Her seferinde güçlü bir görselle izleyiciyi vurmak için, sıkı bir seçki yapmaya çalışmak insanı yoldan çıkartıp hikâyenin gücüne zararlı bir etkide bulunabilir. Bazen izleyiciye az bir boşluk bırakmak daha iyidir.
Bugünlerde Birleşik Krallık’ta “fotoğraf editörlüğü” terimi, fotoğraf araştırmacısından prodüktöre veya sanat direktörüne varana kadar herhangi bir anlama gelebilmektedir. Ancak benim için bunlardan farklıdır.
Bir fotoğraf editörü tabi ki pek çok rolü yerine getirmek zorundadır fakat bunlardan en önemlisi fotoğrafçının en büyük destekçisi olma rolüdür. İyi bir editör, fotoğrafçının kendisini dinleyeceğine, şikâyetlerini veya kaygılarını anlayacağına, kendisine rehberlik etmek için orada olacağına güvenebileceği ve bazen fotoğrafçıya nerede hata yaptığını söyleyecek kişidir. Fotoğraf editörü, çoğu zaman sanatçılar ve onların müşterileri arasında bir kanal görevi görmelidir; onlar çalışmaların oluşturulması esnasında oluşan artistik duyarlılığı ve kişisel bütünlüğü anlayan ve sanki kendilerininmişçesine bunları koruyacak olan, ancak aynı zamanda müşteri/sanat direktörüne kendilerinin anlayabileceği bir şekilde tercüme edecek kişidir. Reportage by Getty Images’deki “Kıdemli Fotoğraf Editörü” pozisyonumda benim işim, fotoğrafçıları ihtiyaç duyabilecekleri herhangi bir şekilde desteklemektir.
Bu destek fotoğraflar çekilmeden bir tema konsepti oluşturmaktan, çekim tamamlandıktan sonra görseller arasında uyumlu bir hikâyenin küratörlüğünü yapmak için yardım etmeye varan bir yelpazede yer alır.
Bir fotoğrafçı ve bir editör arasındaki en iyi ilişki, her iki tarafın da birbirlerine tamamen güvendiği en yakın kurulmuş ilişkidir. Bu genelde sadece “mekanik” olmaktan çıkıp, en iyi işlerin ortaya çıkmasını sağlayan samimi bir ilişkidir.
Fotoğraf işlemenin, benim deyimimle, “mekanik” kısmının editörden editöre değişim gösterdiğini düşünmekteyim. Her bir kişi kendine özgü bir iş yapışa ve kendilerine özgü en iyi düzenleme yöntemine sahiptir. Masama yeni bir haber konusu geldiğinde, neye benzeyeceği veya nasıl ele alınması gerektiğine dair herhangi bir önyargıya sahip olmamaya çalışırım. Çoğu zaman son seçimimi tamamlamadan destekleyici metni dâhi okumam. Bu yaklaşımın fotojurnalizm ve genel olarak fotoğraf hakkındaki temel inançlarıma dayandığına inanıyorum; görseller daha fazla açıklamaya ihtiyaç duymadan hikâyeyi aktarabilmelidir. Anlamı aktarmaya çalışan bir yazarın, kitabın sayfa kenarlarına küçük çizimler yapmasını beklemeyiz, öyleyse neden aynı düzeyde bir zanaatçılığı bir fotoğrafçıdan bekleyelim? İzleyiciye senaryoyu takip edebilmesi için ihtiyaç duyacağı her şeyi sunmak görsel sanatçının işidir.
Hangi görselin seçilip hangisinin seçilmemesi konusunda bir kural yoktur. Seçimler çekilmiş setin kalitesine, hedeflenen düzenlemenin boyutuna ve arasından seçilecek görsellerin çeşitliliğine bağlıdır. İdeal olarak iki hedef bulunur: anlamlı ve kısa bir hikâye ile fotoğraf seçkisi içerisinde iyi bir ritim. Bu iki hedeften ikincisi insanların en çok zorlandığı konudur. Her seferinde güçlü bir görselle izleyiciyi vurmak için, sıkı bir seçki yapmaya çalışmak insanı yoldan çıkartıp hikâyenin gücüne zararlı bir etkide bulunabilir. Bazen izleyiciye az bir boşluk bırakmak daha iyidir. Mesela her beş karede bir geniş açılı veya daha soyut bir fotoğraf yerleştirmek izleyiciye bir önceki fotoğrafı hazmedebilmesi için yardımcı olabilir. Fotoğraf seçkisi yapan birinin nasıl “fotoğraf okuyacağı” konusunda bir kural vardır diyemem. İnsanların her kareyi daha geniş bir hikâye bütünlüğü bağlamında veya konusunda değerlendirirken ele almaları gerektiğine inanıyorum.
