“Güneydoğu Anadolu’da İnançlar, İnanışlar Projesi”, geçmişi ve bugünü geleceğe fotoğraflarla taşımak; varsa değişimin öyküsünü anlatmak üzere, etik değerlere ve inanç sahiplerine zarar vermemeyi en temel ilke edinerek, Bölge’de var olan farklı inançların, inanışların kültürel, sosyo-ekonomik etkilerinin; kaybolan ya da kaybolmaya yüz tutmuş değerlerinin; gelenek ve göreneklerinin irdelendiği bir çalışmadır. İnanç ve inanışların hem her grubun kendi içinde, hem de farklı olanlarla etkileşimlerinin ve etkilenişlerinin belli bir süre aralığındaki en tarafsız kesitini; kişilere, hak ve özgürlüklere zarar verecek, çıkarcı ya da kurgusal bir anlayışa izin vermeksizin üretme çabasındadır.”
“AFSAD açısından, Güneydoğu Anadolu Projeleri’nin tek hedefi oldu: Geniş bir spektrumda kalıcı, güvenilir, tarafsız görsel belgeler oluşturmak, yalnızca bugüne değil, geleceğe geçmişi taşıyacak basılı, uluslararası erişilebilir kaynak yaratmak.”
Urfa Tünelleri’nin temelinin atıldığı 1989’da başladı değişimin fotoğraflanması. Suya Özlem oldu ilk çalışmanın adı. Sonra beş yıl gözle görünür bir değişim için beklendi. Tünel bitti, sulama kanalları suyla buluşturmaya başladı toprağı ve insanı. Tam da bu sırada, 1995’te kesişti AFSAD’la GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın yolları. Peşpeşe projelerle fotoğraflandı Bölge: Bir Fırat Öyküsü, Sözümüz GAP Üstüne, GAP’ta Kadın ve Çocuk, Hayata Karışan Fırat Fırat’a Karışan Hayat, GAP’ta 10 Yıllık Birikim. Değişim, sosyoekonomik yapı, vs. pek çok bakımdan neredeyse bütünüyle fotoğraflanmıştı Bölge.
Fotoğrafçılar: Orhan KÖSE, Selim AYTAÇ, Asuman ERGÜNEY, A.Kadir EKİNCİ, Gülser GÜNAYDIN, Serpil YILDIZ, İbrahim GÖĞER, Mehtap YILDIZ, Mustafa ERTEKİN, Dilek BAL, Aynur ÜLKER, Doğanay SEVİNDİK, Erol BÜYÜKYAZICI, Nureddin ÖZDENER, Özcan YURDALAN.
Söyleşi: Serpil YILDIZ
Kontrast- Ülkenin içinde olduğu gündem; özellikle din ile siyasetin birbirine karıştığı bu zamanda böyle bir serginin toplumsal olarak sonuçları oldu mu? Proje kapsamında böyle bir beklentiniz var mıydı?
Serpil Yıldız- Bugünkü kabulüyle tapınak olan Göbekli Tepe’nin varlığı; inanışların, inançların sanılandan çok daha köklü bir geçmişe, geleneğe uzandığına; avcı-toplayıcı yaşayışta da inanış ritüellerinin var olabildiğine işaret ediyor. O halde inanış, inanç ya da dinlerin siyasetten önce ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz. Bu tümceyi kurdum çünkü siyasetlerin dinden bağımsız gelişebildiğine inanmıyorum. Neredeyse çeyrek milenyum önce yaşanan Fransız Devrimi belki din ve siyaset ayrılığını taşıyan güçlü bir rüzgar yarattı ve bazı toplumlar bundan yararlanıp insan odaklı bir yaşam kurmayı becerebildi. Ancak “Sürdürülebildi mi?”, asıl soru bu! Bugün yalnızca Türkiye’de değil dünyada da dinlerin siyasetler hatta siyasetleri yönlendiren güçler için sorgu, itiraz, isyanlara maruz kalmaktan uzak yönetimleri becerebilmelerinde çok sağlam bir temel oluşturduğunu, inananlar üzerindeki gücünün siyasilerce sonuna kadar kullanıldığını düşünüyorum.
