Disciplinarum Libri X
Romalı bilgin ve yazar Marcus Terentius Varro M.Ö. 1. yüzyılda Disciplinarum libri IX adlı eserini yazarken, bu eserin 21. yüzyılda bir fotoğraf dergisinin dosya konusunda gündeme geleceğini düşünmemişti muhtemelen. Eser bugün kaybolmuş olduğu için Varro’nun disiplinlerarası bir disiplin olarak fotoğrafı tanımlayıp tanımlamadığını bilemiyoruz. Fakat bilgiyi yani bütünü parçalara ve kategorilere ayırarak disiplinlerin oluşumunun temellerini atmış ve böylece parçalarda (disiplinlerde) gözkamaştırıcı bir uzmanlaşma sürecini başlatmıştır.
Dosya konumuzda oluşturmaya çalıştığımız Disciplinarum libri X’un amacı ise, Varro’nun bilgiyi parçalara ayırmasıyla başlayan sürecin ardından, diğer disiplinler içerisinde fotoğrafın bir disiplin olarak kendini tanımlamasını ve gelişim süreci içerisinde disiplinlerarası bir disiplin olarak fotoğrafı incelemektir.
M.Ö. 1. yüzyılda başlayan bilgideki uzmanlaşma ve alanların sınırlarını belirleme, yani kutuplaşma süreci, modernizm ile birlikte en yetkin hâline ulaşmıştır. Disiplinler yeni bilgileri keşfetmenin ve yeni anlayışları üretmenin temel mekanizması olarak görevlerini başarıyla yerine getirmişlerdir. Fakat, disipliner çalışmaların aşırı uzmanlaşma, genişlik karşısında derinlik tercihi, bilgiyi parçalayarak bölümlere ayırması ve bilgiyi bütünleştirememesi gibi güçlü ve zayıf yönleri bulunan alanlar olması nedeniyle, karmaşık sorunların bazı yönlerinin ele alınıp çözüme kavuşturulmasında zaman zaman büyük çaplı kesin çözüme ulaşmakta yetersiz kaldığı durumlar yaşanmıştır. Bu durum, disiplinlerarası çalışmaların temelini oluşturan, birçok bilgi türünü biraraya getirip sentezlenmeye götüren ve bütünleşik bir yaklaşımı gerektirmiştir. Biyokimya, mikrobiyoloji, kimya mühendisliği, iktisat, sosyoloji –ve de- fotoğraf, ortak ilgi alanlarına sahip disiplinlerin sınırlarının kesiştiği düzlemlerde, disiplinlerarası bir evrim geçirerek doğmuş disiplinlerdir. Necdet Teymur’un deyimiyle “disiplinlerasılık bir ‘meyve salatası’, yani zaten var olan değişik meyvelerden alınmış parçaların bir araya getirildiği ve üzerine birazcık krema konularak oluşturulmuş yapay bir nesne değildir. Disiplinlerarasılık, yeni ‘meyve’ler düşünmeyi gerektiren bir düşünce tarzıdır.” (Teymur 1998: 274).
Fotoğraf makinesinin mekanizması kaynaklarını fizik, kimya ve optikten, yani bilimden alır. Oluşumu itibariyle teknolojik bir üretim biçimidir. Fotoğrafik görüntü ise, resim ve baskı teknikleri gibi iki boyutlu yüzey üzerinde görüntü oluşturma tarzıdır. Fotoğraf, bilimin ve sanatın bir alt disiplini olarak değil, disiplinler arası bir yol izleyerek konumunu belirlemiş ve özerk bir disiplin, bir sanat disiplini ve disiplinlerarası bir medium olarak günümüz kültür, bilim ve sanat ortamındaki yerini almıştır. Bu noktaya ulaşılan yolda bütünün parçalara ayrılmasında Varro’yu, özellikle Immanuel Kant ve Bacon olmak üzere tüm Aydınlanma felsefesi savunucularını ve de yaşamın bir bütün olarak algılanmamasından kaynaklanan problemlerin söz konusu olmaya başladığı anda da Aydınlanmacı Pozitivizme karşı ilk başkaldırıyı yaparak “insan” ve “varoluş” kavramlarına öncelik kazandıran gelişmenin başlamasında Nietzche’yi saygıyla anıyoruz.
Inventas Vitam Iuvat Excoluisse Per Artes, Virgil (Buluşlar, sanat yoluyla güzelleştirilen hayatı genişletir.)
