Eda ÇALIŞKAN | Sanat Üzeri Sinema… (39. Sayı)

Sanatın, bir olgu olarak tartışılmaya başlanması kadar, neyi tartışıyor olduğumuzun tanımlanması da önemlidir diye düşünüyorum. Sinema sanatının bana göre tanımı nettir: Sinema bir çeşit öykü anlatımıdır. Görüntü ve sinema öğelerinin kullanımındaki hünerimiz, duygunun ve düşüncenin seyirciye aktarılması sinemanın “sanat” olarak karşımıza çıkmasına yarar.

Sinemanın sanat olabilme yolunda dönüm noktası estetik kaygıların ortaya çıkmasıyla başlar. Önceleri tek hedef hareketli görüntünün kaydedilmesiyken, zaman içinde sinematografik ölçütlerin boyutlarının değişmesi ile sinema alışılagelen çizgilerini aşmaya başlar. Zorlanan sınırlarda kimi yönetmen yalnız kalırken, kendini anlatmayı başarabilen yönetmenler yola takipçileri ile devam ederler…

Geleneksel sanat kavramı sinemada tekniğin işin içine daha çok girmesiyle gerileme gösterir. Yerini yer yer deneysel olarak tanımlayabileceğimiz, yeni arayışlara ve farklılaşma gösterilerine bırakır. Bu sanatın, perdede görsel anlamda yeniden yorumlanması demek olacaktır… Artık yavaş yavaş estetik algısı yüksek yapıtlar üretilmeye, değerlendirilmeye başlanacaktır. Hareketli görüntünün kurgu aşamasındaki büyüsünü keşfeden sinema çevresi artık özgürdür: 1900’lü yılların başlarında, kameraları kapıp sokağa çıkarlar… Sinema artık her yerdedir ve çekim sürecinden çok, kurgu aşamasında yeniden yeniden üretilmeyi bekler… Çağdaş sanat araçlarına baktığımızda kaçınılmaz bir süreç… Bu süreci akımlar bazında incelediğimiz zaman, gelinen noktanın hiç de sürpriz olmadığını söyleyebiliriz. Sinemanın zaman yolculuğunda şüphesiz akımların rolü yadsınamaz. Hiçbir akım bir diğerini reddederek, tamamen yok sayarak gelememiştir. Her biri diğerinin tamamlayıcısı olarak yerini bulur. O halde; sinema tarihinde atılan her deneysel adım bugün meyvelerini teker teker vermektedir.

Sinema sanatı, en büyük gelişimi doğasına borçludur. Sinemanın, teknolojinin de etkisiyle 60’lardan bugüne gösterdiği gelişim grafiği elbette çok hızlı olmuştur. Sinema sanatına ilgi özellikle 90’lardan sonra artmıştır. Bu dönem, genç kuşağın, maddi olanaksızlıkları teknolojik becerileriyle aşmalarına denk gelir. Önceleri sinema paranın egemen tutulduğu bir uğraşken, gelişen teknoloji ve bilgisayarların hayatımıza girmesi, her alanda olduğu gibi sinema alanında da hızlı adımlar demektir.

2000’lere geldiğimizde; teknolojik olanaklar kendini aşmış, kamera herkesin eline geçmiştir. Bu aşamadan sonra yaratıcı düşüncenin özgür seyahati başlar. Deneysel çalışmalar hız kazanır. Her deney bir sonrakine ışık tutarak gelir. Sinema 2000’lerde artık farklı bakış açıları ile izleyici karşısına çıkar. Daha çok izleyen, daha çok bilinçlenen seyirci de fazlasını istemeye başlar aslında… İzlediklerini daha çok irdeler, daha çok soru sorar. Tüm bunlar tatlı bir gelişimin parçalarıdır. İnsanların çağdaş yaşamın bir olgusu olarak bireyi, insani tüm değerleriyle kabul edebilme yetenekleri gelişecek, doğal kabul edilir tüm kavramlar sinemanın içinde de vücut bulacaktır.

Güncel sinemayı şekillendiren de bu evrensel bakış açısı olacaktır. Bir anlamda tabular yıkılarak, konuşulamayanların da perdedeki yansımalarını göreceğiz yeni dönem sinemasında… Daha cesur olacağız belki de, konuşmaya çekindiklerimizi, düşünmekten rahatsız olduklarımızı izleyeceğiz bir yönetmenin yorumuyla, ya da izlemek istediğimiz için sorgulayacağız bunu yapamayanların eksiklerini. Güncel sanatın toplum tarafından özümsenmesi ve sindirilmesi aşaması biraz sancılı olabilir. Özellikle dar alanlarda yaşayan içsel zekanın vur kaç durumlarında bu sancı daha belirginleşiyor. Güncel sanatı klasik duruşlardan ayıran en belirgin özelliği de özgün olması…Son yıllarda, uluslararası bazda baktığımızda ”alışılagelen sinema” düşüncesini aşan görüntülerin, izleyici beğenisini dolduracak derece yoğunlaşması sürpriz değil, sinemanın güncel sanata ayak uydurabilmesinin ve gelişiminin yansımalarıdır.

