1959’da Hilverstum, Hollanda’da doğan Erwin Olaf, 80’lerin başından beri Amsterdam’da yaşamaktadır.
Gazete fotoğrafçılığından stüdyo fotoğrafçılığına geçiş yapan Olaf, uluslararası sanat sahnesinde ilk kez 1988’de “Chessmen” serisi ile Avrupa Genç Fotoğrafçılar Ödülü’nü almıştır.
Rahatsız edici çalışmalarla, sınıf, ırk, cinsellik, inanç, alışkanlık ve zarafeti irdelediği sosyal dışlanmışlık konusuna farkındalığı arttırmayı amaçlamıştır. Başlangıçta siyah-beyaz ve belgesel tarzında çalışmış, daha sonra renkli fotoğrafa ve sayısal düzenlemelere yönelmiştir. Arasında ciddi kontrast bulunan seri çalışmalar yapmıştır.
“Mature” (1999) serisi cilveli, süper model pozu veren yaşlı kadınların altın rengindeki portrelerinden oluşmaktadır. “Fashion Victims” (2000) cinselliğin ve bununla ilintili tasarımcı etiketlerinin tüketimde kullanımına ilişkin bir yorumdur. “Paradise The Club” (2001) karanlık ve barok yeraltı dünyasının palyaçoluk ve çılgınlıklarını yansıtır. “Separation” (2003) steril bir oturma odasındaki, buz gibi soğuk ve içe kapanık bir aile betimlemesidir.
Erwin Olaf, “Hope”, “Grief” ve “Fall” serilerinde bilgisayar müdahalelerini en aza indirgeyerek yeniden klasik görüntüleme yöntemlerine döner. “Dusk” (2009) ve “Dawn” (2010) serileri güzel görünüme rağmen kültürün nasıl baskı haline geldiğini gösterir. Benzer bir değişim de “Hotel” (2010) serisinde görülür. Erwin Olaf, bu seride, 1950’lerin özenle döşenmiş loş otel odalarında melankoliyi irdeler.
Olaf’ın sanat anlayışı, kolay bir belgeselleştirme yerine, söylenmemiş olanı ve gözden kaçanları görselleştirme üzerine kuruludur. En belirgin özelliği ise; sosyal konulara ve tabulara çok stilize ve kurnazca yaklaşmasıdır. İzleyici, sanatçının fotoğraf serilerindeki gizliliği baştan kabul etmek durumundadır; çünkü, jilet keskinliğindeki estetik sezgisi ile Erwin Olaf, kasıtlı olarak serilerindeki temayı gizler. Nihayetinde sıradışı tarzıyla dramatik ve duygusal görüntüler sunmaktan asla kaçınmaz.
Sanat hayatı için önemli bir adım olan film çekmeye 1991 yılında başlar. Filmleri genellikle fotoğraflarıyla paralellik içerisindedir. Olaf’ın mükemmelliyetçi ve kışkırtıcı tarzı reklam dünyası tarafından da benimsendi. Diesel Jeans ve Heineken için dünya çapında yürüttüğü kampanyalar kendisine Cannes Lions Reklamcılık Festivali’nde Gümüş Aslan ödülünü kazandırdı. Diğer pek çok uluslararası sanat ve medya ödülünün yanısıra, 2006 yılında Uluslararası Renk Ödülleri seçiminde Yılın Fotoğrafçısı oldu. 2007 yılında Kunstbeeld Dergisi tarafından Hollanda’da Yılın Sanatçısı seçildi. Yakın bir zamanda da tüm çalışmalarından dolayı Lucie Ödülü’nü aldı.
Gerçek bir fotoğraf dehası olan Erwin Olaf‘ın yedi serisi ve kısa filmlerinden oluşan “Captured Senses” isimli, Ankara’daki ilk sergisinde yer alan “Hope”, “Hope Portraits”, “Rain”, “Grief” ve “Grief Portraits” ilhamını, 50’lerin sonu ile 60’ların başı arasındaki dönemin Amerikasından almıştır. Tanınmış aristokratların beklenmedik ölümlerine yol açan darbeleri bir araya getirdiği minimalist beyaz portrelerden oluşan “Royal Blood”da, masum bir insanı kurbana dönüştüren şeyi sorguluyordu. Sergideki son seri “Paradise Portraits” ise, güzel kadınlarla korkunç palyaçoların ihtişamlı portrelerini gözler önüne seriyor. “Captured Senses” aynı zamanda bu serileri tamamlayan ve fotoğraflarla aynı öykülere sahip kısa filmleri de içeriyor.
Sanatçının 31 Mayıs 2011’de Ankara’da gerçekleşen söyleşisinden benim günceme düşen notlar da aşağıdadır:
1990’da hazırladığı “Blacks” (Siyahlar) serisini film ile üretmiş. Genelde orta format çalışıyor ve kare kadrajları tercih ediyor. Erwin Olaf, oluşturduğu serilerin çoğunun reklam fotoğrafı çekerken aklına düştüğünü söylüyor. Fotoğraflarında 50’leri hissettiren ışığı kullanmayı seviyor. Karanlık odada olmayı tercih eden Olaf, sayısal fotoğraf işleme yazılımları ile de haşır neşir olduğunu belirtiyor. “Blacks” (Siyahlar) serisini gerçekleştirirken her şeyi siyaha boyamış ve siyahtan gelen ışığın cazibesinden heyecan ile bahsetti. “Royal Blood”serisi için fotoğraf üretirken önce modelleri tek tek görüntülemiş; ardından modellerin üzerine yerleştireceği ifadeler için planlar hazırlanmış. Seride gördüğümüz yaraların fotoğrafları ayrıca hazırlanan setlerde çekilip, önceden tasarladığı model fotoğraflarının üzerine, kurguladığı şekilde birleştirilmiş.
“Grief” serisindeki Grace’in portresinde, fotoğraftaki yaşlı kadının sırtını çevirmeyi tercih etmiş. Nedeni ise, kadının yüzünde o kadar yoğun bir kibir varmış ki, sanki hayatı boyunca hiç pişmanlık duymamış!
Kontrast Sayı 25, Eylül-Ekim 2011
T. Deniz ÇAKIR