Virgil’e teşekkürler. Adeta fotoğrafı tarif etmiş.
Fotoğraf, bir grup çok yetenekli olmayan sanat meraklısının daha az yetenek ve daha az zaman gerektiren bir sanatsal üretim biçimi bulma çabasının bir ürünü olarak gelişimini sürdürmemiştir. M.Ö. 330’da Aristo’nun Problemata’da Karanlık Kutu’dan ilk kez bahsetmesinin ardından Aristo’dan İbnü’l Heysem’e, Mao Ti’den Leonardo Da Vinci’ye kadar Yunanlı, Çinli, Avrupalı ve Arap bilim adamları, sanatçılar ve filozoflar yüzyıllar boyunca görüntünün iki boyutlu yüzey üzerine düşürülmesi ve sabitlenmesi üzerine çalışmışlardır.
Bu çalışmalar, Rönesans’ın yenilikçi ve yaratıcı gücü ve ardından Sanayi Devrimi’nin getirdiği modernleşme süreci ile oluşan yeni toplum düzeni, bilimler ve disiplinler dünyasındaki yeni düzenlemelerin etkisi birleşerek fotoğrafı insanlığın hizmetine sunmuştur. Bilim adamları ve sanatçılar, yaptıkları çalışmalar ile sadece karanlık kutuyu geliştirme girişimleriyle kısıtlı kalmamış, erken yıllardan itibaren onu bir araç olarak da kullanmışlardır.
Fotoğraf makinesi varlığını bilime borçlu; aynı zamanda varlığı ile bilime hizmet eden teknolojik bir üretim biçimidir. Mehmet Bayhan’ın üzerinde durduğu gibi, yılların her eylemi fotoğrafla iç içedir. İnsan, bedeninin beş duyu ile algılama olanaklarıyla sınırlıdır ve sezgiler de yeterli olmayabilir. Bilimsel ve teknik çalışmalar, gerçeklerin büyük bir duyarlılıkla saptanmasını gerektirir. Bu gereksinmeyi karşılayacak bir malzemedir fotoğraf makinesi. Atomik patlamalar veya çok hızlı hareket eden makine parçaları, saniyede 20 milyon karelik hızlarla çalışan makinelerle fotoğraflanabilir. Tıpta kılcal damarların içine kadar bakılabilir. Adli tıp ve polis fotoğrafı birçok olayın belgelenmesini sağlar ve aydınlatılmasına yardımcı olur. Uydu fotoğrafları ile arkeolojik sit alanları saptanır ve incelenir. Doğanın, bitkilerin, hayvanların gözlemlenmesinden spor ve şehirciliğe kadar her konuda özel fotografik teknikler kullanılarak sonuca varılabilir.
Günümüzde ise, bilim ve teknoloji sayesinde gelişen yeni imaj teknolojileri ile fotoğraf, gerçekliği kaydetme sorumluluğunu ve sınırlarını aşmakta, fotoğrafta imaj ve gerçeklik kavramlarına yeni bir boyut getirmektedir. Fotoğrafı tanık olma ve temsil etme görevlerinden kurtaran yeni teknolojiler, yeni kavramsal ve kuramsal çerçeveler, yeni bir görme kültürü, yeni bir imaj devrimi, gerçekliğin yeni boyutlarını ve bilgi modellerini gündeme getirmektedir.
Bonum Commune Communitatis (Toplumun Ortak Çıkarı)
Daguerrotype ile sabitlenen görüntü, vakit kaybetmeden insanlığın hizmetine girmiştir. Nesnel gerçekliği yansıtması\daha doğrusu nesnel gerçekliğin görgü tanığı olması, belge özelliğini vermiştir fotoğrafa. Levend Kılıç’ın fotoğrafın belge özelliğine dair şu cümleleri önemlidir: “Herhangi bir şeyin fotoğrafı, o şey açısından fotoğrafın çekildiği mekan, durum ve ânla ilgili bir belgedir. Belgeyi oluşturan fotoğrafı çekilen şey, içerisinde bulunduğu mekan ve çevresindeki diğer nesneler gibi birçok bilgiyi de içerir. Yani fotoğrafı çekilen şey belge niteliği kazandığında, o fotoğrafın içindeki her bir detay da kendi başına bilgi niteliği kazanır. Bu nedenle, bir şeyin fotoğrafı çekildiği zaman, o şey fotoğraf yoluyla belgelenmiş olur ve bu belge sayısız bilgiyi içerir. Fotoğraf resmettiği şeyin ifade ettiği anlamlar dışında resmettiği şeyle ilgili bilgilerin bir parçasıdır.” Toplumsal bilinç uyandırma ve bilgi aracı olma gibi önemli alanlar, fotoğrafa ciddi sorumluluklar getirir ve onu toplumun incelenmesi ve toplumsal değişme gibi alanların içine sokar. Bu noktada, doğum tarihleri ve gelişimleri aşağı yukarı aynı tarihler olan sosyoloji ve sosyal bilimlerin diğer disiplinlerini (tarih, felsefe, psikoloji, antropoloji, hukuk, ekonomi, coğrafya, arkeoloji ve elbette sanat tarihi) fotoğrafla vazgeçilmez bağları olan alanlar olarak ele almak gerekir.
