AMEN/AMİN | Proje Fotoğrafçılarından… (41. Sayı)

Asuman ERGÜNEY

Güneydoğu Anadolu’nun tarihi kentlerinde inancın izini sürmek.. ..

Müthiş bir keşifti benim için.

Mardin’deki Deyrulzafarân’dan, Midyat’taki Mor Gabriel’e ve oradan Batman’daki Mor Kiryakus Manastırı’na dek uzanan yolda yükselen ezan sesine karışan çan sesleri, hala kulaklarımda.

Yaklaşık bin yıldan beri bütün heybetiyle ayakta duran hanlar, hamamlar, imaretler, camiler, medreseler, kervansaraylar, kaleler, surlar, köprüler, suyolları, kemerler her biri başlı başına bir değer olan eserlerin ihtişamı hala gözlerimin önünde.

Güneydoğu’da tanıştığım insanların misafirperverliği, hoşgörüsü, ikram severliği, sevecenliği ise hala dilimde.

Evet; bu proje, kültürel mirasın korunması, tanıtılması, bölgede barış havasının esmesinin desteklenmesi, hoşgörünün yaşatılması ve tüm ülkeye yayılabilmesi için çok önemli kazanımları olan bir proje idi.

Evet; bu proje, ülke adına, bölge adına, GAP idaresi adına, AFSAD adına, katılan tüm fotoğrafçılar adına çok önemli kazanımları olan bir proje idi. Böyle bir projenin bir parçası olmaktan çok mutluyum. Tüm duyularımla hala o eşsiz topraklarda gezinmeye devam ediyorum. Sanırım uzun yıllar bu etki devam edecek.

Teşekkürler AFSAD, GAP, Serpil YILDIZ, İbrahim GÖĞER…

Fotoğraf: Asuman ERGÜNEY

Aynur ÜLKER

Yer: Cizre (tarihteki adı Cezire-i İbn Ömer).

Zaman: Kurban Bayramı. 2001 yılında, Afsad’ın İnanç Mozaiği projesi kapsamında yöreyi belgeleme grubuna katıldım.

Kişisel inanışlar, toplumsal ananeler, ülke insanının kültür yapı taşlarının aynasıymış. O aynanın içinde zaman-zaman meraklıların ilgisini çeken Nuh Tufanı ve Nuh’un gemisinin (Cudi dağında oturuyor) olması, Nuh Peygamber’in Türbesinin Cizre’de bulunmasının aynanın içinden bana yansımasını gördüm. Bayram sabahı Cizre Ulu Cami’nin içi ve avlusu sabah namazı sonrası bayramlaşan hısımları, erkeklerle, onların erkek evlatları ile dolu. Anneler de kız evlatlarıyla Ulu Cami’nin hemen karşısındaki mezarlıkta ailece toplaşmışlar. Başuçlarından Berzah alemine açılan yakınlarının kabirlerinde Kur’an okuyorlar. Bedenlilerle-bedensizlerin arasındaki bu bayramlaşma içinde bulunduğum zamanın havasını daha da ruhanileştiriyor. İnsan olmamızın bedelini, bize bahşedilen duygu değerlerimizi zedelemeden, onları paylaşarak çoğaltmalıyız ki unutulanlar listesine adımız yazılmasın.

Yörenin siyasal nedenlerle yıllarca kapalı kalan kapılarının meraklılarına açılması dileklerimle…

