Susana Fortes’in 2009’da Fernando Lara Roman Ödülü kazanan “Robert Capa’yı Beklerken” kitabını bu sayımızda sizler için inceledik. Vatansız iki aşığın, İspanya İç Savaşı’nda ölen Gerda Taro ve dünyanın en ünlü savaş fotoğraflarını çeken Robert Capa’nın, Paris-İspanya arasındaki aşklarının ve fotoğraflarının öyküsü anlatılıyor kitapta.
Yazarımız, iki kahramanlı bu romanı iki ayrı bölüme ayırmış. İlk bölümde kahramanlarımız Gerta ve Andre’yi tanıyoruz. Kahramanlarını şöyle tanıtmış bizlere; ‘’Adı Andre Friedmann idi. Spanyel köpeklerininki gibi siyah, simsiyah gözler, sol kaşında yarım ay şeklinde küçük bir yara izi, boğazlı kazak, hafifçe bükülen üst dudakla bir film yıldızı tavrı. ‘O benim sevgilim’ diye takıldı fotoğraf makinesini okşayarak, ‘Onsuz yaşayamam.’ ‘’
Gerta’nın çocukluğuna dair bir anısını anımsaması, kitaba girişte ve ilerleyen bölümlerde de karşımıza çıkıyor. “Kazak kollarının yün kokusunu alabiliyordu. Kollarını birbirinin omzuna atmış, gökyüzüne bakan üç çocuk.
Oradan dökülüyordu yıldızlar, bir avuç tuz tanesi gibi ikişer ikişer, üçer üçer”. Gerta’nın kırmızı not defterine aldığı notlar kitap boyunca karşımıza çıkıyor ve kendini anlattığı şu satırlar, hikâyesini özetler nitelikte ;’’…dönülebilecek bir dünya olmadığı zaman, şansına güvenmek zorundasın. Doğaçlama yeteneği ve soğukkanlılık. Benim silahlarım bunlar. Onları çocukluğumdan bu yana kullandım. Bu yüzden hala hayattayım. Adım Gerta Pohorylle, Stuttgart’ta doğdum fakat Polonya pasaportuna sahip bir Yahudi yurttaşım. Şimdi Paris’e geldim, 24 yaşındayım ve hayattayım’’. Ve Gerta’yı romanda, hem anlatıcının diliyle, hem de kahramanın iç sesiyle tanıyoruz.
Romanın ikinci yarısı, İspanya’ya giden Andre ve Gerta’nın kendilerini ölüm kalım mücadelesinin verildiği topraklarda bulmalarıyla başlıyor ve bu nedenle ilk bölüme göre daha hareketli. O dönemde Gerta, herkesin ilgisini çekmeye başlayan bir fotoğrafçıya dönüşüyor. İlişkilerindeki gelgitler de bu dönemde başlıyor. Andre, orada hayatının fotoğrafı olan Düşen Asker’i çekecektir. Bu fotoğrafın oluşmasını Gerta’ya anlatırken, “İnsanların fotoğrafını çekmek bir şekilde onları hiç hesapta olmayan şeylerle yüzleşmeye zorlamaktır. Onları yollarının, planlarının, normal güzergâhlarının dışına çıkarırsın. Hatta bazen ölmeye zorlarsın”. Bu cümleyle kendi içinde yaşadığı hesaplaşmaları dile getirmiştir. Yazarın da “Gücü, gösterdiğinde değil temsil ettiğindeydi…” cümlesi tarihe geçen en iyi savaş fotoğrafı olmasını destekler niteliktedir. Ve satırlarına Capa’nın bu fotoğrafın çekilmesinden yaklaşık 10 yıl sonra söylediği bir sözle devam etmiş, “Kazanan fotoğraf, editörlerin hayal gücünden doğuyor ve onu gören halkın bakışlarıyla değerleniyor”.
Yazar, İspanya iç savaşı sırasında bahsettiği entelektüel dünyanın kahramanlarını da, hikâyesine ustaca yerleştirmiş. Ernest Hemingway, María Teresa León, Henri Cartier-Bresson gibi önemli isimlerin de içerisinde bulunduğu, politik tartışmaların yaşandığı kalabalık toplantılardan da yer yer bahsediyor. Bunu yaparak romanın gerçeklik duygusunu bir nevi güçlendirmiş diyebiliriz. Ve en önemlisi savaşın hayatın her alanına nasıl sızdığını görünür kılıyor.
Yazarın finale eklediği Yazarın Notu kısmı da çok ince düşünülmüş. Oradaki son cümlesiyle satırlarımızı sonlandırıyoruz;
“Hiç kimse bir roman bitiminde, ona başladığı zamanki kişi değildir artık.’’
İyi okumalar…
Kontrast Sayı 44, Kasım-Aralık 2014
Hazırlayan: Burcu VARDAR