Gerek fotoğrafçılar, gerek sosyologlar toplulukları betimlemişler; göç, yoksulluk, ırk, toplumsal huzursuzluk gibi çağdaş toplumsal sorunlarla ilgilenmişler, meslekler ve bu işlerle bağlantılı kurumlar üzerine çalışmışlardır. Fotoğrafçılar da en az sosyologlar ya da kültür yorumcuları kadar, yeni toplumsal sınıfların yükselişlerine ya da toplumda unutulan gruplara dikkat çekme konusunda hassastırlar. Merter Oral fotoğrafçıları “eli fotoğraf makineli sosyologlar” olarak tanımlar. Amerika’daki çocuk işçi ve göçmenleri belgeleyen ve sorunlara dikkat çeken fotoğrafçı ve sosyolog Lewis Hine gibi.
Günümüzde fotoğraf, sosyal bilimler içerisinde artarak önem kazanmaktadır. Gamze Toksoy bu konuda şunları söylüyor:
“Fotoğrafın sosyal bilimler içerisinde önem kazandığı tespitine katılıyorum. Ancak aslında bu bilgi, fotoğrafın sosyal bilimler içerisinde önem kazanmasından çok daha geniş bir tartışma düzlemine işaret eder. O da sosyal bilimlerde disiplinlerarası yaklaşımlardır. Özellikle 90’lardan sonra sadece fotoğrafik görüntüler değil, görsel alana konu olan bir çok farklı görüntü üretme biçimlerinin sosyal bilimlerin araştırma ve uygulama konuları arasında yoğun olarak yer almaya başlamasında, sosyal bilimlerin klasik bilimsel argümanlarına yöneltilen eleştirilerin belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Farklı kanatlardan beslenen eleştiriler, sosyal bilimlerin kurumlardaki yerleşik yapılarıyla ürettikleri bilginin günümüz dünyasını açıklamaya yetmediği, disiplinlere ayrışık bakışın sınıflandırıcı, kategorize edici, anlamaktan ve yorumdan uzak yaklaşımlar doğurduğu; oysa modern dünyanın değişen hızında yeni dinamikleri de değerlendirebilecek ve gündelik yaşamın bilgisiyle yoğrulabilecek teorik ve metodolojik yaklaşımlara ihtiyacımız olduğu düşüncelerinde birleşmektedir. Bu yüzden, sosyal bilimlerin günümüz dünyasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte bilgi üretimi için kendi dar sınırlarını aşması ve farklı disiplinlerle, yalnızca o disiplinlerin bilgilerini alacak şekilde değil, çoğul bakışların biraradalığını zorlayan, çoğul bilgi üretimini hedefleyen yerden kapılarını aşması gerekmektedir. İşte gündelik yaşamımızda önemli yeri olan fotografik görüntüler; gittikçe karmaşıklaşan üretim ve dolaşım biçimleriyle, düşüncelerimizi, arzularımızı, eylemliliklerimizi yönlendiren uyaranlar, araçlar olarak topluma dair önemli izler taşırlar ve modern toplumları anlama çabasında sosyal bilimlere farklı olanaklar yaratmaktadırlar.”