Fotoğraf: Aynur ÜLKER

Dilek BAL

GAP Bölge Kalkınma İdaresi ve AFSAD işbirliği ile 2000 yılında başlayan İnanç Mozaiği Projesi için Şanlıurfa’dayız. Heyecanlıyım… İlk defa bu kadar kapsamlı bir projede yer alıyorum. Kurban Bayramının ilk günü, çekim için gittiğimiz aile mezarlığı bölge halkı tarafından, en güzel ve rengârenk bayramlıklarıyla, ziyaretçi akınına uğruyordu. Her mezarın çevresinde oturan üzgün, ağlayan, Kur’an okuyan kadınlar vardı. Mezarlıkta, oyun bahçesi gibi oradan oraya koşuşturan çocuklara, tek tük de olsa dua eden erkeklere de rastlamak mümkündü. Kimseyi rahatsız etmeden sessizce bir köşede çekim yaparken, mezar taşını incitmekten korkar gibi okşayan 70-75 yaşlarında bir amcaya gözüm takıldı. Çekimlerimi yapıyordum ama merakımı yenemeyip bir yandan da, şimdi ne yapacak diye uzaktan amcayı izlemeye de devam ediyordum. Çantasından çıkardığı bez ile mermer taşını ve kenarlarını yıkayıp temizledi, mezarın üzerindeki otları ayıkladı. Yanında getirdiği boya ve fırçayı çıkardı, bir çocuğun başını okşar gibi ağır ve yumuşak hareketlerle mermer taşı boyamaya başladı. Dışarıdan bakıldığında soğuk mermer taşıydı ama onun gözünde ise hiç de öyle değildi, sıcacıktı… Büyü lenmiş gibiydim. Sanki ikimizden başka kimse yoktu. Bir anda beni tedirgin eden mezarlık ve buz gibi gelen mezar taşı değişti, taşın sıcaklığını ve mezarlığın da beni tedirgin etmediğini fark ettim. Boyama işi bittikten sonra, itinayla boya malzemelerini çantasına yerleştirdi. Ellerini açıp son görevi olan duasını okudu “merak etme tekrar geleceğim” diyen hüzünlü bakışlarıyla son kez yakınına (mezar taşına) baktıktan sonra çantasını alıp ağır adımlarla uzaklaştı.

Fotoğraf: Dilek BAL

Doğanay SEVİNDİK

İnsan Olabilmek…

Fotoğrafı yaşam biçimi haline getirirseniz bazen ailenizden, eşinizden, sevdiklerinizden ve işinizden ayrı kalabilirsiniz. Çünkü “O An” orada olmak zorundasınızdır.

“O İnanç Töreni” yılda bir kez ve sadece 18 Ocak günü yapılıyor. O gün eşimin doğum günü idi. Telefon ederek kutlamayı ihmal etmedim tabi ki… Proje sorumlumuz Serpil Yıldız ile uçağın kalkış saatinden bir saat önce Esenboğa Havalimanında olmamıza rağmen ne Serpil, ne de ben uçağın kalkış anonsunu duymadığımız gibi uçuş tabelasında da görmedik. Diyarbakır uçağı ne zaman kalkacak diye sorduğumuzda az önce kalktı dediler. Olacak iş değildi… Bizim ertesi gün sabah törenin yapılacağı köyde olmamız gerekiyordu. İstanbul aktarmalı maceralı bir yolculuktan sonra 18 Ocak 2001 günü Urfa’ya bağlı köye zamanında ulaştık. Muhtarın evinde yaptığımız kahvaltıdan sonra törenin yapılacağı yere gittik.

Yerleri kilim kaplı, duvar kenarları yastık ve minderlerle çevrili yaklaşık elli metrekare büyüklüğündeki tek odalı bir eve gittik. Soba yanmadığı için oda içi soğuktu. Onlar üşümediklerini söylüyordu, ama bize soğuk geldi. Ellerim ve ayaklarım üşüdü. Kalabalığın artması ile birlikte odanın içi hafiften ısındı da rahat fotoğraf çekebildim… Köyün en yaşlısı olarak görünen kişinin yönettiği törene 18 yaşından büyük sadece erkekler katılabiliyor. Törene ilk kez katılanlar herkesin huzurunda sorulan sorular ve alınan yanıtlarla “kabul” edildi. Bildiğimiz eski gaz lambası tören sonuna kadar söndürülmedi. İnançları gereği törene katılanların ayaklarında çorap yoktu. Tören yaklaşık üç saat sürdü. Tören sırasında oda içerisinde gezinen koyunlar kesildi, yemekler hazırlanmaya başladı. Diyarbakır’dan kalkacak uçağa yetişebilmek için yemeğe kalamadık. Diyarbakır’a gidip de, tiyatro sanatçısı Turgay Kılıç’ı görmeden gelmek olmazdı tabi ki.

