Birkaç yıldır soruyorum: “Her şey, yaşam biçimleri, hayat algısı, varoluş koşulları, dil, değerlerimiz, değer algılarımız, ortam, üretim, tüketim; bunların ilişkileri- biçimleri, yönetimi, yani aklıma gelen her şey bir nedenle, hızla değişti, değişiyor: belki daha da şiddetlenerek ve algıyı yok edecek denli baş döndürerek. Tepe taklak olduk, öğrendiğimiz, değer verdiğimiz, mücadele ettiğimiz ya da alıştığımız her şeyden sökülüp parçalanıyoruz. Hücrelerimize kadar yeni kodlarla bezendiriliyoruz. Böyle bir dünyada, sanat nasıl aynı kalsın? Kant ve Romantiklerin öncülüğünde, “özerk bir hakikat rejimi” ve evrenselliğin dili olarak ortaya çıkan modern sanat, on beş yıl önceye dek tanımlanan ve öğretilen gibi biriciklik, özgünlük, gerçeklik vb, en önemlisi de toplumsal ve evrensel olma özelliklerini hâlâ barındırabiliyor mu? O hâlâ, eski bildiğimiz mi?
Bu sorulara hemen yanıt bulmak kolay değilse de çağdaş sanat üzerine yazılmış kitap, özgün makale ya da derlemeler artık daha erişilebilir (bkz. e-skop dergi ve bülteni). Bunlardan anlayabildiklerimin çok kaba özeti şöyle:
Şimdi varlığını ve gücünü neoliberalizmden alan, devletlerin değil şirketlerin yönettiği, rejimi kültüralizm olan globalist kuşatma altındayız. Hümanizmle 15. yüzyılda başlayan modernleşme süreci, İspanya’yla sömürgeciliğe, Hollanda’yla kapitalizme, Fransa’yla nasyonalizme (aydınlanma), sonra da Britanya ile de liberalizme doğru evrildi. Sömürgeciliğin dayandırıldığı modernlik, bütün insanlığı ve evreni aynı uygarlık tarihine kurgulayan bir kültür öğretisiydi. Globalizme geçerken, çağdaş kültür modernliğe karşı örgütlendi; onun en önemli çıktıları olan evrensellik, toplumsallık ve tarihselliği parçalayıp dağıttı, çokkültürlülüğü yarattı. Hızla eritilen toplumsallık, toplum ilişkileri/çatışmaları üzerine kurulu tarihi de anlamsız kılıp, sonlandırdı.
Çağdaşlık kültürünün egemenliğindeki bu yeni dünyada, modernliği var eden bellek, semboller, dil ve bilgi bu kültürün yarattığı insan tipinin belleğinde çeşitli yöntemlerle yeniden kodlandı, kodlanıyor: Bellekler artık daha bulanık ve hatta silinmiş. Şimdi yalnızca “şimdi” var. ”Şimdi”de siyaset hızla kültür odaklılaşırken, sınıf savaşlarının yerini kültür savaşları, ekonomi politiğin yerini kültürel politika alır. Doğal olarak kültür toplumdan ve tarihten kopar, sanat da özerkliğini, evrenselliğini, toplumsallığını yitirip kültürelleşir, kültüralizme eklemlenip onun aracına dönüşür.
