Büyük Sanat Eserlerine Bakmaktan Neden Hiç Sıkılmıyoruz?
Bu soruyu kendime sorup duruyorum. Çünkü eskiden, iyi fotoğrafın nasıl ayırt edilebileceğini sorduğumda, buna benzer bir cevap almıştım: “Duvarına astığında bakmaktan sıkılmayacağın fotoğraf, iyidir”. Aynı şekilde, bazı sanat eserleri de bana muhteşem şeyler hissettiriyor; mesela Antonio Canova’nın 18. yüzyıl neoklasik heykeli, Psyche Revived by Cupid’s Kiss (Aşk’ın Öpücüğüyle Canlanan Ruh). Bu beyaz mermer heykelin aslını müzede gördüğümde muhakkak dokunmak istemiştim. Oradan çıkartıp bana ait bir odaya koymak ve tek başıma karşısında oturup, canım istediğinde seyretmek geçmişti içimden. Bazı sanat eserleri içimizde bir yerlere dokunuyor ve orayı hiç bırakmıyorlar.
İkonik sanat eserleri, hayatımızda artık çok sık kullanılmaya başlandı; gündelik eşyaların bir parçası olarak, yeni bir sanat eserine yedirilen yeniden üretimlerde ya da dijital ortam çalışmalarında. Peki ama bazı sanat eserleri dil, kültür ve inanç fark etmeksizin insanlar tarafından, diğerlerinden daha çok sevilebilir ve yeniden üretimde diğer eserlere oranla daha sık kullanılabilir mi? Bir sanat eserinin diğerlerinden daha yoğun bir şekilde gündelik hayatımıza girmesinin sebebi ne? Neden bazı eserleri daha kolay kabul edebiliyor ve unutmuyorken, bazılarını bir daha hiç hatırlamıyoruz?
Katsushika Hokusai, 1830’larda Japonya’da yaşamış büyük bir ressamdı. Edo dönemi olarak anılan o yıllarda Japonya, yaklaşık 300 yıldır, ada dışındaki kültürel ve fiziksel temastan mümkün olduğunca kaçınmakta ve kendi kültürüne sahip çıkmaktaydı. Hokusai, bu içe dönük dönemde, Japonlar için kutsal sayılabilecek Fuji Dağı ile ilgili 36 gravür yaptı. Fuji’nin çeşitli açılardan, farklı ışık altında ve farklı renklerdeki görünümünü içeren bu gravürlerin arasında bir tanesi, 26×38 cm ebadındaki bu ufak resim, çok ama çok ünlü oldu: Kanagawa’nın Büyük Dalgası.
Resimde, geri planda yer alan Fuji Dağı ölümsüzlüğü, derin gücü ve güveni ifade ederken; küçük balıkçı teknelerinde, büyük okyanus dalgalarıyla savaşan 20 balıkçı, zayıflığı, geçiciliği ve ölümü hatırlatıyordu. İyi ile kötünün, güçlü ile zayıfın savaşının, sonsuz ile ölümlünün neredeyse her sanat ve edebiyat eserinde karşımıza çıkmasına aşina değil miyiz? O halde neydi bu resmi bu kadar çok arzulanır (kullanılır) yapan?
Japonya’nın kendini mühürlediği Edo Dönemi, 1868’de emperyalist devletler tarafından delinip sonlandırıldığında, Ukiyo-e (yüzen dünya) olarak adlandırılan o dönemin ressamlarının eserleri de, Gauguin, Manet, Monet, Klimt gibi batılı izlenimci ve sembolist sanatçıların gözlerinin önüne serilmiş oldu. Batılı sanatçılar buna Japonizm adını vermişlerdi. Vincent van Gogh, o dönemde yer alan diğer bir Ukiyo-e ressamı olan Hiroshige’nin ağaç baskılarının neredeyse aynısını yapmaktan çekinmemiş ve bunu doğanın doğru resimlenmesi için bir alıştırma olarak görmüştü. 19. yüzyılın başlarındaki bu hem saf, ama hem de emperyalist tınılar taşıyan resim alıştırmaları, günümüzde ise popüler bir ev dekorasyonu veya hip bir aksesuar olmaktan kurtulamadı.