Yaşamı belgeleyen, toplumsal dinamikleri etkileyen bir unsur olması, fotoğrafın sanatla olan ilişkisini de güçlendirmektedir. İnsanın bireysel dünyasının sanat eserinin oluşumundaki önemi kadar, toplumsal yaşamın yapısı ve toplumsal koşullar da sanatı etkilemiş, dönemin sanat anlayışını oluşturmuştur. Toplum ve insanla iç içe olan fotoğraf, sahip olduğu düşünsel ve estetik yapısı nedeniyle bir belge, kanıt ve iletişim aracı olmasının yanı sıra sanatsal bir ifade aracıdır.
Ars Artis Gratia (Sanat sanat içindir)
Neyseki konumuzun odak noktası “ars artis gratia” değil.
Aydınlanma Çağı ve modernleşme sürecinin 19. yüzyılda, kültüre ve sanata yüklediği “Burada, Şimdi, Hemen” ilkesi sayesinde önem kazanan görsel izlenim, insana bağlı değerlerin yeniden yorumlanması ve insanın kendisine olan güvenin artmasını sağlayan “hümanistik psikoloji” kuramı ile birleşmiştir. Bu kuramın yaratıcılığı destekleyen özü, 19. yüzyılın “her şeyin, ama her şeyin sanat konusu olabileceğini” vurgulaması gibi etkenlerin yanı sıra “bilgi”ye verilen önem, bilimsel bilgi ile sanatsal bilginin birlikteliği, fotoğrafın sanatla ilişkisini henüz erken yıllarda bir araya getirmiştir. Diğer taraftan fotoğrafla eş zamanlı olarak ortaya çıkan, ilkeleri, çoğulculuğa ve eşitliğe dayanan sosyoloji, fotoğrafın görsel bir sanat dalı olarak kabulüne zemin hazırlamıştır.
Necdet Teymur’un söylediği gibi: “Bilgilerin türlerini bir yandan onların bağlamları, nesneleri ve nesnelerinin tanımı, diğer yandan da üretilme, yeniden üretilme ve kullanılma biçimleri belirler.” (Teymur 1998: 270) Sanat, kullandığı farklı ifade araçları, malzeme ve tekniklerden dolayı resim, heykel, mimari, seramik ve fotoğraf gibi farklı disiplinlere ayrılmış ve eserin üretiminde kullanılan malzemenin niteliği doğrultusunda her disiplinin dili ve kuramı oluşmuştur. Fotoğraf, günümüzde görsel veya plastik sanatlar olarak tanımlanan grupta yer almaktadır.
Disiplinlerin oluşmasında iki tür çıktı vardır ve bu çıktılar aynı zamanda kendi disiplinlerini oluştururlar. Bunların birincisi disipliner “değerler”, ikincisi ise “diğerler”dir. Disipliner değerler, bazı nesneleri öne çıkararak onlara değer atfeder, diğer yandan da onların bazılarını bilgisel nesneye dönüştürerek onlara değer verir; kavramsallaştırır ve disipliner nesne hâline getirir.
Disiplinler, bir de dışta bıraktıkları diğer nesnelerle “diğer”ler yaratırlar. Bunlar, kesinlikle disiplinlerine almaya layık görmedikleri ve diğer disiplinlerin değer verip almış oldukları, yani diğer disiplinlerin nesneleri olan “diğer”ler. Disiplinler kendi değerlerini ve diğerlerini tanımlarken, diğerlerinin değerlerini ve diğerlerini de yaratmış olurlar. Bu süreçler disiplin kavramlarını oluştururlar (Teymur 1998: 271). Bu bağlamda; bir sanat disiplini olarak ele alındığında fotoğraf, tarih sahnesine çıktığı ilk yıllarından itibaren, iki boyutlu yüzey üzerine resmetme biçimi olması ve kullandığı ortak kavramlar nedeniyle resimle yıllar sürecek ilişkisine; yani diğerlerini ve değerlerini belirleme sürecine başlamıştır. Diğer taraftan, “disiplinlerarasılık” dediğimiz kavram birbirleriyle yer yer örtüşen, çakışan, çelişen bir diğerler alanıdır (Teymur 1998: 272). Bu noktada fotoğrafın, resmin yanısıra diğer sanat dalları ile arasındaki “diğer”lerini ve “değer”lerini belirleyerek kendini bir disiplin olarak tanımlamış ve resmin yanısıra, tüm görsel, işitsel ve edebi disiplinlerle ilişki ve üretim hâlinde olarak disiplinlerarası bir sanat disiplini olarak varlığını ortaya koymuş olduğu görülür.
