Abdurrahman ANTAKYALI | Söyleşi (23. Sayı)

1968 yılında İskenderun’da doğdu. 1985-89 yıllarında Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nde üniversite eğitimini tamamladı. Mezun olduğu 1989 yılında Anadolu Ajansı’nda foto muhabirliği stajına başladı. 1990 yılında kadrolu foto muhabiri oldu. Anadolu Ajansı adına, yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda önemli olayı takip etti. 1999 yılında Foto Muhabirleri Derneği Başkanlığı’na seçilen Antakyalı’nın, basın fotoğrafçılığı alanında ulusal ve uluslararası ödülleri bulunmakta.

Sizce iyi bir basın fotoğrafçısı nasıl olur?

Birinci koşul, çok çalışkan olması gerekiyor. Dünyaya açılabilmek için yabancı dil bilmeli. Meraklı ve araştırmacı olması gerekir. Dünyadaki gelişmeleri yakından takip edecek. Teknolojiye açık olacak, tek başına bunları kullanabilecek kapasitede olacak. İyi video çekebilecek, ses ve video kurgu programlarını kullanabilecek, arşivini düzgün tutacak. Ayrıca, çok iyi öykü anlatıcısı olacak, yazım dilini geliştirecek.

Mesajın doğru ulaştırılabilmesi kesinlikle kendi metinlerini oluşturabilmesi, kendi öyküsüne sahip çıkması anlamına gelir. Düzgün bir web sitesi olması gerekiyor, çünkü kartviziti orası olacaktır. Eğitim süreci meslek yaşamı boyunca devam etmeli; Türkiye’ye workshop için gelen meslektaşlarını takip etmeli; sadece kendi işlerine değil, başkalarının da işlerine bakmalı. Ne yazık ki kimse başkasının fotoğraflarıyla ilgilenmiyor. Bizde herkes elinde bir aynayla dolaşıyor, aynaya soruyor: “Ayna ayna söyle bana dünyadaki en iyi fotoğrafçı kim?” Ayna, masaldaki gibi sihirli değil, kendine bakan yüzü gösteriyor. İşin tuhaf yanı, soran da aynada kendi yüzünü görünce mutlu oluyor.

Türkiye’de basın fotoğrafçılığının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce Türkiye’de basın fotoğrafçılığının sorunları nelerdir?

Türkiye’de basın fotoğrafçılığının en büyük problemi, fiziksel koşullardan öte, sendikasızlık ve iş güvencelerinin olmayışı. Çok az işyerinde sendika var, Anadolu Ajansı bunlardan biri. Foto muhabiri olmak isteyen çok fazla; ancak istihdam çok dar. Gazete ve dergiler, kadrolarında sınırlı sayıda foto muhabiri tutuyor; hatta, foto muhabiri olmayan gazete var. Bir yayın grubu içerisinde birden fazla gazete yayınlanıyor ve onlar da fotoğraf ihtiyaçlarını “fotoğraf havuzu”ndan ya da ajanstan karşılıyor. Çalışma koşulları ciddi olarak, gerçekten bir problem. Birçoğumuzda boyun, kasık, bel fıtığı görülüyor. Bir de, “orada” olmanız gereken yerlerin hepsi, her zaman güllük gülistanlık ortamlar olmuyor; savaş, çatışma ortamları olabiliyor. Onun için, medya mensupları arasında en fazla şiddete uğrayan, hayatını kaybeden, ciddi olarak yaralananlar foto muhabirleridir. Psikolojik etkileri de var aslında; ama Türkiye’de bu konuda bir destek yok maalesef, kendi kendinizi iyileştirmeniz gerekiyor. Gün içerisinde pek çok gel-git yaşıyorsunuz; sözgelimi, sabahleyin adliyede bir yere gidiyorsunuz, öğlen Meclis’te çalışıyorsunuz, öğleden sonra toplumsal bir eyleme gidiyorsunuz, akşam bir kokteyldesiniz, konserdesiniz. Bunca sıkıntıya değer mi bu iş? Evet… Foto muhabirliği psikolojik anlamda insanları yıpratabiliyor; ama, burada en önemli koşul kendini yaptığın işe adamak, ondan sonra zevkli bir hal alıyor.