Bir ülkedeki farklı inançlar o ülkenin kültürel zenginliğini gösterir. Aynı ülkede yaşayıp farklı inançlara sahip insanları tanımak ve inanç törenlerine tanık olmak farklı bir duygu.

Kim? Nereli? Hangi ırktan? Hangi mezhepten? Hangi din ve inanca sahip? Beni hiç ilgilendirmiyor… Merak da etmiyorum. Başkaları da beni merak edip sorgulamasın… İNSAN olabilmeyi başarabilirsek ne mutlu bize…

Fotoğraf: Doğanay SEVİNDİK

Gülser GÜNAYDIN

Proje uzun sürdü…

Çok daha uzun süren ana projenin içinde ayrı bir başlıktı. ..

Ana proje Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yapılan büyük barajın bölgeye getireceği değişimlere tanık olmak ve belgelemekti…

Ama çok daha fazlası yapıldı. ..

Bölgedeki değişim sadece yapılan barajdan etkilenmedi: Zamandan, siyasi gelişmelerden, teknolojinin nimetlerinden ve kürselleşen dünyamızdan da doğal olarak nasibi ni aldı…

Gördük ki; hızlı şehirleşme her yeri birbirine benzetse de, teknolojinin baş edilemez istila gücünün farkına varsak da yine de o topraklara ait olanlar, gördüklerimiz muazzamdı…

İnsan üzerinde yaşadığı toprakların kendine has özelliklerinin tam ayırdında olmayabilir. Ama oralara ait neşe, üzüntü, kederin sebeplerini, bazı sözcüklerin derin anlamlarını bilir, bilmese de hissedebilir. Ortak kavrayışlar, bazen de isyanlar oluşabilir.

Peki ya inançlar…

Bana göre; ne kadar farklı ritüelleri olsa da aslında yeryüzünde tüm inançlar aynı işe yarıyor. Daha kanaatkar, sakin ve iyi bir insan olmaya… Buna rağmen inançlar hakkında konuşmak, yorum yapmak bile halen birçok yerde hassas bir konu. Tarih boyunca en büyük savaşların ve katliamların din için yapılmış olması unutulmuyor, korkutuyor…

Bir yandan nesilden nesile geçen büyük dinler, peygamberler, kültür kalıntıları, miraslar, alışkanlıklar, bilgiler, beceriler ve davranışlar, bir yandan da şehirleşme, iletişim, cep telefonları, inşaat v e yol sektörü, moda diziler, değişip birbirine benzeyen eşyalar ve yerel ve dini kıyafetleri tamamlayan fason marka tişörtler. Bu değişimlerin bir kısmına olumlu bakamasam da anlamak ve biraz da kabullenmekten başka ne yapabilirim?

Şahsım adına benim hissettiğim; sadece inanç çeşitliliği ve zenginliği değil, sanki tarih öncesinden bu günlere kadar zamanda bir yolculuk, açık hava müzesi…

Fotoğraf: Gülser GÜNAYDIN

Kadir EKİNCİ

Âmin/Amen sergisi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde var olan çeşitli dinlerin, bölgenin kültürel ve sosyo ekonomik yapısına olan etkisini, kaybolan ya da kaybolmaya yüz tutmuş değerlerinin, gelenek ve göreneklerinin birbirleriyle olan etkileşimlerini fotoğraflarla irdeleyen belgesel bir çalışma olarak, geleceğe kalıcı bir belge bırakarak bunu ülkemize ve dünya kamuoyuna sun mayı hedeflemişti.

Bu çalışmanın, inanç farklılıkları, yaşam biçimleri, bölgesel özellikler ve farklılıklar, neredeyse ilk insanlara dayanan antik geçmişin tanıtılması ve bunların gelecek kuşaklara aktarılması hususunda amacına ulaştığını düşünüyorum.