Fotoğraf ve resim ilişkisi, önceleri çekişme şeklinde olmuş; fotoğrafın resmin karşısındaki duruşu bir tehdit olarak algılanmıştır. Zaman ilerledikçe, fotoğrafın gerçekliğin tanığı olma yükünü omuzlarına almasıyla resim özgürlüğünü kazanmıştır. Sontag’ın belirttiği gibi “Resim ve fotoğraf, barıştırılabilmeleri için uygun bir toprak paylaşımına gitmeleri gereken ve potansiyel olarak rekabetçi olan görüntü üretme ve çoğaltma sistemleri değildir. Fotoğraf başka bir düzeyde bir girişimdir.”
Fotoğrafın sanatsal bir üretim biçimi olduğunu düşünen erken dönem fotoğrafçılarından bazıları, konunun önemini kaybettiği, estetik endişelerin ön plana çıktığı resme öykünen “resimselcilik” üslubu ile nesnel gerçekliğin tanığı olmak zorunda olmaksızın, resim gibi özerk bir sanat dalı olduğunu ikna etme çabalarına girişmişlerdir. Alfred Stieglitz’in resimselcilik ile başlayan, fakat Paul Strand’ın fotoğrafı resmin etkisinden kurtarıp kendine özgü estetiği olduğunu kabul eden anlayışının etkisiyle doğrudan fotoğrafa uzanan çalışmaları, fotoğrafın bir anlatım aracı olarak kendi dinamiklerini de belirlemeye başladığının bir göstergesidir.
Dönemin toplumsal yaşamı, ekonomisi, bilim ve tekniklerdeki değişim ve gelişmelerin sanat anlayışını etkilemesi sonucu, sanatta yeni akım ve anlayışlar oluşmuştur. Her bir sanat disiplini kendi dili çerçevesinde bu akım ve anlayışları değerlendirip uygulamıştır. 19. yüzyılın sonlarında, özellikle izlenimcilik ile birlikte özgürlüğünü kazanan resim, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren modern sanat akımlarının yardımıyla yeni üretim süreçlerine girmiştir. Dinamizm, Kübizm, Fütürizm, Dadaizm ve Sürrealizm gibi sanat akımları, fotoğraf alanında da etkisini göstermiştir. Bu dönemde gelişen fotoğrafa müdahale teknikleri geleneksel görüntülerin değiştirilmesinde etkili olmuştur. Fotoğrafta müdahale, fotoğrafı resme benzetmek değil, soyut veya yarı soyut yeni fotoğraflar üretmeye yönelik yeni bir kaynak artık. Yeni teknikler sayesinde fotoğrafçılar, resimdeki gerçekliği tamamen bir kenara atarak netsizlik, hareketli görüntüler, çoklu pozlama gibi teknolojinin sağladığı olanakları yaratıcı bir biçimde kullanmışlardır.
Modernizmin fotoğrafa en büyük katkılarından biri Bauhaus Okulu ve Heykel Sanatçısı Moholy-Nagy’dir. Fotoğraf yapısı itibariyle, Bauhaus’un sanat ve endüstriyi birleştirme felsefesi ile büyük yakınlık içerisinde olmuştur. Bu yıllarda fotoğrafçılık “tasarım sentezi”nin en önemli unsurlarından biridir. Tasarım sentezi, kullanılacak malzeme ile doğrudan deneyimde bulunarak, görsel problemlerin çözümünü öğrenmek ve malzemeyle doğrudan, deneysel bir ilişki kurma sonunda ortaya çıkacak yapıtlardan kuramlar geliştirmektir. Moholy-Nagy fotoğrafçılığı, araştırılması gereken, kendine özgü biçimsel sorunları olan demokrat ve katılımcı bir toplum sanatı olma potansiyelini içeren bir iletişim ortamı olarak görmüştür. Bauhaus, öğretisi çerçevesinde, farklı ortamların ve farklı malzemelerin birlikte kullanılmasına ağırlık veren, teknolojinin yeni buluşları karşısında, onları deneysel biçimlerde kullanmaya hazırlıklı biçim ve içerikte konuya kuramsal yaklaşabilen sanatçılar yetiştirmiştir. Moholy-Nagy’nin fotoğrafa en büyük katkısı, ilk kez fotoğrafçılığı kendi başına ayrı bir akademik disiplin olarak koruyabilmesi ve diğer sanat dallarınca ezilmeden gelişimini tamamlayabilmesini sağlamak olmuştur. Geleneksel sosyal değerler ve estetik akımları inkar eden yaklaşımı ile Marcel Duchamp’ın “hazır nesneleri” de fotoğraf sanatının gelişiminde etkili olmuştur.
