Eda ÇALIŞKAN | Ve Sinema… Burak Koçak (37. Sayı)

“Sanat yapmak için bir suçlunun cesareti lazım. ”
Edgar Degas

Ankaralı kısa film yönetmeni Burak Koçak, bu ay konuğumuz. Sevgili Burak ile 2012 yılında çektiği kısa filmi “Buğu” hakkında konuştuk. Film, özellikle uzun sahneleri ve görüntülerindeki imgesel tavrıyla, siyah beyazın dramatik baskınlığıyla, favori festivallerde dikkatleri üzerine çekti .

Sevgili Burak, bize biraz kendinden bahseder misin?

Çankırı Ilgaz doğumluyum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Ankara’da okudum. 2005’ te Ankara Üniversitesi , İletişim Fakültesi Radyo,Tv ve Sinema bölümüne girdim. Film atölyesinde asistanlık yaparak kamera ve kurgu öğrendim. Bu zamana kadar bir çok deneme yaptım ama hepsi film değeri taşımıyor elbette.

Nasıl başladı sinema serüveni ?

Serüven kelimesi için henüz erken. Sinemacıdan çok sıkı bir sinemasever olarak görüyorum kendimi ama her iletişim öğrencisi gibi ben de yönetmen olmak isteyerek başladım okula ve bu istekle film atölyesine gittim. Teknik şeyleri az çok öğrendikten sonra başladık denemelere. Bir yandan sinema tarihinden filmler izleyip kim ne yapmış, nasıl yapmış öğrenirken, diğer yandan da kendi olanaklarımızla, öğrendiklerimizi uygulamaya çalışıyorduk. Aslında iyi filmler izleyip o filmler hakkında düşünmeye başladıysa bir insan sinemacı adayıdır zaten. Bir projeye inanıp onu çekme aşaması ise tamamen cesaret işi. Cesaret olmadan zor yani bu sinema işi. Ressam Degas’ın dediği gibi sanat yapmak için bir suçlunun cesareti lazım.

Neden Kısa Film?

Kısa film; sinemayı, sinemanın ögelerini öğrenmek için mikrokosmos gibi bir şey. Çünkü kısa film çekerken her şeyi düşünmek zorunda yönetmen. Senaryo, ışık, kamera, oyuncu, dekor, mekan, kurgu. Bunların çoğunu da yönetmen kendisi yapıyor kısa filmde. Bu nedenle sinemacı olmak isteyen birinin kısa film çekerek bu işe girmesi çok doğru. Ama ben kendimi bir türlü kısa filmci olarak göremedim. Çünkü kısa film mantığı diye bir şeyden bahsederler hep, o mantık bana pek uymuyor. Hikaye anlatmaktan çok duygu ve atmosfer peşindeyim ben. Bu da kısa filme pek uymuyor ki sanırım fazla ödül alamadım. Belki bir gün uzun film yaparsam değerim anlaşılır mı acaba, ne dersiniz. ..

Ankara’lı bir yönetmen olarak, nasıl buluyorsunuz Ankara’da sinema sektörünün gelişimini?

Geçenlerde bir film vizyona girdi, Bruno Dumont’un son filmi “Camille Claudel, 1915”. Bu film İstanbul’da sadece bir salonda gösteriliyor, Ankara’da ise tahmin edebileceğiniz gibi hiç bir yerde yok. Bu açıdan baktığımızda, Ankara’daki sinemanın niceliksel olarak bir gelişimden söz edebiliriz belki ama niteliksel olarak değerli olan filmler hala azınlıkta. Nasıl azınlıkta olmasın ki, gösterilecek salon bile bulamıyorlar. Bu filmleri festivallerden takip edebiliyoruz sadece. Ticari sinema. Sanat sineması tartışmasına da girmek istemiyorum çünkü o tartışmadan da bir hayır yok. Film üretimi penceresinden bakarsak sektöre, Ankara’da bir sektörden bahsetmek çölde serap görmek gibi olacaktır. Bağımsız olarak film yapanlar var tabi ki, benim gibi, ama gerçekten “tam bağımsız”. Ankara’da özellikle sektörel bir gelişmeden bahsetmek pek gerçekçi olmaz ama, bireysel olarak kısa film, belgesel ve uzun film yapanların sayısında bir artış var. Film çekmek eskiye göre daha kolay olduğu için rağbet de arttı haliyle. Bir de büyük festivallerin verdiği para ödülleri iştah kabartıyor. Şan, şöhret de işin cabası olunca herkes film çekiyor. Bu da doğal olarak niceliksel bir artışa, niteliksel bir azalmaya dönüşüyor.