Güneydoğu’da İnançlar, İnanışlar Projesi’nin oluşum koşullarını bugünün siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik penceresinden değerlendirmek, bir yaklaşım yanlışlığına neden olabilir. Proje fikrinin ortaya çıkıp olgunlaştığı o günlerle bugün arasında uzaktan pek de görülmeyen çok temel ayrımlar bulunuyor. Bunların tümüne değinmek başlı başına bir konu olabilir, ama özellikle bir, iki ana unsur vurgulanmalı: 70’li yılların sonunda başlayan Kürt Hareketi, AFSAD’ın Bölge’ye ilk girdiği 80’lerin sonunda, büyük bir güce dönüşmüş; sıkıyönetimin ardından oluşturulan OHAL Bölge Valiliği yönetim anlayışının da getirdiği olumsuzluklarla bölge ısınmış, sıcak savaş ortamı oluşmuştu. 90’ların sonunda durum daha farklı değildi. Bölge’ye gidiş gelişlerimizde sıcak çatışmalara giden, ya da dönen, askeri birliklerle çok sık karşılaşıyor; normalde yarım saatte katedilecek bir yolu, hareketlilik ya da denetimler yüzünden, çok daha uzun sürelerde aşabiliyor –ki, 2001’de Siirt Havaalanı’ndan Cizre’ye varışımız 7 saati aşmıştı; ya da birkaç dakika önce geçtiğimiz yolda TNT bomba patlatıldığı haberini alabiliyor; ya da özellikle Batman’da saat 15.00’ten itibaren sokağa bile çıkamıyorduk, vs… Bunlar olup biterken, Bölge’de en belirgin gözlenen şey popülasyondaki hızlı değişimdi. Her gidişimizde boşalan köylerin sayısı artıyor, Bölge’den yurt dışına büyük bir göç yaşanıyordu. O günlerin bu çetin koşullarının en çok etkilediği kesimler farklı inanışlara, inançlara sahip toplumlardı.
Çok uzatmayayım. İç dinamik-leri çok yüksek, sıcak olayların her an yaşanabilir olduğu ülkemizde, bugün de gündem her gün yeni bir başlıkla dile getiriliyor. Başlık değişse de öz aynı: Şiddet ve baskı…
Proje fikrinin oluşup ortaya çıktığı o dönemde de -biçim farklı olsa da- şiddet ve baskı altında yaşam sürülen bir ülke ve özellikle bir Bölge vardı: Güneydoğu Anadolu. Bölge’deki inanış, inanç kökenli kültürel zenginlik, bir arada bulunma ve yaşama hali bir yanda egemenin baskısı ve süren savaş, öte yanda asimilasyon ve göç etkileriyle yok olmaya yüz tutmuştu. O süreçte yaptığımız gözlem buydu. O halde bu yok oluşa karşı bir tavır almak, en azından bu çok değerli varoluşun bir zamanlar bu topraklardaki binlerce yıllık geçmişiyle bir aradalığını, kültürel zenginliğini gelecek kuşaklara aktaracak bir kayıt yapmak zorundaydık… Proje’nin ortaya çıkışındaki en temel yaklaşım buydu, aslında gözlediğimiz bu yok oluşa itirazımız vardı.