Postmodernizm ile birlikte bireyin ve teknolojinin önem kazanması, kurallara başkaldırı, anlatım biçimlerinin serbestlik kazanması, geçmiş üretimlerin yeniden ele alınarak farklı stillerle bir araya getirilmesi ön plana çıkmıştır. Modernizm ile başlayan bilginin parçalanması süreci, Postmodernizim ile bütünleşme ve alanlar arasında geçiş sürecine girmiş ve disiplinlerarasındaki sınırlar erimeye başlamıştır. Postmodernizm, Marcel Duchamp’la başlayan ve Sürrealizm, Neo – Dada, Pop Sanat ve Kavramsal Sanat’la geliştirilen deneyler yapmayı sürdüren bir çizgidir. Sözkonusu bu süreçte yeni ifade biçimleriyle gerçekliğin yeniden üretimi ve estetik sınırların ortadan kalkması ile fotoğraf yeni temsil biçimleri kazanmış ve sanatsal üretim dünyasındaki yerinin önemi artmıştır. Postmodernist fotoğraf etkinliğinin en önemli özelliklerinden birisi, fotoğrafın diğer üretim biçimleriyle birlikte kullanılmaya başlanması olmuştur. Soyut sanata tepki olarak çıkan Pop Art hareketi sanatta günlük yaşama dönüşü esas almış, ifade aracı olarak kitle iletişiminde kullanılan klişeleri ve imgeleri kullanmıştır. Pop Art, tüketim dünyasının gerçeklerini yansıtan bir dizi göstergeye ilişkindir. Hazır nesne olarak kullanılan fotoğraf Pop Art’ın önemli ifade araçlarından biridir. Özellikle Andy Warhol, Robert Rauschenberg gibi sanatçılar fotoğrafı ve fotografik imgeleri çalışmalarında sıklıkla kullanmışlardır.
1960 sonrasında, sanatta öznelliğin ön plana çıkması ve sınırların ortadan kalkmasıyla farklı disiplinleri bir araya getiren çalışmalar görünür hâle gelmiştir. Happening, performans sanatı, kavramsal sanat, foto-realizm gibi yeni ifade biçimleri oluşmuştur. 19. yüzyıldan itibaren pek çok ressam doğrudan doğruya fotoğraf üzerinden çalışmıştır. Pop Art ve foto-realizmin birleşmesinden oluşan hareket ile birlikte tuallere kopya edilen fotoğraflar yine moda olmuştur. Magazin dergilerindeki fotoğrafları geniş tuallere kopya eden Malcolm Morley’in resimleri bu akıma iyi bir örnektir. Kendinden önce gelmiş birçok ressamın söylediklerini yine tekrarlar Morley: “Her şey sanatın işine yarayabilir; her şey sanata konu olabilir.” Foto-realizmi benimseyen pek çok sanatçı, çevrelerindeki dünyaya ait fotoğrafların bir parçasını alıp tuale aktarırlar ve oluşan imgenin denetimi altında resmi tamamlarlar. Foto-realizmin etkili olduğu diğer bir alan ise heykel sanatıdır. Duane Hanson ve John de Andrea gibi foto-realist heykel sanatçıları bu dalda ilginç örnekler vermişlerdir.
Gerçek ile kurgu arasındaki sınırların sorgulanma sürecine girilmesiyle fotoğraf çeken sanatçılarla fotoğraf üreten sanatçılar birbirinden ayrılmıştır. Victor Burgin’in getirdiği ayrımla “anlam bulmak” ve “anlam kurmak” arasındaki fark, bugün geniş bir çerçeve içerisinde fotoğraf pratiğinin özünü oluşturmaktadır. Fotoğrafçıları iki kampa ayıran ve “belgeselci”-“deneyselci” ya da “an yakalayan”-“an kurgulayan” gibi tanımlarla gündeme gelen ayrımdan söz edilmeye başlandığı noktada yeni bir alana girilmiştir: “Fotoğraf Temelli İşler.” Aktarılanın çoğu zaman gösterilen olmadığını söyleyen ve fotografik görüntüye ilişkin beklentileri çarpıtarak kullanan fotoğraf temelli işler üreten sanatçılar arasında John Baldessari, Cindy Sherman, Thomas Demand ve Andreas Gursky gibi isimler sayılabilir. 1980’lerden itibaren Türkiye’de fotoğraf temelli işlerle fotoğraf, geleneksel görünümünden ayrılmaya başlamıştır. Şahin Kaygun’un resmi ve fotoğrafı birleştiren işleri, günümüzde ise Ahmet Öner Gezgin, Ahmet Elhan, Nazif Topçuoğlu, Orhan Cem Çetin gibi isimler fotoğrafta ve sanatta yeni alternatif arayışlar içerisinde olan, anlam bulmaktansa anlam kurgulamak peşinde olan isimlerdir.