Böyle bir projenin fotoğraf ekibinde yer aldığım için memnunum. Bu vesile ile ben de bölgeyi daha yakından tanıma ve inanç farklılıklarını yerinde izleme fırsatı buldum.

AFSAD’ın bölgeleri belgelemeyi amaçlayan benzer çalışmalara devam etmesini diliyorum. Bu tür çalışmaların bölgesel değerlerin korunmasına, bölgenin kalkınmasına ve turizme katkı sağlayacağına inanıyorum.

Fotoğraf: Kadir EKİNCİ

Mehtap YILDIZ

Yüzyıllardır, medeniyetlere ev sahipliği yapmış, kültürleri harmanlamış, sarıp sarmalayıp kucaklamış Güneydoğu Anadolu’da 1989’dan bu yana yaşamı belgelemeyi amaçlayan uzun soluklu fotoğrafik projeler yürütüp de; bu çok renklilik içinde, insanların yaşam tarzlarını yönlendiren inançları görmemezlikten gelmek çok büyük bir eksiklik olacaktı.

Araştırma ekibimizin yaptığı ön çalışma, GAP ile yürütülen projeler nedeniyle uzun yıllara dayanan bölge tanışıklığı ile birleşince, kendi adıma çok zorlanmadım diyebilirim. Ancak konunun öznelliği ve hassasiyeti bizi çok daha planlı, dikkatli ve özenli çalışmaya yönlendirdi. Çalışmanın zamana yayılacağı belliydi. Ben de ilk çalışmalarda ve geçen yıl gerçekleştirilen son çalışmada yer aldım. Başlangıçtan bugüne geçen 13 yılda fotoğraf teknolojisinin analogdan dijitale sıçraması, siyah-beyaz negatif ve dia pozitiflerle yaptığımız ilk çekimlerimize de başka bir anlam ka ttı ve değerli kıldı.

Çekimlerde rahatsızlık vermemek için ikili, üçlü küçük ekiplerle çalıştık. Gittiğimiz mekânlarda, bölge insanı ile sözel iletişim kurup, yakınlık sağlamadan, güven oluşturmadan çekim yapmadık. Özellikle iç mekân çekimlerinde, kilisede de camide de kılık kıyafetimize, davranışlarımıza, ibadete engel olmamaya çok dikkat ettik. Bu anlamda, kimi yerlerde biz kadınlar, kimi yerlerde erkek arkadaşlarımız avantajlı oldular. Bu hassasiyetlere saygı ve özen göstererek örnek bir ekip çalışmasıyla görev bölümü yaptık. İçten davrandık, bize evlerinin, inançlarının, kalplerinin kapılarını açtılar. Kadınlarla iletişim bizden sorulurken, özellikle cami, namaz görüntülerinde erkek arkadaşlarımız daha şanslıydı. Gittiğimiz bir düğünde, onlar rahat çekim yapabilsin diye bir buçuk saat boyunca aynı figürle halay çekmekten sağ ayağımı hissetmez hale gelsem de, sonunda alnımıza yapıştırılan bahşişle paylaşılan sevince ortak olabildiğimizin kanıtlanması, orada hiç fotoğraf çekememek paha sına çok anlamlı ve güzeldi.

İlk iletişimde, özelin paylaşılmasının verdiği bir çekingenlik oldu elbette ama, Şanlıurfa’da bir türbede bir kadının “Oğlum bile benim fotoğrafımı çekemez!” diyen tatlı sert uyarısı dışında başka bir dirençle karşılaşmadım. Hangi inanç ve kültür olursa olsun, özün sevgiye ve saygıya dayandığına tanıklık etmeyi insanlık adına umutlandırıcı buluyorum. Ayrıca bu projenin her birimizi içsel olarak da zenginleştirdiğinden ve geliştirdiğinden kuşkum yok.

