“Devingen Portreler” çalışmanızı anlatır mısınız?
Yüzbinlerce insan Suriye’nin kuzeyinde devam eden savaş yüzünden evlerini erk edip Türkiye’deki mülteci kamplarına sığınmak zorunda kaldı. Peki savaş bittikten sonra yaşadıkları coğrafyada onları ne bekliyordu? Bu soru fiilen mülteci krizine tanıklık etmemle birlikte aklımda yer etmeye başladı. Bu hikaye basit ve karmaşadan uzak bir şekilde anlatılmak zorundaydı. Zorunlu mültecilerin evlerini bırakıp neden kaçtıklarını ve onları bekleyen yıkımı güçlü bir şekilde anlatabilmek için tüm fotoğraflarda iki katman kullanıldı. İlk olarak mültecilerin Türkiye’nin güneyindeki kamplarda portreleri çekildi, ardından bu portreler fotoğraftan çıkarılarak mültecilerin terk etmek zorunda kaldıkları Suriye’deki yerleşim alanları fotoğrafların ortasına yerleştirildi. Sınırın her iki tarafında devam eden süreç mekansal ve zamansal olarak tekil fotoğraf karelerinde ilişiklendirildi. Bu proje 3 sene boyunca hem Türkiye hem Suriye bölgesinde yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıktı.
Çalışma konularınıza nasıl hazırlanıyorsunuz? Nelere dikkat ediyorsunuz?
Zaten yıllardır odaklandığım belirli konular var neredeyse hiçbir proje 6-7 yıldan kısa sürmüyor.Toplumsal olaylar ve hareket hali 2008’den beri çalışmalarımın odak noktasında. Diğer bir taraftan uzun soluklu proje çalışmak oldukça yıpratıcı ve psikolojik olarak dayanması zor bir süreç. Özellikle dijital çağ söz konusu ise sizi takip eden insanlar sürekli sizden iş görmek istiyor. Dolayısıyla ne istediğinizi gerçekten bilmeniz ve kararlı bir şekilde ilerlemeniz gerekiyor. Hazırlık süreci işiniz bir yerde yayınlanana kadar bitmiyor. Fikir değişikliği bakış açımızın esnemesi bizim doğamızda var, bu yüzden proje başlangıç aşamasındaki fikirleriniz ve estetik bakış açınız 5 sene sonra değişebiliyor. Bu duruma ne kadar hazırsınız işte bu çok önemli.
Göçmenler konusu sıcak ve hassas bir konu. Bazen ana medyada yer alamayacağını düşündüğümüz ciddi meselelerin başka mecralar ve özellikle sanat yoluyla dile gelmesi sizce anlamlı mı?
Moving Portraits’in (Devingen Portreler) oluşum sürecinden örnek vermek isterim. Suriye’nin Kobane kantonundan göçler Türkiye sınırına doğru olmaya başladığında ben direk olay yerine intikal ettim, The Guardian gazetesinden görevlendirme almıştım ve bir fotomuhabiri gibi çalışmaya başladım. Klasik bildiğimiz hayalet fotoğrafçı vardır ya; kendini çok belli etmez, konuyla çok yüz göz olmaz, fotoğrafını çeker ve kaybolur. Fotoğraf çekerken de çok dikkat çekmemeye çalışır. Çektiğim fotoğrafların sonucu ana akım için tatmin ediciydi, güzelde bir makale yayınlandı. Fotoğraflar birçok yere gitti, kullanıldı ama bu beni bir şekilde rahatsız etti. O kadar zor durumda olan insanlarla bu kadar kısıtlı bir iletişim tekniği ve onların üzerinden böyle bir çalışma yapma çabasından rahatsızlık duydum. Eve gittiğimde uzun bir süre düşündüm, sonra oraya tekrar gittim. Süreç biraz yavaşlamış ama devam ediyordu. Bu