Bugün için Bölge’de bir “çözüm süreci” yaşanıyor. Çözümün insan odaklı, onu değerli kılan bir sonuca ulaşması temel beklentimiz. Ancak bundan birkaç ay ya da yıl sonra durumun gerçekten de insan lehine bir kazanıma dönüşeceğinden, dönüşse de bunun tutarlı ve kalıcı olacağından kuşku duymamak olanaksız. Bu nedenledir ki kişisel beklentim, Proje içeriğinin bugünden yarına hemen bir tepki alması ya da anlamlandırılması değil. Benim açımdan asıl hedef gelecek kuşaklar…
Yeri gelmişken hemen belirtmeliyim ki, çalışmamızla “Bakın! Farklı inanış ya da inançlara sahip bu toplumlar ne güzel ki, mutluluk içinde, sevgiyle bir arada yaşıyorlar, bundan da çok hoşnutlar…” gibi bir mesajı iletmeye kesinlikle çabalamıyoruz. Böyle olmadığının, yaşayış biçimi ve anlayışı bakımından toplumlar arasında giderilmesi zor ayrılıkların bulunduğunun da sonuna kadar farkındayız. Tek dileğimiz, ancak saygı ve hoşgörüyle bir aradalığın sağlanabileceği, özgür ve barışçıl yaşam ortamın yaratılabilmesi…
Proje’nin vitrini olan Sergi şimdilik, yalnızca 15 gün, Ankara’da izleyiciyle buluşabildi. Proje sonuçlarının öz ve hedef itibariyle yarattığını ya da yaratacağını umduğumuz etkinin ölçülebilmesi için, bu süre hiç anlamlı sayılmaz. Elbette Sergi’yle ve fotoğraflarla ilgili olumlu, övücü tümceler de kuruldu izleyenlerce. Ancak aslolan Sergi’den ziyade Albüm çünkü gelecek kuşaklara ulaşmanın tek anahtarı o.
Kontrast- Önemli bir coğrafyada varlığını sürdüren bir ülkeyiz. Bu coğrafya açısından ele alındığında projenin anlaşılması ve Türkiye Cumhuriyeti açısından değeri ve önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
S.Yıldız- Açıkça söylemeliyim ki, ülkemize atfedilen coğrafik önem 19. ve 20. yüzyılın koşulları içinde anlamlıydı; özellikle günümüzde, şişirilmiş jeopolitik bir yaklaşımdan ibaret olduğunu düşünüyorum (elbette, gelecek planlayıcıların su konusuna atfettiği önem dışında -ki bu da bizim coğrafyamızda Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri anlamına geliyor). Bilinen uygarlık tarihinin pek çok buluntusunun bu topraklarda olmasını; içinden inanış ya da inançların ayıklanıp ayrılamayacağı, binlerce yıllık, zengin kültürünün zorluklarla da olsa yaşıyor olabilmesini çok daha değerli buluyorum…
Proje’nin yola çıkış nedeni Türkiye Cumhuriyeti’ne, daha doğrusu onun iktidarlarına bir itirazdı zaten. Gerçekleştirdiğimiz Proje bir kültür hizmeti. Hedefi gelecek kuşaklar. Öncelikli amacımız Proje’nin kendisinin bir özne olarak değer ve önem kazanması değil elbette. Proje, bir araç. Bu araçla, Bölge insanına ve Bölge topraklarına bir değer ve önem katılmasına minicik bir katkı yapabilirsek ne hoş… Bu gerçekleşirse elbette ülke de bundan yararlanır.
Kontrast- Bu projenin 1989 yılında Urfa Tünelleri’nin temel atılmasıyla başladığını biliyoruz. Kendi içerisinde toplumsal bir dönüşümü barındırması haricinde birçok konuyu da içinde doğurarak çoğalttı. Biliyoruz ki bu bir sonuç çalışması değil. Bundan sonrası için yeni projeler nelerdir?
S.Yıldız- İnşaatın yapımını üstlenen Akpınar A.Ş.’nin önerisiyle AFSAD Güneydoğu Anadolu’ya 1989’da giriş yaptı. Bu projeyle Suya Özlem Sergisi gerçekleşti. Bölge’deki çalışmalar 1995’ten başlayarak GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’yla ortak yürütüldü. Güneydoğu Anadolu’da İnançlar ve İnanışlar Projesi bu ortaklığın altıncı ve en uzun soluklu Projesi oldu. 2000’de başlayan proje çeşitli nedenlerle zaman zaman kesintiye uğradıysa da çekim çalışmaları 2013 Kasım’ında sonlandı. İlk sergi Ankara’da CerModern’de izleyiciyle buluştu. Çok istememize karşın Albüm bu tarihe yetişemedi. Albüm çalışmaları geçtiğimiz günlerde tümüyle tamamlandı. Şimdi baskı işlemlerinin yapılması aşamasındayız.
