Sinan KILIÇ | Söyleşi (54. Sayı)

“Kimsesizler Adası” çalışmanızı bize anlatır mısınız?

Türkiye’ye ülkelerindeki savaştan kaçıp gelen ve Avrupa ülkelerine ulaşmak için hayatta kalma yolculuğuna çıkan ancak botlarının batması sonucu hayatını kaybeden mültecilerin cansız bedenleri, ailelerine teslim edilemezse ‘Kimsesizler Adası’ olarak bilinen kimsesizler mezarlığına defnediliyor. Yalnızca geçen yıl yaklaşık bin kişi hayatını kaybederken, bunlardan bir kısmı İzmir’deki Doğançay Mezarlığı’nda isimsiz mezarlarda toprağa verildi. Çok sayıda isimsiz mezardan oluşan ve ‘412 Ada’ olarak geçen alanın bir diğer adı ise “Kimsesizler Adası”. Mezar taşları ve isimleri olmayan mültecilerin kabirlerinin başında, üzerinde numaraların bulunduğu demir ve tahta levhalar bulunuyor. Mülteciler için mezarlıkta ayrıca bir yer bulunmuyor. Kimsesiz Türkiyelilerle sığınmacılar mezarlıkta yan yana yatıyor.

Çalışma konularınıza nasıl hazırlanıyorsunuz? Nelere dikkat ediyorsunuz?

Diğer çalışmalarımdan da anlaşılacağı üzere güncel veya kolektif hafızada yer etmiş toplumsal meselelere odaklanıyorum. Yaşadığım yer ve zamandan azade değilim. Mağduru olmasam da tanığı olduğum onlarca olay yaşanıyor etrafımda. Mülteci ölümleri ya da Kadifekale’deki kentsel dönüşüm. Tüm bunlar yanı başımda yaşanırken arkamı dönüp gitmek yerine belgelemeyi tercih ediyorum.

Göçmenler konusu sıcak ve hassas bir konu. Bazen ana medyada yer alamayacağını düşündüğümüz ciddi meselelerin başka mecralar ve özellikle sanat yoluyla dile gelmesi sizce anlamlı mı?

Elbette anlamlı. Sanatın ifade gücü reddedilemez. Örneğin Ai Weiwei’nin Berlin’in simge binalarından Konzerthaus’u 14 bin kullanılmış can yeleği ile kapladığı çalışması anlatılan bir çok hikayeden daha vurucu olmuştu. Son zamanlarda göç ile ilgili belgesel ve kurmaca filmlerin üretiminde de bir artış var. Fakat son zamanlarda artan bir temsil problemi var. Göç esasında dünya için yeni bir kavram değil ama 2. Dünya Savaşı’ndan sonra böylesi bir göç dalgası ile ilk kez karşılaşılıyor. Bir çok sanatçı da çıkış noktası göç ve mültecilik olan işler üretiyor. Fakat bir süre sonra bu iş neden yapıldı, gerçekten meselenin özüne değiyor mu ya da deneyimin aslı gerçekten bu mu gibi sorunsallar ortaya çıktı. Elbette her sanatçının konuya bakışı başkadır fakat mülteci meselesi neresinden tutulursa tutulsun politik bir meseledir ve bu sebeple bu tartışmalara da açıktır.

Günümüz sanatında adalet, hak arama, itiraz, anlama, anlatma, azınlık hakları, eşitsizlik, önyargılar gibi dünyamızın temel meselelerini görüyoruz. Sanatın bunları konu etmesine ne dersiniz?

Sanatın temel işlevidir bu. Sanatsal üretim başladığından beri hangi an bunları konu almamış bilmiyorum ben. Anlatmak, göstermek, ses çıkarmak…Yaşadığımız coğrafya ve denk geldiğimiz zaman bizi bu konuların sadece şimdiye dair olduğu yanılgısına düşürüyor. Göç örneğin. Belki gündemlerimize Suriye savaşından sonra girdi ama dünyada göçün, hareketin olmadığı bir saniye bile yok. Göç en temelinde bir hareket halidir. Dünya da bu hareket sonucu var. Yani doğal olarak sanat bunları konu edinecek.

Göçmen fotoğrafları da vahşet, felaket, şiddet fotoğrafları gibi diğer fotoğraflardan farklı olarak ahlaki bir sorumluluk içerir mi?