sefer kamplardaki çocuklarla direk konuşmaya başladım ve bana yaşadıkları ortam içerisinde poz vermelerini istedim. Biraz da onların dertlerini dinledim hatta futbol oynadık vs. Bu sefer bir öncekinde yaptığımın tam tersini yaparak bazı şeyleri kendi içimde kırmaya çalıştım. Geldikleri yerde, o yıkıntılar arasında anılarını, eşyalarını, umutlarını bıraktıklarından bahsettiler bana, çok etkilendim. Yine evime döndüm. Sonra tekrar geri gittim ve bu sefer Kobane’ye de geçtim. Oradaki yaşamı, mimariyi, döküntüleri gidecekleri yeri fotoğraflayıp eve geçtiğim zaman o portrelerdeki suretleri çıkarıp yerine yıkıntıları yerleştirdim. Bunlar da benim sonradan yarattığım şeyler değil, bir gerçeklik! Toplumsal bir yıkım söz konusu bunu her sanatçı kendisine göre işleyebilir. Ben bu şekilde işledim ve ortaya böyle bir sonuç çıktı. Bu sayede farklı zihinlerle karşılaştı, farklı tepkiler aldı. Her gün gazetede görüp geçtiğimiz imgelerin yerine konuya derinlemesine düşünme fırsatı verdi insanlara ki bu çok önemli bir husus bence.
Göçmen fotoğrafları da vahşet, felaket, şiddet fotoğrafları gibi diğer fotoğraflardan farklı olarak ahlaki bir sorumluluk içerir mi?
İnsanlara nasıl ulaşacağınız önemli. Orada karşılaştığınız bir durumu fotoğraflamanın yüzlerce farklı alternatifini saniyeler içinde üretebilirsiniz. Eğer iyi bir fotoğrafçıysanız ve tabii ki ahlak pusulanız halen içinizde bir yerlerde varlığını sürdürebiliyorsa… Yoksa bir güvenlik kamerasından farkınız yoktur.
Kalıplara sıkışmış, stereotipler oluşturan bir belgesel fotoğraf anlatımı yerine nasıl bir anlatma yöntemi ile yaklaşılmalı?
Mümkün olduğu kadar öznel yaklaşmak fotoğrafçının görünürlüğünü arttırıyor.
Çalışmalarınızı daha çok nasıl paylaşmayı tercih ediyorsunuz? Sergileme, fotokitaplar, sosyal medya, birlikte büyük organizasyonlar ya da tek başınıza mı?
Tam zamanlı bir sanatçı ya da fotoğrafçı olamadığım için paylaşma kısmına hiçbir zaman gereken enerjiyi harcamadım. Kolektif hareket içine girebilen kişiler daha şanslı bu konuda.
Sanatı ve görüşleri nedeni ile de göç etmek zorunda kalan sanatçıların sayısı çok. İlk aklınıza gelenler?
Arkadaşlarımın yarısından fazlasını artık göremiyorum, çoğu göç etti ve bu çok acı veren bir durum. Bu ülkeyi terk edersem burası hakkında çalışamam ama çalışırsam zaten göçmek zorunda kalırım ikilemi bir çok üretken insanın aklının köşesindedir.
Bize son dönem çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Son dönemde sinema ve video ile ilgileniyorum. 2018’ekadar yaptığım ve yayınlamadığım çalışmalarımın sergi ve kitaplarını bu sene bitirmeyi hedefliyorum. Artık arkama yaslanıp sadece bu konuya odaklanmak istiyorum. Fotoğraf yolculuğuna çıkış sebebim sinemaydı ve bu yolculuk bana gerçekten çok şey kattı. Tasarım eğitimi aldığım için her projeyi kendi içinde değerlendirme gibi bir refleksim var. Güzel bir dönem olacağını düşünüyorum.
Barbaros KAYAN’ın Kontrast Dergi 54. sayıda yayımlanan portfolyosuna buradan ulaşabilirsiniz.