İlk proje de dahil edilirse AFSAD Bölge’de 7 proje gerçekleştirdi. Su ve toprak etkileşmesinin yaratacağı değişimin yanı sıra Güneydoğu Anadolu’nun zenginliklerinin belgelendiği bu projeler elbette yeni işlenebilir temaların doğmasına yol açtı. Güneydoğu Anadolu’da İnançlar ve İnanışlar Projesi’nin sorumluluğunu üstlenmeden önce beşinci projenin de yürütücülüğünü yapmıştım. İnanışlar ve inançlarla ilgili bir çalışma yapılmasına ilişkin düşünce bu dönemde zihnimde olgunlaştı. Aslında her projenin sorumluluğu AFSAD Yönetim Kurulları’nca belirlenmiş farklı kişilerce yürütülüyordu. Ama tema inanç olması ve fikrin sahibi olmam, sorumluluğu bana yeniden getirdi.
Bölge’de bundan sonra yapılacak çalışma ve temalar elbette yine AFSAD tarafından ortaya konacaktır…
Kontrast- Akademisyenlerden oluşan bir kadro proje danışmanlığını yaptı, sürece ne gibi katkıları oldu?
S.Yıldız- Tema çok zorluydu. Bireylerin en öznel, en dokunulmaz, en duyarlı dünyasından, en tarafsız biçimde, tek bir kişinin bile en küçük bir zarara uğramasına yol açmadan görüntüler çıkarmak, gelecek kuşaklara ulaşacak bir belgesel üretmek zorundaydık…
Böyle bir çalışma bilgi, birikim, iletişim, güçlü ve güvenilir bağlar ve onay gerektiriyordu. Bu temel yaklaşım oluşmuştu.
Bu yaklaşımın ilk adımı kapsamında, Proje’nin başladığı 2000’de, kaynak araştırmaları için Türk Tarih Vakfı’yla da iletişim kurdum. Vakıf, “Dinler – Cemaat – Aşiret, Mardin” adlı kitabı Ağustos 2000’de yayınladı. Şanslıydık! Çünkü önceden haberdar olmuş, kitap yazarlarıyla tanışmıştık bile. Yazarlardan Suavi Aydın, Süha Ünsal, Oktay Özel ile “Hayata Karışan Fırat, Fırat’a Karışan Hayat” adlı projede birlikte çalıştığımız Oya Açıkalın Rashem toplantılarımıza birkaç kez katılmış, Sosyolog Doç. Dr. Rashem, Sosyal Antropolog Prof. Dr. Aydın ve Tarihçi Ünsal proje danışmanı olmuş ve projenin ikinci adımını oluşturacak temel atılmıştı.
Bilgi ve birikimlerini paylaşmanın yanı sıra Bölge’de ilk iletişim ağının kurulmasında da büyük bir uğraş veren danışmanlarımızın en büyük katkısı alan araştırmasını birlikte yapabilmiş olmamızdı. Projenin en önemli ayağını oluşturan bu aşama aynı zamanda, Proje’nin sürdürülebilirliğiyle ilgili bir karar verme süreci şeklinde işledi. İçtenlikle söyleyebilirim ki, böyle bir başlangıç yapamasaydık projeyi gerçekleştiremezdik…
Kontrast- Projenin uzun soluklu ve kalabalık bir kadrodan oluşması sebebiyle eminiz ki çok sayıda fotoğraf çıkmıştır. Küratoryal kısmında eleme seçme işlemi nasıl gerçekleşti?
S.Yıldız- Aslında AFSAD-GAP Projeleri genellikle en az 10 fotoğrafçının katılımıyla eş zamanlı gerçekleşiyordu. Ekip duruma göre toplu ya da bölünerek hareket ediyordu. Sergi’de yer alacak fotoğraflar da, Projede görev almış fotoğrafçıların defalarca toplanarak yaptıkları seçimle belirleniyordu.