“Cinéma d’auteur”, yazar sineması diye adlandırılan ve Alfred Hitchcock başta olmak üzere Jean Luc Godard, Francois Truffaut gibi yönetmenlerin yön vermesi ile başlayan, günümüze kadar ulaşan bir kavramla sinemanın özgünlüğü ve özgürlüğü kanıtlanır. Yönetmen kendi derdini anlatmaya yeltenince, kalıplaşmış yapımların dışına taşınca ve popüler kültüre hizmet etme kaygısı taşımayınca, işlenen konular yönetmenin iç dünyasından çıkarak hızla bize ulaşır.

Örneğin, ünlü usta Alfred Hicthcock, sinemanın ilk yılları denebilecek bir zamanda, alışılagelmişin dışında gerilim kategorisinde çığır açan, hem tekniği, hem estetik anlayışıyla sinematografik tüm sınırları teker teker zorlayan yönetmenlerdendir…Gerek kurgu mantığı, gerekse kamera kullanımıyla ilklerin yönetmenidir de diyebiliriz. 1954 yılında çektiği, “Arka Pencere – Rear Window” adlı filminde kurgu mantığına yeni bir bakış açısı getirir. Yine 1948 yılı yapımı olan filmi “Ölüm Korkusu- The Rope” kamera kullanımına yeni bir yaklaşım getirerek, uzun sahne çekimleri adına bir ilki oluşturur. Jean Luc Godard, esasen ilk tohumları İtalya’da atılan, Fransa’da şekillenen “Yeni Dalga” hareketinin öncü yönetmenlerindendir… 1960 yılında çektiği, sinema tarihinde belki de üzerine en fazla konuşulmuş “Serseri Aşıklar” filmi ile kameranın sokaklardaki egemenliğini pekiştiren yönetmenlerdendir. Bu örneklere bakarak, sinemada ortaya çıkan her deneysel ürünün, döneminde çağdaş sanatı temsil ederken, dönem içinde klasikleşmeye ve sıradanlaşmaya doğru gitme riski taşıdığını söylemek mümkün. Değişen trendler, tekniğin gelişmesi, bu değişimin cesur kullanıcıları ve sinemanın insan algısı üzerindeki büyülü dansı bu evrimin etmenleridir.

Sayabileceğimiz, auteur yönetmenlik adına ünlü ustalar; Michael Haneke , Lars Von Trier, Francois Ozon, David Lynch, Kim Ki Duk, Woody Allen, Abbas Kiarostami ve yine genç kuşaktan Xavier Dolan… Türkiye’den örneklere baktığımızda Yılmaz Güney, Şerif Gören dönemleriyle başlayan, yeni döneme yaklaştığımızda Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem, Çağan Irmak’la devam eden, yönetmen egemen sinema… Derdi olan… Bağımsız… Özgün ve hikayesi olan yönetmenler.

Güncel sanatın sinema alanında son yıllarda en popüler yansıması auteur yönetmenlerin bir önceki işlerin birer adım ilerisinde kendilerinden bir şeyler katarak ürün sergiliyor olmalarıdır. Sanat bir toplumun içinde bulunduğu durumlardan etkilenir ve bunların yansıması olarak kendini gösterir. Bir sanat dalı olarak sinemanın da bu devinimde yer alması normal değil midir?

Yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi güncel sinemanın da birbirini takip eden dönemleri vardır. Bu değişimde önemli etkenlerden biri teknolojinin bir araç olarak sinemaya yön vermesidir ancak sinema sanatının kaçınılmaz olan yönlendiricisi seyircinin seçiciliğidir. Seyirci faktörü, her ne kadar sanat için sanat tartışmaları süregelse de, vazgeçilmez bir unsurdur, sinema öyküsünü izleyecek birilerine gereksinim duyar. Yönetmen izleyicisinin tepkisini bekler. Hedef kitle ve özellikleri değişiklik gösterse bile, bir hitap kitlesinin varlığı tartışılmazdır sinema için. Diğer sanat dallarında olduğu gibi sinema da derdini anlatmaya devam edecektir. O halde diyelim ki; güncel sinema soluk aldırır… Yönetmenlerin bakış açılarının genişlemesi toplumun sinema sanatına baktığı yönü de aydınlatır ve genişletir. Gelenekselleşme yoluna girince de düşündürür…

Güncel sanat olarak sinema çok daha cesur adımlarla yaklaşıyor…
Cesur adımları takip etmeye devam etmeliyiz…. !

Sinema dolu günler olsun dostlar…

Eda ÇALIŞKAN

Kontrast Sayı 39, Ocak-Şubat 2014

Bizi paylaşın..