Büyük Dalga, muhtemelen sanat tarihinde, batılı olmayan ve çok tanınan en ilgi çekici işlerden biri oldu. O kadar ki, sadece popüler ve çağdaş sanatın öznesi olmakla kalmadı, fizik biliminin kullanıldığı incelemelerde de yer aldı. Hokusai’nin büyük dalgasını, Fibonacci’nin Altın Oran’ına yerleştirenler oldu. Hokusai, Fibonacci’den etkilenmiş ve bu dengeli güzelliği mi yaratmıştı; yoksa Büyük Dalga, yalnızca ressamın kendi muhteşem gözlem yeteneği ve uzun çalışmalarının sonucu mu ortaya çıkmıştı, ondan emin olmak mümkün değil.
Ne olursa olsun, okyanuslardaki dalgaların mükemmel kırılımını Hokusai, resminde yine mükemmel bir şekilde yansıtmıştı. Resimdeki dalga boyunun oranları incelendiğinde, olması gereken gerçek yükseklikten biraz daha iri çizilmiş olduğu anlaşılıyordu. Ancak yine de bir sörfçünün hep yakalamak istediği ideal okyanus dalgasının mükemmel kırılımına çok benzer bir el çizimiydi bu.
İnsan yüz ifadelerinin elektronik mesajlaşmada kullanılması anlamına gelen ve ilk kez 1997’de lisanslanan emojiler, en başta etraftaki insanların ruh hallerine ve yüz ifadelerine bakılarak tasarlanmış ve kategorilendirilmişti. Bir sanat eserinin bir emojiye dönüşmesi ise oldukça nadir bulunur bir özellik oldu. Bizim Kanagawa’nın Büyük Dalgası, 2010’da Apple tarafından “büyük dalga, okyanus dalgası, deniz, plaj” gibi çağrışımları ifade etmek üzere onaylandı. Artık, WhatsApp üzerinden konuştuğunuz Avustralya’daki bir arkadaşınıza “oraya geldiğimde sörf yapmak istiyorum” demek isterseniz, sadece Hokusai’nin dalgasının bu simgeleşmiş halini kullanmanız yeterli oluyor.
Günümüzde, yeniden üretime konu olan sanat eserinin hangi çağda yapıldığı ya da nelerden ilham aldığı, artık tamamen önemsiz. Sanat eserleri, kendi bağlamından ve tarihsel döneminden çıkarılıyor ve yeni bir düzlemde, başka bir söylemle tekrar ve tekrar ve tekrar kullanılıyorlar. Fakat sanat izleyiciliğinde, günümüzdeki gerçek ikilem bence şudur: Sanat eserinde kullanılan referansı bilmeyen bir göz, bilen gözün aldığı kadar zevk alır mı? Yeniden yorumlanan eserin sanat tarihindeki yerini ve önemini bilmenin verdiği hazla bakıldığında o iş, cahil gözün gördüğünden daha değerli olmaz mı? İspanyol grafiti sanatçısı Pejac’ın Tokyo sokaklarında yaptığı grafitiye bakalım. Kızın kovasından döktüğü suyun, Hokusai’nin büyük dalgası olduğunu bildiğimiz için bu grafitiden çok daha fazla zevk almıyor muyuz? Bu bilgiye sahip olmasak, ne zevki kalırdı sanat izleyicisi olmanın.