Ankara şehrinin insanı olmanın sinema çalışmalarına ilham veren yönleri nelerdir? Ya Ankaralı izleyici ve özellikle kısa filme ilgisi?

Ankara, kasaba kültürüne ve ahlakına biraz daha yakın olduğu için ilişkiler de daha samimi oluyor. Bu yazdığınız, çizdiğiniz şeylere de yansıyor. İçe dönük bir şehir olduğu kadar yabancılaşmaya da müsait Ankara. Bu da kent kültürünün tam oturmamasından kaynaklıyor. Başkent olmasına rağmen bir şehir meydanı yok mesela. Ankara’daki seyirci ise gerçekten donanımlı bir seyirci. Bunu “Ankara’da yapacak bir şey yok, o yüzden insanlar film izleyip kitap okuyor” düzeyine indirgemek istemem ama gerçekten Ankara bu konuda iyi. Festivallerden ve okulda yaptığımız kısa film gösterimlerinden deneyimlediğim kadarıyla, bir kitle var kısa filme özel olarak ilgi duyan. İletişim öğrencileri bunun başını çekiyor.

Biraz da “Buğu” dan bahsedelim mi? Film 27.35 dk. Bu süre aslında bir kısa film için hatırı sayılır bir uzunlukta, ancak film tüm kareleri ile izleyicisini büyülüyor. Projenin doğuşu ve gelişimi nasıl oldu?

Evet, “Buğu” uzun olduğu için bir çok festivale gönderemedik. Rüya gibi bir atmosfer ve duygu oluşturmak için çekmeye karar verdik. Çeşme sahnesini tasarladıktan sonra da inancım artmıştı filme dair. Sadece o sahne için çektim bu filmi bile diyebilirim, bir de arkadan takip sahnesi. Hikayeyi yazdıktan sonra bir kaç arkadaşıma okuttum fikirlerini aldım. Cesaretlendirici yorumlar gelince filmin yapımcıları ağabeyim Murat Koçak ve Haşim Kılıç’la “Teknik sorunları nasıl çözeriz?” diye konuştuk. Sağolsun ağabeyimin çok faydası oldu bu konuda. Yardımcı yönetmenim Sinan Yusufoğlu da verdiği fikirlerle çok katkıda bulundu. Görüntü yönetmenim Fatih Efe’ye ve ses ve müziği yapan Miraç Atıcı’ya da teşekkür etmeden geçmeyeyim. Bir de kurgusunu beraber yaptığımız Can Ataç’a da sabrından ve sakinliğinden dolayı ayrıca teşekkür ederim. Filmin köy sahnelerini iki günde çektik sonra Ankara’ya gelip köprü ve sandal sahnelerini çektik. Yani toplamda dört gün sürdü çekimler. Çekimleri Çankırı Ilgaz ve Orta ilçelerinin köylerinde yaptık ve yoğun bir kar fırtınası vardı, gerçekten çok zorladı bizi. Araba yolda kaldı, jimmy jip rüzgardan dolayı istediğimiz gibi hareket etmedi, neyse kimseye bir şey olmadan bitirdik çekimleri. Canon 5D Mark 2 ve Carl Zeiss prime lenslerle çektik. Jimmy jip, steadycam ve şaryo kullandık. Işık olarak da dedo light ve 2000lik vardı.

Yeni projeler var mı ?

Destek bulursam çekmeyi düşündüğüm yeni projelerim var.

Teşekkür ederim, çok keyifli bir sohbetti. Biz Ankara’dan, gelecekteki çalışmalarını da ilgi ve merakla i zleyeceğiz.

Eda ÇALIŞKAN
[email protected]

Kontrast Sayı 37, Eylül-Ekim 2013

Bizi paylaşın..