraf, çağımızın en gözde sanatsal üretim ortamı haline gelmiştir ve bilgisayar destekli fotografik tasarımlar, bu üretim ortamının en ilginç eserleri durumundadırlar. İçerik olarak akla gelebilecek her türlü duyguyu, düşünceyi, kavramı kullanabilen fotoğraf sanatçıları, teknolojinin getirdiği avantajlardan sonuna kadar yararlanmaktadırlar. Bozma, parçalama ve birleştirme en çok kullanılan başkalaştırma yöntemleri olarak dikkat çekmektedir.
Adına istenirse “kendine mal etme”, istenirse ‘yeniden oluşturma”, ya da “aşırma” densin, başka eserlerden alıntılar üzerinden çalışma yöntemi oldukça yaygındır ve özgün eser üretilmesi önündeki en önemli engel olarak görülmelidir. Eserlerin özgün olması, sanatla uğraşan herkesin benimsemesi ve desteklemesi gereken bir yaklaşımdır. Postmodernizm, sanat dünyamıza büyük bir dinamizm getirmiş olmakla birlikte, “hazır eserler üzerine birkaç eklentiyle yeni bir eser yaratılabileceği” anlayışını yerleştirerek büyük bir yıkımı da beraberinde getirmiştir. Bilgisayar ortamını kullanan tüm sanat disiplinleri için, bu tür işlerin üretimi oldukça kolaylaşmıştır ve bu, genç kuşakların kolayca düşebileceği tehlikeli bir tuzaktır. Bu hastalıktan kurtulmadıkça, ortaya gerçek anlamda sanat eserleri koymak mümkün olmayacaktır. Bu durumun yaygınlaşması sanatın sonunu hazırlayabileceğinden, özellikle sanat eğitimiyle uğraşanlara büyük görevler düşmektedir. Sanatçı sorumluluğunun ne olduğu, nerede başlayıp nerede bittiği genç sanatçı adaylarına anlatılmalıdır.
Kontrast Sayı 27, Ocak-Şubat 2012
Emre İKİZLER