Hokusai, Japonya’nın günümüzde de halen devam ettirilen gelenekselliği ve kültürünün animist inançları çerçevesinde, yaptığı işi çok ama çok ciddiye alan, mükemmele ulaşmak için çalışırken, alçakgönüllü olmayı ve zayıf yanlarını her daim hatırlamayı düstur edinmiş bir sanatçıydı. Kanagawa’nın Büyük Dalgası’nı yaptığında 72 yaşında olan ressam; çabasına ve sanatına dair şunları söylediğinde ise 74 yaşındaydı: “Hayata bakıp çizimler yapma alışkanlığım altı yaşında başlamıştı. 50’li yaşlarımda, makul miktarda sanat eseri üretebilmiştim, fakat 70 yaşımdan önce ürettiklerimin pek azı kayda değer eserlerdi. 73’ümde, kuşların ve çeşitli yaratıkların, böceklerin, balıkların yapılarını ve bitkilerin nasıl büyüdüklerini ancak kavrayabilmiştim. Eğer çalışmaya devam edebilirsem, eminim ki 80 yaşımda onları kesinlikle daha iyi anlayabilirim ve 90 yaşıma geldiğimde de onların hayati doğasına nüfuz edebilirim. 100 yaşımda, umuyorum ki onların ilahi doğalarına erişebilirim ve 110 yaşımda, tuvale boyayla yaptığım her bir dokunuş, her bir nokta, her bir fırça darbesi, artık yaşıyormuşcasına capcanlı olacaktır. Diliyorum ki bu bilgeliğe ve erdeme ulaşabilen insanlar, çok fazla şey ummadığımı görürler .”
Peki Bugün Can Sıkıntımızı Neden Hiçbir Şey Gidermiyor?
Instant (hızlı, ani) fotoğraf paylaşım ve tüketim sitesi Instagram’da, Büyük Dalga’nın bol bol kullanıldığı işler mevcut. Hayatı özümsemenin çok uzun zamanlar alacağını – hatta bir insan ömrüne yetmeyeceğini- düşünen bir sanatçının geçmiş bir zamanda, başka bir ortamda, bambaşka koşullarda ürettiği bir işinin; hızla akıp giden bir mecrada yeniden üretilmesinde ve etki alanı geniş ama çabuk tüketilen bir nesneye dönüştürülmesinde, sanat eserinin büyüklüğü kadar, kaderin cilvesini de aramaktan başka bir şey gelmiyor elden.
Mükemmelliği kendi biricik hayatındaki bir mertebe olarak gören Hokusai, maalesef 89 yaşında yaşamını yitirdi. Ulaşmaya çabaladığı bilgeliğe kavuşamadan hayata veda eden ressamın mükemmellik anlayışı, bugün yaşamış olsa, kendi eserinin ulaştığı izleyici sayısına bakarak değişir miydi acaba? Yeni eserlere verdiği ilhama şaşırır, bunca yıllık tecrübeyle ürettiği bir resmin; bir elbise desenine, duvar kağıdına, tişört baskısına, profil fotoğrafına dönüşmesinden gurur duyar mıydı? Sahip olduğu mükemmellik (günümüzde başarı) algısı, nitelikten niceliğe yol alır mıydı?
Geçmişten günümüze gelmiş ve hala capcanlı yaşamakta olan bu sanat eserinin, bize sordurduğu pek çok soru var. Sanat anlayışımız her gün değişiyor, kültür birikerek ve çoğalarak ilerliyor. Hokusai örneğinden yola çıkarsak, çağdaş sanat eserlerinden hangisinin geleceğe kalacağı, 100 yıl sonra da olsa içimize dokunmaya devam edeceği muallak. Ama en önemli soru şu ki; günümüz sanat eserlerinin, bazen birkaç dakikaya kadar inebilen sanatçı performanslarının, sadece belirli zaman ve mekânla ilişkilendirilebilen enstalasyonların, hızlı tüketilen dijital eserlerin belki de böyle bir amacı hiç yoktur. Ortada Hokusai’nin amacından bambaşka bir amaç olduğu kesin.
Değişen sanat algısı ve sanatın amacı hakkında bizi düşünmeye davet eden çağdaş sanatın güzelliği ve farklılığı da burada işte…