Evet içerir. Bence bütün fotoğraflarda ve fotoğraf üretenlerde konudan bağımsız olarak etik bir kaygı olmalıdır zaten. Sonuçta ortaya çıkan şey, var olanı kendi tarafından yeniden üretmek ve sonsuz erişilebilirliğin olduğu bir dünyaya bırakmak. Daha önce de dediğim gibi mülteci meselesi üzerine o kadar çok şey üretildi ki artık fotoğrafta denizde canını kurtarmaya çalışan insan, insan olmaktan çıkıp bir araca dönüştü. İzin mevzusu apayrı bir konu zaten. Burada aslında fotoğrafı üreten de çoğu zaman mülteciyi insan olarak görmüyor. Fotoğraf malzemesi olarak görüyor.

Bazı fotoğrafların belli bazı olayları ikonlaştırması, temsil etme becerisi, olaylara insani bir yön verme potansiyeli, sivil halk için işlevi, daha fazla demokrasi için kullanılabilecek bir hak arama malzemesi olması, o fotoğrafları çeken kişilerin taşıdığı sorumluluğu arttırır mı?

Taşıdığı sorumluluktan kasıt sonraki üretimlerini de toplumsal duyarlılığı arttıran konularda yapması ise olabilir de olmaya da bilir. Örneğin Aylan Kurdi’nin fotoğrafını çeken foto muhabiri haber takibi sırasında denk gelmiş ve çekmiş. Bundan sonra devamlı aynı içerikte fotoğraflar bekleyemeyiz. Ki zaten bu tip sanat üretimleri bir süre sonra artık tüm dünyaya mal olur ve onu yorumlayanlar ve kullananların elinde şekillenir ve yaşar.

Özensiz fotoğraflar görüntülerin temsil ettiği iddia edilen şiddeti arttırır mı? Vahşet, şiddet, çaresizlik, mahremiyet ihlali ile görüntülerinde aşırılık şiddetin pornografisine yol açar mı?

Evet yol açar fakat bence bundan kurtuluş da yok. Bakmak, izlemek ya da hiç açmadan sayfayı geçmek de bir seçenek. Erişimin sınırsızlığı içerisindeyiz ve şiddetin pornografisini üretenler de bunun farkında.

Aşırı temsil ve aşırı sansür aynı kapıya mı çakar?

Mültecilik kavramını politik bağlamından koparıp, esas olarak sanatsal bir üretimin malzemesine dönüştürmek ve sadece bunun üzerinden bir temsiliyet yaratmak, dolaylı olarak esas meselenin üstünü örter. Sanırım bu da, dünyadaki savaşların arkasındaki egemenlerin sansüre gerek duymamasına bile yol açar.

Kalıplara sıkışmış, stereotipler oluşturan bir belgesel fotoğraf anlatımı yerine nasıl bir anlatma yöntemi ile yaklaşılmalı?

Konuya daha bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşılmalı. Sanatçının öncelikle önyargılarını kırmış olması gerekiyor. Bir olgu salt doğru ya da yanlış olamaz. Amerika’nın sadece ışıklı caddelerden, hamburgerden ve renkli şekerlemelerden ibaret bir cennet olduğu yanılsamasını da, evsizlerin neler yaşadığını, göçmenlerin uğradığı ekonomik ayrımcılığı da filmlerden, fotoğraflardan öğrendik.

Zor şartlar altındaki insanların fotoğraflarının kolayca klişelere dönüşmemesi için ne yapmalı?

Fotoğrafların politik sözü olmalı. Zor şartlardaki insanlar neden zor şartlarda? Savaş olmasa mültecilik olur mu? Peki savaşın tarafları kimler? Mültecilerin gitmeye çalışırken denizde öldükleri ülkelerin de bu savaşın içinde parmağı var mı gibi bağlamlar kurulmalı. Fotoğraflardaki insanlara ah zavallılar diyerek geçilmemesi sağlanmalı.

Çalışmalarınızı daha çok nasıl paylaşmayı tercih ediyorsunuz? Sergileme, foto kitaplar, sosyal medya, birlikte büyük organizasyonlar ya da tek başınıza mı?

Çalışma tarzı olarak kolektif üretimi benimsiyorum. Mahzen Photos adında kurucuları arasında da yer aldığım bir fotoğraf kolektifi var. Ayrıca yine beraber üretimi amaçlayan ve motive eden No 238 adında bir mekan açtık İzmir’de. Gösterim olarak sergileme, sosyal medya ve organizasyonlarda, festivallerde sunum söyleşi kullandığım yöntemler arasında.

Sanatı ve görüşleri nedeni ile de göç etmek zorunda kalan sanatçıların sayısı çok. İlk aklınıza gelenler?

Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya.

Sinan KILIÇ’ın Kontrast Dergi 54. sayıda yayımlanan portfolyosuna buradan ulaşabilirsiniz.

Kontrast Sayı 54, Yaz 2019 / Göçmenlik

Bizi paylaşın..