Foto muhabirliği Türkiye’de tarihi boyunca hak ettiği yerde olmamış. Bunun nedenlerinden biri, gazete yöneticilerinin bu olaya ilgisizliği ve soğukluğu diyelim, diğeri de foto muhabirlerinin bu konuda yeterli çaba göstermemesidir. beri Foto Muhabirleri Derneği kapsamında örgütlenilmiş, Dernek iyi niyetle elinden geleni yapmaya çalışıyor; ama, ne yazık ki gücü yok. Türkiye’deki haber fotoğrafçılığının istenilen seviyeye gelememesinde en önemli nedenlerden biri de, basın fotoğrafçılığına yönelik eğitim veren bir kuruluşun bulunmamasıdır. Benim dernek başkanlığı yaptığım dönemde iletişim şurasında vermiş olduğumuz raporumuzda da var. Foto muhabirliği usta-çırak ilişkisiyle öğreniliyor. Usta da ustalığını deneyimle elde etmiş, akademik bir formasyonu yok. Dünyada haber fotoğrafçılığı eğitimi çok ciddi bir gelenek; ama bizde yok.

Türkiye’de fotoğraf editörlüğü niçin bir türlü kurumsallaşmamış? Ne tarz bir yapılanma bu kurumsallaşmanın önünü açar?

Türkiye’de çok ciddi bir fotoğraf editörü eksikliği var. Fotoğraf editörünün işlevi çok önemli; fotoğraf kaynakları yaratır, fotoğrafla ilgili akımları takip eder, foto muhabirlerinin haklarını savunur, fotoğrafçının imzasının yer almasından tutun, sosyal haklara kadar. Bizde fotoğraf editörü pek olmadığı için, fotoğraf seçimini sayfa sekreterleri yapıyor. Ya da, bir gazetenin kültür sanat, ekonomi vb. editörü, “fotoğrafı da ben seçerim” mantığında olabiliyor. Veya kıdemli kişi fotoğraf editörü olarak görevlendiriliyor, “biyolojik editörler” diyorum ben onlara. Deneyim önemlidir; ancak tek kriter değildir. Bu işi geniş dünya görüşü olan; bir şekilde fikirleri düzene sokabilecek ama çok müdahaleci olmayan; değişik görüşlere, fikirlere, akımlara açık; komplekslerinden arınmış, genç birisi de yapabilir. Dünyada fotoğraf editörlerinin birçoğunun fotoğraf çekmesi gerekmiyor. Foto muhabirliğinden gelmeyen çok iyi fotoğraf editörleri bile mevcut. Ancak, bu onların fotoğraftan anlamadığı anlamına gelmesin; hepsi ciddi bir eğitim sürecinden geçmiş kişilerdir bunlar. Çok iyi foto muhabirleri fotoğraflarını kötü seçebiliyorlar. Duygusallığından bir şekilde ayrılmış, çelik gibi sinirleri olan, en önemlisi hakkaniyet ölçüsünü kaçırmayan insanlara ihtiyacımız var. Türkiye’de birçok gazetenin künyesine bakın, fotoğraf editörü diye bir şey yoktur.

Şimdi herkes fotoğraf çekiyor ve sosyal medya aracılığı ile bunları bir şekilde insanlarla paylaşabiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ayrıca, foto muhabirleri gelecekte “var olmak” için neler yapmalı?