Kavramsal sanatın doğuşuyla birlikte disiplinler arasındaki sınırlar tamamen erimiştir. Kavramsal sanatın öncüsü olan Joseph Kosuth’un sanat anlayışında çıkış noktası Duchamp’ın “hazır nesneleri”dir. Kosuth, sanat ve kültürün bağlarını vurgulyarak kültürel bilinci ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. Sanatçı, antropolojiyi örnek alarak, “antropolojikleşmiş” sanatın toplumu değiştirebileceğine inanır. “Cathexis” adlı çalışmasında, izleyicinin sanat anlayışının, geleneksel olarak resimlere yüklediği anlamla belirlendiğini ve bu anlamın, izleyicinin başka seçenekleri görmesini engellediğini öne sürer; izleyicleri önce tanıdık bir duruma çeker, sonra beklenen anlamı çıkarma girişimlerini engeller. Cathexis 16.-19. yüzyıla ait geleneksel resimlerin, başaşağı edilmiş, bağlamından soyutlanmış fotoğrafa müdahalelerinden oluşur. “Hypercathexis”te ise kırpılmış fotokopileri, arkaik metin parçalarını, okunamayan yazıları ve tuğla duvarların fotoğraflarını biraraya getirmiştir. Fotoğrafçılığa hiç ilgi duymadığını ve hiç fotoğraf çekmediğini belirten Kosuth, bununla birlikte fotoğrafı pek çok çalışmasında kullanmıştır. Kavramsal fotoğrafın önde gelen isimlerinden Misha Gordin, görüntüyü oluşturan en önemli unsurun ve güçlü bir fotoğrafın ana ve temel malzemesinin kavramlar olduğu düşüncesiyle eserlerini üretmiştir. Gordin, fotoğraf hakkında şunu söyler: “Fotoğraf, sanatsal anlatımın biçimsel olarak yüksek bir tarzıdır ki bu onun resim, şiir ve heykel sanatları arasında yer almasını sağlar. Fotoğraf özel bir sezgisel yaratıcılık yeteneğini işin içinde kullanır.”
Sanat disiplinleri arasında erimeye başlayan sınırlar, “Güncel Sanat” ile tamamen kaybolmuştur. Fotoğraf, bir ifade aracı olmasının yanı sıra diğer dallardaki sanatçıların da kullandığı bir araç ve anlam kurucu bir nesne hâline gelmiştir. Boya ile, tuval ile yapılan sanatın dışında objelerle, nesnelerle, fotoğraflarla, dijital malzemelerle, videolarla ve elektronik sanat diye adlandırılan sanatın hepsi güncel sanatla yan yana gelmeye başlamıştır. “Güncel sanat, çeşitli malzemeleri ayrım yapmaksızın kullanan deneyselliği sürdüren bir sanattır.” der Ali Akay ve sanatın “malzemelerle yapılan bir refleksiyon” oluşunun güncel sanatı belirlediğini söyler. Bugün güncel sanat içinde sanatçı, kavramlarla değil malzemeyle düşünen biridir. Güncel sanat içinde bütün malzemeler iç içedir. Önceden belirlenmiş bir yönü yoktur. İçinde bir tür deneyselliğin oluşmakta olduğu, yeni arayışlar içindeki sanattır. Yeni malzeme kullanırken, deseni video ile kullanmak, tuvali fotoğrafla yenilemek, fotoğrafın üzerinden desenle, desenin üzerinden tekrar fotoğrafla çalışmak, bunları bir enstalasyonla birleştirmek ve bunun bir de videosunu yapmak, yahut fotoğrafta bir video yapıp videodan fotoğraf çıkartmak. Resim, müzik, edebiyat, fotoğraf, heykel bir aradadır. Özellikle enstalasyon sanatı içerisinde fotoğraf ve diğer mediumların iç içe kullanılmaya başlaması ve sanat disiplinleri arasındaki sınırların kalkmasıyla fotoğraf, sanatsal üretim araçlarının en önemlilerinden biri hâline gelmiştir. Bazen üretim ve ifade biçimi, bazen kayıt aracı ve bazen de enstalasyonları doğadan müzeye taşıyan bir araç hâline dönüştürmüştür.