Çoğunlukla fotojurnalizm editörü olarak, estetik anlayışım dışında, sahip olduğum en kullanışlı şey dünya tarihi, politika ve coğrafyanın birbirleriyle olan etkileşimleri hakkında son derece sağlam bir bilgiye sahip olmamdır.
Bu bilgi olmadan masama gelen herhangi bir konuyu anlamak büyük bir problem olurdu. Dünyada çalışmaları konusundaki fikirlerime güvenen fotoğrafçılar olduğu için kendimi çok ayrıcalıklı hissediyorum ve hal böyleyken hikâyenin daha geniş bir bağlama nasıl uyduğunu, hikâyenin neden önemli olduğunu ve konuyu anlamaya ne gibi bir katkıda bulunduğunu anlamak benim görevim olmaktadır. Bunlar aynı zamanda bir projenin çekimlerine başlamadan benim fotoğrafçılarla görüştüğüm konulardır. Bir çekimi ilginç kılabilmek için, konu içindeki yerini tam olarak bilmenin önemli olduğunu düşünmekteyim.
Bir foto-röportaj üzerinde çalışırken veya metni desteklemek için fotoğraf seçerken fotoğraf editörünün rolü tıpkı bir mücevhercinin mücevhere veya bahçıvanın bahçeye olan rolü gibidir. Güzellik veya işlevsellik zaten bulunmalıdır ancak bazen nazikçe yönlendirmek ve ilgilenmek gerekir. Editör, fotoğrafçının üzerinde zaman, enerji ve duygularını harcadığı çalışmayı almak ve nazikçe çalışmanın özünü yitirmeden konu ile ilgili hiçbir şey bilmeyen birinin de anlayabileceği bir hale getirmek için oradadır.
Etik sorusu tüm belgesel ve fotojurnalizm konularını çevreleyenden farklı değildir. Fotoğraf düzenlemesinin etiğini ortaya koyan veya garantileyen bir belge bulunmamaktadır. Bu, daha ziyade kişiye bilgi ve deneyim yoluyla geçer; ayrıca söylemeliyim ki neyin doğru neyin yanlış olduğu oldukça net bir şekilde ortada olmalıdır.
Belgesel etiğini tartışırken bunu felsefe ve teknik olarak iki konuya bölmek belki de en kolayı olmaktadır.
Fotojurnalizmi sarmalayan felsefi konular son derece karmaşık ve bazı zamanlarda özneldir. Kendi görüşümden daha ileri bulduğum, entelektüel açıdan daha birikimli, zeki kişiler tarafından blog, gazete, ders ve tezlerinde yazılmış ve söylenmiş binlerce kelime vardır. Bir görselle ilintili bir bireyin güvenirliğine dair duyulan kaygı sebebiyle fotoğrafları basmama kararının ötesinde, bir haberin etik olup olmadığına karar vermek için her zaman kendi insanlığıma ve ahlaki pusulama güvenmişimdir.
Ben fotojurnalizm alanında deneyimliyim ve benzer şekilde, etikle ilgili teknik sorular, özellikle yakın zamanda post-prodüksiyon ve ne kadarının uygun olduğu üzerine odaklanmış durumdayım. Kişinin, bir görselin manipülasyonu üzerine çalışırken kendi kendisine sorması gereken soru şudur: temsil ettiği anlatımdan uzaklaştı mı? Temel kural olarak, renk ve renk aralıklarını dengelemenin ötesindeki bir görsele yapılmış herhangi bir manipülasyonu bir belgesel fotoğrafı için uygun bulmam. Objelerin veya kişilerin çıkartılması veya eklenmesi bana göre kesinlikle etik dışı. Ayrıca bir fotoğrafın asla kırpılmaması gerektiğini düşünüyorum, eğer buna çok ihtiyaç duyuluyorsa (burada çok diktatörce davranacağım) zaten çekilirken doğru kadrajlanmamış demektir.