Biz “yurttaş gazeteciler” diyoruz; onların da gerçeklerin görünmesi noktasında büyük katkıları var. Mesela, Ebu Garib cezaevinde, askerler birbirlerini çekmişlerdi; ama onlar çekmeseydi bu olay bilinmeyecekti. Ya da Londra’da metro saldırısı oluyor, herkes cep telefonuyla kamerasıyla fotoğraf çekiyor. Dünyada fotoğraf çeken cep telefonu kadar gazeteci var şimdilerde ve bizden önce olay yerinde oluyorlar. Biz bir olayı duyup oraya gidene kadar zaten onlar çekmiş olabiliyor. Onun için artık foto muhabirliğinde içerikte yön değiştirmemiz gerektiği tartışılıyor. Fotoröportajlara, daha kalıcı konuları derinlemesine işlemeye yönelmemiz gerekiyor. Fotoğraf, daha önce olmadığı kadar herkesin hayatında. Ancak, sansasyon peşinde olmadan; dengeli, iyi editörlerin gözetiminde bu işin gerçekleşmesi gerekiyor, çünkü yurttaşların gazeteci gibi sorumluluğu yok. Gazeteci bir hata yaparsa işten çıkartılır; ama yurttaş hata yaptığında bir yaptırım bulunmamakta.

Fotoğraf çekerken kendinizden başkasına karşı sorumluluk duyuyor musunuz? Sizin de daha önce sorduğunuz soruyu, size sormak istiyorum: “Başbakan yanınızda tökezlese tutar mısınız, düşüşünü mü çekersiniz?”

Önce, “benden başka kimse var mı yok mu orada” buna bakarım. Yardım edecek kimse varsa ve bu işle görevlendirilmişse fotoğrafımı çekerim. Mesela, Başbakan düşse, yanında korumaları var ve işleri onu tutmak. Benim görevim fotoğraf çekmek. Ben fotoğraf makinemi düşürsem, Başbakanın korumaları alıp da benim için fotoğraf çeker mi? Ama hakikaten, sadece benim müdahalemle bir takım şeyler düzelecekse, o kadar da taş kalpli değilim. Çünkü tarihi, önemli bir olay, sıradışı anlar, beklenmedik gelişmeler olduğu için genelde biz oradayız ve bu anları fotoğraflamalıyız. Diğer türlü, başkalarını doğru bilgilendirebileceğimizi düşünmüyorum.

Projelerinizden bahseder misiniz?

Benim projelerimdeki ana kaynak, fotoğrafta kendimi eksik gördüğüm noktaların üzerine gitmektir. Mesela, az ışıklı ortamlarda fotoğraf çekmek ve ışık kaynaklarını kullanmak konusunda ciddi sıkıntı yaşadığımı düşünüyordum. Işık üzerine bir proje yapmak istedim. “Karanlık, hareketin yoğun olduğu, ama ışığın az olduğu bir ortamda olsun” diye bir tarif yaptım ve amatör rock grupları üzerine yaptığım FotogROCK projesi böyle çıktı. O proje kapsamında yüzlerce rock grubunu fotoğrafladım.

Çocuk boksörler projesinde ise sabit bir toplulukla çalışmak istedim. Çocuk boksörlerde, on beş çocuktan oluşan bir grupla çalıştım. Antrenmanlarını, müsabakalarını, yaşadıkları ortamı yansıtmaya çalıştım.

Şimdi yapmak istediğim iki iş var; bunlardan bir tanesi portreler ve altında kişi öykülerine dayalı olacak. Kurgusal formatta portre üzerine öyküler anlatacağım ve bu bir multimedya çalışması olacak. Kendi ses kayıtları da fotoğraflara eşlik edecek. Belki, çok az bir şey de olsa video karıştırırım işin içerisine. İkincisi de, boksörlerde yeni bir projeye başlıyorum; 13 yaşında bir kız çocuğunu ele alıp, bir kişi üzerine yoğunlaşarak öyküyü işleyeceğim.


Söyleşi: Zeynep ŞİŞMAN – T. Deniz ÇAKIR
Fotoğraflar: Abdurrahman ANTAKYALI

Kontrast Sayı 23, Mayıs-Haziran 2011

Bizi paylaşın..

1 Trackbacks & Pingbacks

  1. Old photos are shared linking them to the recent Turkey earthquake - FACTLY

Comments are closed.