E-skop dergi ve bülteninde yayınlanan Ali Artun imzalı “Çağdaş Sanat ve Kültüralizm” adlı makaleden seçtiğim bazı alıntılar dönüşümün nasıl gerçekleştiğine işaret ediyor:
“…Sanat bir tür üretime ve finans aracına, yaratıcılık da bir endüstriye dönüştükçe “kültür ekonomisine” dahil oluyorlar. Aslında kültür ekonomikleştikçe, bütün ekonomi kültürelleşiyor. İnsanların ne düşündüğünün, ne hissettiğinin ve nasıl davrandığının yapılandırılmasına yöneliyor; bir semboller ekonomisine evriliyor…
…Piyasanın kültürel hegemonyasını kurabilmesi, hayata işlemesi, önemli ölçüde sanatın seferber edilmesini gerektiriyor. Bunun için de bilgi nasıl enformasyona dönüştürüldüyse, sanat da önce bir iletişim diline, bir ‘anlam makinesi’ne indirgeniyor, ondan sonra da şirketlerin kurumsal kültürüne eklemlenmek üzere yönetim disiplinlerine soğuruluyor…
…Markaların yaratılması da sanat sayesinde başarılıyor. Ayrıca pazarlama, sanatın modern rasyonalite karşısında geliştirdiği birikimden, hayallerden, arzulardan, düşlerden, fantazyalardan, büyülerden, erotizmden, vb. yararlanılarak geliştiriliyor. Bir yandan sanat piyasalaşırken, diğer yandan piyasa sanatsallaştırılıyor. Ne var ki bu, ontolojisi gereği ancak kendi kendini anlamlandıran sanatın dilini bütün tarihsel enigmalarından, ezoterizminden, gizeminden sökerek oluyor. Yani, sonuçta onun rasyonalizm karşısında kurduğu birikimi rasyonelleştirip tüketerek oluyor. İşte bu da sanat yönetiminin sanatı iletişim diline tercüme ederek yeniden anlamlandırması sayesinde başarılıyor. Böylece sanat, kamusal tözünden yalıtılarak özelleştiriliyor…
…Avrupa Kültür Derneği’nin yayınladığı Kültür Sanat Yönetimi Programı’nda ‘Organizasyonel Seviyede Kültür-Sanat Yönetimi’ bölümünde, 1989 sonrası Balkanlar’da, ‘sivil/açık topluma geçiş’ sürecinin kültürel yönetiminde görev almak üzere kurulan Soros Çağdaş Sanat Merkezi (SCCA) zincirini örnek olarak anıyor. Kendini ‘dünyanın en başarılı spekülatörü’ olarak gören bir global finans devinin, ‘sanat yönetiminin’ işletilmesinde de başarılı olması tesadüf olmasa gerek…
…Sanatın ne ölçüde araçsallaştırılabileceği ve sanatçının hangi hizmetlere varıncaya kadar angaje edilebileceği, sanat yönetiminin belletildiği kılavuzlarda gayet açıktır. Birincisi, bu kaynaklarda sanatın ontolojisiyle, tarihiyle, estetikle, eleştirel edebiyatıyla ilgili hiçbir ize rastlanmaz. İkincisi, sanatın eklemlendiği her kültürel operasyon –ya da misyon– Rönesans’tan beri onun adım adım gerçekleştirdiği kazanımlara tamamıyla karşıttır. Üçüncüsü, sanat işletmelerinde sanatçılar yaratıcılıklarıyla değil idarî beceriyle kendilerini gösterirler ve bu işletmelerin bürokratik işleyişi içinde birer artokrata dönüşürler. Artokrasinin dili, sanatın diline yabancıdır. Kesindir, emredicidir, post-ideolojiktir, pragmatiktir, günceldir; sayısal ve şematiktir. Ama sanat artık bu dille anlamlandırılır ve işlevselleştirilir. Sonunda, dijital devrelerin sıfırları ve birleriyle, şirket bilançolarının matematiği (rakamları ve grafikleri) bağlamında sanat yönetimi sanatı tasfiye eder. Sanat artık öykü anlatır, temsilîdir, başka dillere tercüme edilebilir, günceldir. Belki ondan, çağdaş sanat realisttir. Bütün 20. yüzyıl otokrasilerinde olduğu gibi kendi kendini anlamlandıran ‘soyut’ tehdit edicidir. Sanatçıya gelince… Çağdaş jeo-kültür ortamında artık o bir sosyal hizmet uzmanıdır, kültür operatörüdür, etnograftır. Yani resmî bir ‘idarenin’ resmî bir görevlisidir, memurudur…”
Yukarıda okuduklarınızı AFSAD’ın ele alındığı bir dergide niye sorguladığımı sorgulayabilirsiniz. Bana gelen mesajda AFSAD’ın geçmişinden yola çıkarak gelecek örgütlenmesine ışık tutacak öneriler de isteniyordu.
AMAN DİKKAT! Kültüralizm eliyle yeni bir dünya, yeni bir insan tasarlanıp hayata sokuluyorken: AFSAD değişen insan hammaddesi ve araçlaşmış sanat olgusuyla artokrasi ve kültüralizme göre nasıl konumlanacak?
Destekçi mi, itirazcı mı olacak?
Serpil YILDIZ
Kontrast Sayı 32, Kasım-Aralık 2012