Emeklerin sonucunu derli toplu görmek, heyecan verici… Güneydoğu Anadolu’da bunca yıldır sürdürülen bulmacanın en önemli parçaları tamamlanırken, bir parçasında da bir AFSAD’lı olarak emeğimin bulunması güzel bir duygu ve onur verici bir deneyim…

Fotoğraf: Mehtap YILDIZ

Nureddin ÖZDENER

BAHE VE SAVME’YE HÜRMETEN,
ÖTEKİNİ SEVMEK KADERİM OLDU.
SEVİYORUM.
Yıllar,
yıllar sonra,
Deyrulzafarân’ın tarihi kanepelerinde çayımızı yudumlarken, Ankara’dan gelen misafirimle birlikte,
Rahip Gabriel,
artık bir arkadaştan öteydi. “Dostum” diye tanıtıyordu beni, bizim yıllara dayanan dostluğumuz var.
Gözlerimin önünden otuzaltılık film şeritleri gibi kare kare geçiyor yıllar, imgeler, Gabriel, İbrahim, Jozef, Mansur, Hanna, Samuel, Melki, İshak, Savme ve en son yitirdiğimiz BAHE,
portreleri… belgesel fotoğraflar, insanların SURETLERİ.
Vaftiz, evlilik, defin törenleri, paskalyalar, Noel törenleri,
yüzlerce binlerce kare. Kimi çekilmiş kimi ise hiç filme, ekrana, vizöre yansımamış. Anlar.
Yaşanmış bir dostluk, beni daha güçlü, daha sevgili kılan ötekinin varlığı.
Hiçbir zaman öteki olmadılar benim için, Mardin’de hep beraber olduk. Sevdim, sevildim. Saydım, sayıldım.
Yedim, yedirdim.
Fotoğraf; 3. göz sağladı bunu,
Evet,
Evet.
3. gözle baktım. Bakmaktan öte gittim. Gördüm.
Görmekle yetinmeyip,
göstermeye çalıştım. AME(İ)N sergisi bu yolun bir virajı, bu yol hiç bitmeyecek.
Sergilerde, gösterilerimde, konuşmalarımda hep oldu, benim değerlerime hep olumlu katkı sağladı.
Camideyken kilisenin çan sesini duymak.
Ne çok fotoğrafını çekmiştim ben bu dostlarımın.
Ne çok kişi götürmüş, randevu almış, tanıştırmıştım.
On yıldan fazla oldu. AFSAD’tan arkadaşımla, akşamı orada geçirdiğimiz günü dün gibi hatırlıyorum.
Hava karardıktan sonra dönmüştük, Mardin gerdanlığının parçası olmaya.
Kaç kişiye nasip olmuştur Deyrulzafarân’da gece fotoğrafı çekmek, bilmem, birlikte gittiğimiz arkadaşlarla, akşam yemeği yediğimiz de olmuştur, cömert sofradan.
Çok harika duygudur:
Deyrulzafarân kapısının sürgüsünün ve çankalının karanlığı yırtan sesini duymak.
Çektiğim fotoğraflar kadar çekmediklerim oldu tabi. Tadını çıkardığım, sadece kendim için, o an için belki de sansasyonel olacak, ilgi çekecek fotoğrafları çekmedim ben, elim deklanşöre gitmedi. Karta bürünen böyle fotoğraflar olduysa yırttım. Attım.
Solan renkleri çekerken, farklı kültürleri izlerken, önemli olanın bu olduğunu düşünüyorum. Benden sonra fotoğraf çekmek için geleceklere zarar verecek davranışlarda bulunmamak. Farklı algılar yaratmamak. Ödül için fotoğraf çekmemek. Fotoğraf ödüle layık olabilir, ödüllük olabilir o başka konu…
Bir ayinin bir törenin öznesi olmadım hiç. Hep görünmez kılmaya çalıştım kendimi. Önce dinledim. Ayini yönetenle, yetkiliyle, bir arkadaşla, bir dostla göz göze gelmeye çalıştım. Sonra deklanşöre bastım.
Yıldır,
makinem, objektiflerim, vizörüm, deklanşörüm, hep MERHABA’mın, gülümsememin, samimiyetimin
arkasında kaldı.
MERHABA…