Ancak kazalar gerçekleşebiliyor, haliyle bir miktar kırpmak problem olmaz, ancak fotoğrafın veya anlatımın manasını değiştirecek düzeyde olmamalı. Örneğin benim en nefret ettiğim şey eğik ufuktur.
Bunlara katlanamıyorum. Biz yaşamı “yampirik bakış” ile görmüyoruz, öyleyse neden her şeyi 10º eğik gösteren bir görsel oluşturalım. Bazı durumlarda eğik çekilmiş bir fotoğraf aldığımda içgüdüsel olarak orijinal kadraj oranına çevirip kırpmak istiyorum, ancak asla anlatım bütünlüğüne vs. zarar verecek düzeyde değil; savaşın sıcağında çekildiği izlenimini izleyiciye veriyorsa veya kırpmak önemli birini hikâyeden çıkartacaksa değil.
Tabi ki fotoğraf editörü olarak yapılan çalışmalardan hiçbiri fotojurnalistin hikâye anlatımındaki tutkusu ve bütünlüğü olmadan mümkün olmamaktadır. Çoğu zaman saygı duyduğumuz hikâyeleri gidip bulan kişiler onlardır. Çok az insan 1994 yılındaki sivil savaştan etkilenen Rwandalı kadınların hikâyelerini anlatmada Jomnathan Torgovnik kadar adanmışlık ve fedakârlık göstermiştir. Rwanda Vakfı (Foundation Rwanda)* için (hem fotoğrafçılık hem de diğer alanlarda) yaptığı çalışmalar beni etkilemeye devam etmektedir. Bu feci savaş süresince, içlerine korku tohumları eken çok geniş düzeyde cinsel saldırılara her yaştan kadın maruz kalmıştır.
Newsweek (2006) için Rwanda’da görevdeyken Jonahtan soykırım esnasında tecavüze uğramış ve bunun sonucunda çocuğu olmuş ve HIV/AIDS bulaştırılmış bir felaketzede olan Margaret’in ifadesine tanık olmuştur. Yılın ilerleyen vakitlerinde Jonathan, “Hedeflenen Sonuçlar (Intended Consequences)” isimli kişisel projede çalışmak için kendi isteğiyle Rwanda’ya geri dönme kararı almıştır. Kendisini, tecavüz ve işkence kampanyalarının sonucunda doğan çocuklar ve kadınlara yardım etmeye vakfetmiştir. Amacı bu ailelerin ihtiyaçlarını belirlemek ve delicesine ihtiyaç duydukları fon ve desteği onlara sağlamak olan Rwanda Vakfı’nın kurulmasında yer almaktır.
Bu gazeteciliğin hala nasıl geçerli olduğuna dair, dünya ve insanlık anlayışımızda bir fark yaratabilecek direkt bir örnektir. Bunu göz ardı etmeyi imkânsız buluyorum.
Bu benim hala neden belgesel fotoğrafçılığını ve bunda benim fotoğraf editörü olarak rolümü büyüleyici bulduğumu örneklendiriyor diye düşünüyorum. Her ne kadar gördüğüm pek çok görsel, zor ve duygusal olarak sarsıcı olsa da bunun anlayışımızı daha genişlettiğini ve genellikle doğruya dönüştürülebilecek yanlışlar konusunda bizleri uyardığını biliyorum. İçten bir şekilde inanıyorum ki dünyadaki bu kadar yanlışa rağmen, insanlar aslında iyiler ve tek istedikleri özgür bir şekilde var olabilmek. Ailelerini, sevdiklerini güvende ve sağlıklı tutabilmektir. Bu yaklaşım çok azının açgözlülüğü ve öfkesi tarafından ayartılmaktadır ve seslerini kaybedenleri fark edip onlar için başkaldırmak ise bize kalmıştır. Bu kişi bir fotoğrafçı, bir fotoğraf editörü, bir sivil toplum kuruluşu veya bir asker olsun fark etmez, hepsinden ötesi insanlıkla uğraşıyoruz ve bunu asla gözden kaçırmamalıyız.
*Foundation Rwanda web sitesi: http://www.foundationrwanda.org
Çeviri: Mona Dinpajouh
Kontrast Sayı 44, Kasım-Aralık 2014
Patrick LLEWELLYN
Kıdemli Fotoğraf Editörü
Reportage by Getty Images
[email protected]