Fotoğrafın önde gelen isimlerinden Murat Germen’in konu hakkındaki düşünceleri çok önemlidir:
“Disiplinlerarasılık kavramı sadece fotoğraf için değil herhangi bir yaratı alanı için çok önem taşıyor. Yaşadığımız topraklardaki kültürel gelenek dolayısı ile belli bir alanda ustalık her zaman çok önemsenen bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Mamafih, sadece belli bir alanda uzmanlık sahibi olup diğer alanlara karşı ilgi besleyecek kadar bile zamanı olmamak da arzu edilebilecek bir durum değil. Buna çözüm olarak platformlar arası kavram transferi yapmak; aklın farklı bir şekilde çalışmasına, alışageldik süreç ve düşüncelerin dışına çıkılabilmesine, olaylara yeni bakış açısı sunulabilmesine, yeni estetikler önerilebilmesine katkıda bulunabiliyor. Farklı derelerden su getirmek, direkt olarak fotoğraf ile anılmayan alanlardan fotoğrafa katkı sağlamak, fotografik ifadeye yeni boyutlar kazandırabiliyor. Mimarlık, kent plancılığı gibi mesleklere olan yakınlık veya bu konularda daha önce edinilmiş bir eğitim; kentin, hacmin, fiziki yapının daha farklı bir şekilde algılanıp aktarılabilmesine zemin sağlarken, grafik tasarım tecrübesi fotoğrafta kompozisyonun bildik normların dışına çıkabilmesine yardımcı olabilir. Edebiyat alanında sahip olunan yazınsal bir yeti ise fotografçıyı öyküleri olan fotoğraf serileri yaratmak konusunda şüphesiz ki bir adım öne çıkarabilir. Mühendislik geçmişi olan bir fotoğrafçı ise, örneğin tipoloji veya zaman atlamalı (time lapse) fotografik görüntüleme konusunda gereken çalışma disiplinini vakfetmekte daha çok beceri sahibi olabilir. Bunun dışında, diğer alana ait bir kavramı soyutlayıp fotoğrafın içinde onu bambaşka bir bağlam ile yeniden kullanmak, yorumlamak özellikle güncel fotograf pratiği için sıklıkla başvurulan bir özgünlük elde etme yöntemi olarak değerlendirilebilir.
Fotoğraf zengin bir ifade alanı. Son zamanlarda, görüntüleme teknolojilerindeki heyecan verici gelişmeler bu yelpazeyi daha da zenginleştirdi. Bu yelpazenin hakkını verebilmek, ifade ve içerik üretimini çeşitlendirmek için farklı disiplinlerin üretim süreçlerindeki kavram, teknik ve yöntemlerden faydalanmak, fotografa her zaman çok büyük katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum.”
Görüldüğü üzere, çağdaş sanat anlayışında ve sanatta yeni arayışlara girilen son yıllarda sanat eserinin hangi disipline ait olduğundan kullanılan malzeme ya da biçimden ziyade sanatçının neyi anlattığı önem kazanmıştır. Ancak belirtmek gerekir ki bu durum, bir sanat disiplinin kendi içindeki olgunluğunu, tutarlılığını önemsiz hâle getirmemiş; tam tersine sanatçıyı hem klasik sanat disiplinlerine hakim olabilmek hem de bu sanat disiplini ile kendini sınırlamaksızın özgün üretimde bulunmak gibi bir şans vermiştir. Bazen bir hazır nesne, bazen de özerk bir üretim biçimi olarak fotoğraf, bugün diğer sanat dalları ile içiçe girmiş ve bu birliktelikler, sanatçının kendisini daha özgür ifade edebileceği alanları yaratmıştır.
Kontrast Sayı 20, Kasım-Aralık 2010
Hazırlayan: Özlem ESER