Fotoğraf: Nureddin ÖZDENER

Orhan KÖSE

Daha önce Güneydoğu’daki çeşitli illerden gelip, Ankara’da naylon çadırlarda kalan, misafirperver ve candan mevsimlik işçilerle çok yakından tanışmıştım. Bu projeyle yöre halkını sürekli yaşadıkları bölgede daha yakından tanıma fırsatı buldum. Birçok inanç grubunun birlikte barış içinde yaşadığı bu bölgede, dini inançların halk üzerinde çok etkili ve önemli bir rol üstlendiğini gördüm. Proje ekibiyle konuyu fotoğraflara iyi aktardığımıza ve sonunda güzel bir sergi hazırlandığına inanıyorum. Projede emeği geçen herkese teşekkürler.

Fotoğraf: Orhan KÖSE

Selim AYTAÇ

AFSAD’ın GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile ortaklaşa olarak 1995 yılında başlattığı ve proje kapsamındaki alanda değişimi/dönüşümü belgelemeyi amaçlayan beş projenin tamamında yer almış bir fotoğrafçıyım. Bundan tam 19 yıl önce ilk kez adım attığım bölgeyi, proje dışında da yapmış olduğum çeşitli geziler boyunca, enine boyuna epeyce tanıdığımı düşünüyordum. Ta ki bölgedeki İnançlar/ İnanışlar başlıklı çalışmaya başlayıncaya kadar. Konuya bir ucundan girdikten sonra katman katman ne kadar derin, farklı ve bambaşka inanç ve inanışların bölgede hâkim olduğuna tanıklık ettim.

Oldukça kısıtlı bir zaman dilimi içinde çekimlerimizi yetiştirmeye çalıştık. Peki kolay mı oldu, bu kadar kısıtlı bir süre içerisinde tüm bu farklılıkları kolaylıkla görüntüleyebilmek? Hiç kolay değil şüphesiz. Hatta neredeyse imkânsız. İşte bu noktada proje odaklı, belgesel fotoğraf çalışmasının sırrı devreye giriyor. Çekimler öncesi proje yürütücüsü arkadaşımız Serpil Yıldız önderliğinde yapılan ayrıntılı alan çalışmaları, bölgede yaşayanlarla yıllar boyunca kurulmuş olan karşılıklı güvene dayanan sağlam dostluklar açtı bize pek çok kapıyı.

Peki tam anlamıyla anlatabildik mi meramımızı, aktarabildik mi tüm gördüklerimizi, gözlemlerimizi izleyicilere? Sergiyi gezerlerken eşlik etme şansı bulduğum pek çok izleyici, ki bazıları çeşitli dönemlerde bölgeyi gidip görmüşler ve gezmişlerdi, kendilerini bambaşka büyülü bir atmosfer içinde hissettiklerini, gördüklerinden çok farklı bir dünyayı önlerine getirdiğimizi ifade ettiler. O anlamda, evet başarılı olmuştuk.

Oysa şimdi dönüp elimizdeki malzemelere bakınca buzdağının yalnızca ucunu yansıtabildiğimizi düşünüyorum. Ancak şöyle bir ucundan dokunabildiğimiz, ayrıntılı çalışıp da yalnızca üç, beş kare ile sergiye ya da kataloğa alabildiğimiz o kadar çok konu, yaşam ve inanç var ki. Her biri başlı başına ayrı birer sergi konusu.

Buna benzer proje bazlı çalışmaların yerleşmesi ve yaygınlaşması, tek tek fotoğraflarla yarışmadan yarışmaya koşuşturma kolaycılığıyla oyalanan fotoğraf dünyamıza ve derneklerimize örnek olması en büyük dileğim.

Fotoğraf: Selim AYTAÇ

Kontrast Sayı 41, Mayıs-Haziran 2014 / Güneydoğu Anadolu’da İnançlar, İnanışlar

Bizi paylaşın..