Güneydoğu Anadolu’da İnançlar, İnanışlar Projesi’nde hem çekimlerin işleyişi hem de fotoğraf seçimi önceki işlerden farklı oldu. Bilinçli bir yaklaşımla, ekipler bir kadın, bir erkek fotoğrafçı olmak üzere ikişer kişilik grup şeklinde oluşturuldu. Daha ilk yılın sonunda, fotoğraf üretimindeki çokluk ve çeşitlilik Proje’de bir küratörün görev yapmasını zorunlu kıldı. İbrahim Göğer Proje’ye bu sorumlulukla dahil oldu.
Küratoryel çalışmada izlenen yolu İbrahim Göğer’in çok daha iyi anlatacağını düşünüyorum.
Kontrast- Bu proje; gösteriyor ve işaret ediyor, bakın diyor. Ana fikir olarak, izleyici göstermek istediğinizle buluştu mu dersiniz? “Anadolu böyle bir coğrafya” bilgisinde kaldı mı?
S.Yıldız- Hem Sergi’nin sunumunda hem de Albüm’de fotoğraflara eşlik eden metinler inanç ve inanışların tarihsel bir bakış içinde nasıl değişip geliştiğini anlatıyor. Anafikrin anlaşılır olmasında metinlerin çok yarayışlı olduğu inancındayım. Öte yandan Sergi’de 758, Albüm’de de 820’nin üzerinde fotoğraf bulunuyor. Aslında bu bir görsel bombardımanı olarak da algılanabilir. Ana fikrin yüzeysel bir bakışla kolayca anlaşılır olduğunu düşünmüyorum. Ancak yeterince zaman ayıranların, görsellerin yanı sıra metinleri de okuyarak işi izleyenlerin, yapmaya çalıştığımızı farkedebileceklerini umuyorum.
Kontrast- Projenin maddi boyutu nasıl aşıldı?
S.Yıldız- Proje 2000’de GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın desteğiyle başlamıştı. Sonra çeşitli nedenlerle Mart 2002’den sonra yollarımız ayrıldı. Bundan sonraki süreçte Proje kısmen sekteye uğradı. Ancak çekimler istediğimiz ölçüde tamamlanamamışken, Bölge halkı bize ısınmışken, daha da önemlisi fotoğrafları çekilen insanlara verdiğimiz sergi ve albüm sözünü yerine getirememişken, Proje’nin sonlandırılmasını, toplumsal sorumluluğumuza aykırı buluyorduk. O dönem, AFSAD Yönetim Kurulları’nın çalışmanın sürdürülmesine ilişkin moral desteğiyle yolumuza devam ettik. Bu, şu anlama geliyordu. “Fotoğrafçılar bütün masraflarını kendileri karşılayarak Bölge’de çalışabilir.” Biz de öyle yaptık. Aldığımız çağrılara katılmayı sürdürdük. Tatil fırsatlarını Bölge’de değerlendirmeye çalıştık.
Hem eksik kalmış çekimlerin tamamlanması, hem de verilen sergi ve albüm sözünün yerine getirilebilmesi için 2004’te sponsor arayışlarına başladık. Önce GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı’na yeniden başvurduk, ancak yanıt alamadık. AB’ye, ardından ATO’ya başvurduk. AB’den yanıt kısa zamanda geldi. Proje neredeyse tamamlanmış gibi algılanmış, bu yüzden reddedilmişti. Başlangıçta büyük ilgi görmüşsek de ATO’nun resmi yanıtı bize hala ulaşmış değil… 2006’da AFSAD’ın bitmiş ama albümü yapılamamış, devam eden ve yeni hazırlanmış fotoğraf projeleri önerilerinden oluşan iri bir dosya ile İstanbul’da bütün büyük sponsorluk ajanslarının ve sanata desteğiyle ünlü büyük bankaların kapısını çaldık. İlgiyle karşılanıyor, projelerle ilgili övgüler duyuyor, incelenmek üzere dosya bırakıyorduk. Ne yazık ki bütün bu başvurulara olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamadık.
