Ülkemizde %76’ sı doğal sit alanı olarak korunan 1624 koruma alanı mevcut. Bu rakam yüzölçümünün % 4’üne denk gelirken dünya ortalaması %13’dür. Bugün itibariyle mevcut rakamlar koruma alanlarının artırılmasını gerekli kılarken, meclis gündemine getirilen ‘Tabiat Kanunu’ kanun teklifinin gerekçesi nedir?
“Türkiye’de tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunması amacına hizmet eden çok sayıda hukuki ve idari düzenleme bulunmakta, bu durumda biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilir korunması ve kullanımı konusunda karmaşaya sebep olmakta ve kapsamlı mevzuatın uygulanmasından sorumlu kurum ve kuruluşlar arasında yönetim boşluğu ve çakışması ortaya çıkarmaktadır. Çok yönlü kurumsal yapı birçok koruma alanında yaşayan farklı koruma statülerinin birbiriyle uyumlaştırılması gereğini doğurmakta, aynı zamanda birbirini tekrar eden ve birbiriyle çatışan muhtemel uygulamaların önlenmesini de gerektirmektedir. Ayrıca, Türkiye’deki ekolojik ve biyolojik çeşitliliğin çoğu kez tarihi çevre değerleriyle üst üste çakışması, alan ve tür koruma uygulamalarında aynı mekanda birden çok kuruluşun yetkili olması, sorunu daha da artırmaktadır. Hali hazırda yaşanmakta olan bu problemlerin giderilebilmesi bakımından yeni ve daha anlaşılır bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmuştur.”
Yukarıda belirtilen gerekçelerle düzenlenen ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma’ kanunu ile gelecekte bizleri neler bekliyor?
Kanun tasarısı için ilk olarak 2003 yılında, Küresel Çevre Fonu’nun (GEF) Projesi çerçevesinde başlatılan “Doğa Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik Kanunu” hazırlık çalışmaları sürecine sivil toplum kuruluşları ve uzmanlar davet edilmiş ve her aşamada görüşleri alınmıştır. Aradan geçen 7 yılın ardından TBMM’ye sevk edilen “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” incelendiğinde, 2003 yılında taslağa destek ve katkı veren sivil toplum kuruluşlarının ve uzmanların görüşlerinin dışarıda bırakıldığı ve kanun metninin tümüyle yeniden yazıldığı görülmüştür. Adı aynı kalan, sivil toplum kuruluşlarının ve uzmanların görüşlerini devre dışı bırakarak, ilk hazırlanan metinden uzaklaşan kanun tasarısı, doğaseverler tarafından endişe ile karşılanmaktadır.
Bu endişeleri dile getirmek ve sürece müdahil olmak üzere 86 ulusal/yerel sivil toplum kuruluşunun katılımıyla ‘Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’ oluşturulmuştur. Girişim üyeleri tarafından kanunun mecliste kabul edilmemesi için bir imza kampanyası başlatılmıştır.
TBMM Çevre Komisyonu tarafından oluşturulan Alt Komisyon çalışmalarına Tabiat Kanunu İzleme Girişimi adına iki temsilci düzenli olarak katılmış ve süreci takip etmiştir. Ancak gelinen noktada, tasarıda yer alan ‘’Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu’’, ‘’Mahalli Tabiatı Koruma Kurulları’’ ve Tabiatı Koruma ‘Bilim Heyeti’ tasarıdan çıkarılmış ve yerine “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Danışma Kurulu” adında tek bir kurulun adı geçirilmiştir (10. Madde). Sivil toplum kuruluşlarının duyduğu kaygıların benzeri Avrupa Birliği tarafından da ifade edilmiştir. Avrupa Komisyonu’nun 2010 tarihinde yayınladığı Türkiye İlerleme Raporu’nda söz konusu tasarı, “endişe yaratan” bir düzenleme olarak yer almıştır (2010 AB Türkiye İlerleme Raporu, sayfa 90, ikinci paragraf). Meclis Genel Kurulu’na gelmesi beklenen “Tabiat Kanunu” halen çeşitli yasalarla koruma altına alınmış olan kıyılar ve ormanlar başta olmak üzere doğal alanlar ve sit alanları gibi “doğal alanlardaki” korumayı kaldırıp, bu alanları üstün kamu yararı adıyla yatırımlara açarken, koruma alanlarıyla ilgili kararlarda Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nı tek yetkili kılıyor. Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlandı ve Mayıs 2012’de Meclis’e sevk edildi. Ancak bu kanun tasarısında adı geçen tek bakanlık Orman ve Su İşleri Bakanlığı değil, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da çalışmalarda yer alıyor.
Peki Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma kanunu doğamız için neden sakıncalıdır?