Bu arada fırsat buldukça çekimler sürdü.
Mustafa Ertekin Başkanlığındaki 36. Dönem AFSAD Yönetim Kurulu’nun girişimi GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile yeniden işbirliği yapmamızı sağladı. Mayıs 2013’te yapılan protokol çerçevesinde, eksik konuları da fotoğraflayarak Proje’yi beklediğimiz düzeye taşıyabildik.
Kontrast– Afsad bir çok toplumsal projenin içerisinde bulundu, ama bilinen en uzun soluklusu buydu, kabuğunun ötesindeki kitleye ulaştırabildiniz mi, projeyi basının ilgisi nasıldı?
S.Yıldız- Sergi’nin Ankara ayağında, önceden yapılmış bağlantılar nedeniyle zamana karşı bir yarış halinde ve çok sıkışık bir zaman diliminde işi hazırlamamız gerekiyordu. Bu durum çalışmayla ilgili etkili bir tanıtım çalışması yapmamızı engelledi. Eksikliklerimizden biri Yabancı Misyon’un katılımının sağlanamamasıydı. Bu eksikliği gidermek üzere özel bir resepsiyon hazırlığı yapıldı ama AFSAD dışı bazı aksilikler yüzünden son anda denecek bir aşamada iptal edildi.
Protokol varsa basın bulabildiğimiz bir ülkede yaşıyoruz. Yine de hiç ilgi görmediğimiz söylenemez. Bu yine tanıtım eksikliğinden kaynaklanıyor. Sergi’nin sonraki ayaklarında bu sıkıntıları aşacağımızı umuyorum…
Kontrast- Sergi başka yerlere de taşınabilecek mi?
S.Yıldız- Elbette… Sergi, Aralık 2014’te İstanbul’da, Şubat 2015’te İzmir’de izleyicilerle buluşacak… Ayrıca Sergi’nin yurt dışına taşınabilmesi için de girişimlerimiz sürüyor…
Kontrast- Fotoğrafçısı olduğunuz bu proje sizi nasıl değiştirdi?
S.Yıldız- Ah! İşte bunu anlatabilmek!.. O kadar çok örnekle bunu paylaşabilirim ki, birkaç satır değil birkaç beş, on sayfa bile yetmeyebilir. Bu tümce gerçekten hem ruhsal hem de zihinsel değişime, gelişime, zenginleşmeye, çoğalmaya uğradığımın açık ve içtenlikli kabulü.
Proje boyunca eşşiz bir deneyim yaşadım. İçinde bulunduğum ortamların hiçbiri asla bir laboratuvar olmadı benim için. Başlangıçta yalnızca bir fotoğrafçıydım belki, ama sonra tanıklıklarım, yaşadıklarım, paylaştıklarım beni de oradaki yaşamın bir parçası kıldı belki de.
Bir insan tanımak önemlidir çünkü her insan yeni bir ufuk açar. Proje boyunca pek çok insanla tanıştım. Evlerinde kaldım, yemeklerini yedim. Bölge’de bir değil, pek çok ailem oldu. Tanışıklıklarım bazen kalıcı dostluklara dönüştü. Bölge’den döneli daha birkaç ay oldu, ama şimdiden özlediğim o kadar çok dost ve arkadaşım var ki… Daha birkaç gün önce, “Ne zaman geliyorsun?” diye sordu Yusuf Amca… Bundan daha güzel ne olabilir ki?
Kimse, ama kimse nereye doğacağını seçemiyor. Bu seçimsizlik karşısında, içine doğduğumuz ortamlar bizi yoğurup şekillendiriyor. Böyle oluşuyor, çoğalıyor, büyüyor önyargılar. Oysa bir kez kırdınız mı çemberi, bir başka umut yeşeriyor…
[Bu portfolyo ve daha kapsamlı yazı ve söyleşiler, Kontrast’ın 41. sayısında yayınlanmıştır.]