1-) Tasarı’nın 29. maddesinde, “Bu kanun kapsamına giren alanlarda 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na göre kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve turizm merkezi olarak ilan edilecek yerler için bakanlığın uygun görüşü alınır” deniliyor. Bununla zaten ülke yüzölçümünün ancak yüzde 4-5’ini kaplayan korunan alanların “turizm teşvik” adı altında yapılaşmaya ve kullanıma açılması mümkün olacak.
2-) 9.8.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nun bu tasarı ile birlikte yürürlükten kaldırılması, Hidroelektrik Santrali İnşaatı (HES)’ e karşı en önemli dayanaklardan birinin ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
3-) Tasarının 10. maddesinin 2. bendinde “Korunan alanda işletme yetkisi kısmen, talepte bulunmaları halinde, il özel idarelerine, belediyelere, bu kanunun amacına uygun faaliyetler yürüten vakıf ve derneklere, ilgili bakanın onayı ile devredilebilir veya geri alınabilir” deniliyor.
Valiliklere bağlı İl Özel İdaresi’ne yapılan “yetki devirlerinin” onarılması imkansız tahribata yol açtığı en son Bolu-Abant Tabiat Parkı örneğinde yaşanmıştı.
4-) Tasarı’nın 20. maddesinde, “Tabii durumuna uygun hale getirilemeyen alanlar buna en yakın yaşama alanına dönüştürülür” ve alınacak kararların dayanağı olarak gösterilen “üstün kamu yararı” (8. Madde) ile tahribatın sınırları genişletiliyor.
Tabiat Kanunu İzleme Girişimi üyesi, profesyonel dağcı Ali Nasuh Mahruki’nin konu ile ilgili görüşlerine başvurduk:
“İnsanın yaşam kalitesinin sürekli ve düzenli olarak geliştirilebilmesinin en önemli bileşeni olan doğa ve doğal varlıklarımızın korunması ihtiyacıyla hazırlanmış, ancak yıllardır sürüncemede bırakılan, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu, ne yazık ki yine ülkemizin bir klasiği olarak, rantı merkeze alan, tümüyle korumadan uzak bir anlayışla tekrar düzenlenmiş bir şekilde, önümüzdeki günlerde TBMM’nin gündemine alınıyor. Oysa insanın yaşam kalitesini artırırken doğadaki diğer canlıların yaşam hakkını gözetmemiz gerektiğine yürekten inanıyorum, biliyorum ki insan ve doğa ayrılmaz bir bütün.
Yasa, tabiatı ve biyoçeşitliliği koruma adı altında, korunanları “kullanılır yani yatırım yapılabilir” yapabilecek. Bu kararları alırken de kimseye hatta işin önde gelen uzmanlarına dahi danışmayacak, sivil toplum yine her şeyden uzak tutulacak ve ülkemizin doğal ve eşsiz güzellikleri, insanı değil de rantı merkeze alan bir anlayışla yine talan edilecek. Bütün bunlara seyirci kalırsak ve susarsak, biliyorum ki, sevdiğim her şeyi borçlu olduğum topraklardan yine parçalar kopartılacak. Yol geçecek, maden aranacak diye bir Milli Park, bir Yaban Hayatı Koruma Sahası daha inşaat alanına dönüşecek.
Yaşananlara bakalım; davalar açılmış, kazanılmış ama dinleyen yok. İçindeki canlılarıyla ateşe verilen, belki kel kalan arazi orman dışına çıkar, verir parasını alırım diyenler var. Sularına girdiğim nehirlerin birçoğu HES’ler uğruna canını teslim etti bile. Sessiz dağlarda dahi hesapsız yapılan tesisler, otoyollar, konutlar… Kamuya, hepimize ait kıyılarımız ise upuzun bir beton duvarın arkasında kaldı. Köprü geçecek, liman yapılacak derken balıkların çoğaldıkları alanlar, balık ve elbette kıyı balıkçısı da büyük tehdit altında…
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu adıyla Meclis gündemine alınan ama içinde ülkemiz doğası için bir felaket senaryosu barındıran bu yasa taslağının Meclis gündeminden çekilmesini istiyorum. İlgili Bakanlıklar, taslağı gerçek bir koruma amacı ve geleceğimize karşı ciddi bir sorumluluk duygusuyla tekrar hazırlamalılar. Uzmanları ve sivil toplum kuruluşlarının uyarılarını dikkatle dinlemeli ve katkılarını almalılar.
Ne gidecek başka ülkemiz var, ne de başka gezegenimiz… Harekete geçmeliyiz, hep birlikte ve hemen şimdi… Yoksa hepimiz için çok geç olacak…”
Doğanın güzellikleri yaşamınızdan hiç eksik olmasın…
Kaynaklar
https://www.change.org/tr/kampanyalar
http://www.tema.org.tr
http://www.yesilist.com/new/cms.php?id=987
http://haber.gazetevatan.com/milli-parklar-imaraaciliyor/521250/1/Haber
Arzu ÖZGEN, Irmak SOLDAMLI
Kontrast Sayı 35, Mayıs-Haziran 2013