Özcan YURDALAN | Gezmek ve Fotoğraf Çekmek… (29. Sayı)

İşin en başından beri gezmekle fotoğraf çekmek arasında yakın bir bağ olduğu düşünüldü. Hatta düşünmeden her ikisinin de doğası gereği birbiriyle sarmaş dolaş olduğu varsayıldı.

Fotoğrafın yaygın kullanılmaya başladığı ilk dönem, “stüdyolar ve portre fotoğrafçılığı” diye tanımlanırken, bu tanımın günlük hayattaki karşılığı şu anlama geliyordu: Herkes fotoğraf çektirebilir. Suretini çıkarttırmak için ne aristokrat olmak ne de yeni yeşeren burjuva olmaya gerek kalmıştır. Parasını bastıran resmini alır…

Fotoğraf daha sokaklara çıkmadan önce zihinlerdeki ilk yansımasını böyle yaratmıştı. Hemen arkasından sokaklara çıktı, çıkmakla kalmadı alıp başını uzaklara gitti. Gittiği yerden getirdikleri daha önce görülmemiş diyarların, kutsal kitaplarda, kadim metinlerde anlatılan yerlerin, efsanelerde geçen yapıların, coğrafyaların görüntüleriydi. Bu arada, fotoğraf çektirmek isteyenler gittikçe uzayan kuyruklar oluşturuyordu.

Kuşkusuz, sözünü ettiğim durum suret ile ilişkisini sıradanlaştırmış, dininde, tapıncında suretlerle ilişkilenmiş, imgelerle olduğu kadar doğrudan gösteren işaretlerle de içli dışlı olmuş kültürlerde yaşanıyordu. Diğerlerinin, mesela inançlar manzumesi gereği, bir canlı yaratmak ile bir suret yaratmak arasında ilişki kurulabileceğini varsayan kültürlerin iklimine fotoğraf nasıl yansıdı bilmiyoruz. Bildiklerimiz söylentilerden ibaret. Osmanlı’da bu ilişkinin gelgitli sürdüğü, iktidar katından gelen onaylamalar ile karşı çıkmalar arasında gidip geldiği anlatılıyor ama nedenleri ve sonuçları muğlak. Merkezden uzaktaki insanların fotoğraf karşısındaki tutumları hakkında araştırmalara, işlenmiş verilere, yorumlara sahip değiliz. Fetva makamları ile siyasal karar mercilerinin fotoğrafa yaklaşımı az çok biliniyor, lakin kolektif hafızada ve kültürel derinliklerde suretle ilişkisini pek de istikrarlı kılamamış kesimlerde fotoğrafın nasıl bir etki yarattığını, hangi zihniyet refleksleriyle karşılandığını pek kestiremiyoruz. Mekteplerin fotoğraf bölümleri bu konuda diğer disiplinlere ne malzeme sunabiliyor ne de diğer disiplinlerin araştırma-merak-ilgi kaleminden bu taraklarda bezi var. Olmadığı için, benim gibi ağzı genişler fotografik görüntünün toplumsal etkileri konusunda laf üşürüp duruyorlar.

I

“Gezmek ve fotoğraf çekmek” derken, fotoğrafçılığın en önemli işlevlerinden biri olan bu alanın da diğer alanlar gibi yeterince değerlendirilmediğini, özgün derinliklerine inilmediğini düşünüyorum. Bu nedenle olsa gerek, ilk gezgin batılı fotoğrafçılar, Anadolu’ya gelip fotoğraf çekmek için dolaşırlarken kırda köyde karşılaştıkları vatandaşın tepkisi ne oldu diye merak ediyorum. Hayal gücünü parlatarak hikayeler kurmak mümkün ama bunun yetmeyeceğini biliyorum. Hatta bugünkü duruma bakarak senaryolar da üretiyorum: Bugün, ellerinde kocaman kocaman aletleriyle o köy senin bu köy benim dolanarak kapı aralığından, pencere pervazından, eşik arkasından bakan her canlının “Allah yarattı” demeden fotoğrafını çekerek sanat icra eyleyenleri düşününce, geçmiş fotoğrafçıların ruhuna rahmet okumak gerektiğinden kuşku duymuyorum. Gerçi onlar da zahmetlere girip paralar sarf ederek karşılarına çıkan, kendilerine benzemeyen herkesin fotoğrafını çekmiş ve bir çırpıda kategorize etmişlerdi ya…

Gezi fotoğrafının ekseni büyük oranda buradan kuruldu: Fotoğrafçı daha önce görmediği ve kendisi gibilere benzetemediği her şeyin fotoğrafını çekmek üzere yollara düştü.

II

Gezmek ile fotoğraf çekmek bugünün ayrılmaz ikilisi. Fotoğraf başlangıçta nasıl ki herkesin suretini eline almasını sağladıysa, turizm de önce orta, sonra alt sınıfların yabancı diyarlara gidip gelmesine imkân verdi. Bir vakitler yanlarında gravürcü taşıyıp beğendiği manzaraları çizdiren meraklı soyluların, varlıklı araştırmacıların, destekli seyyahların dışında sıradan ahali de kitleler halinde yolculuklara başladı. Çok geçmeden kayda değer bir turizm ekonomisi doğarken fotoğraf sektörü de canlanarak serpildi. Gezgin fotoğrafçılar yaş kollodion zamanından beri katır yükü alet edevatla kendilerini yollara atmışlardı; giderek küçülen fotoğraf makineleriyle birlikte turist fotoğrafçıların sayısı arttı.

Turizm akımının ilk demlerinde gezip görenleri, gezemeyen ötekilerden ayıran en önemli gösterge çektikleri/çektirdikleri fotoğraflar sayesinde yarattıkları ayrıcalıktı. Çok geçmeden daha çok insan gezip dolaşmaya, çektirdiği fotoğrafları dönüşte göstermeye başlayınca durum sıradanlaştı. Bu kez, gezip gördükleri yerlerden sıradan yansımalar değil de, eli yüzü düzgün görüntüler çıkarmaya başlayanlar diğerlerinin arasından sıyrıldı. Öylesine gezenlerin yanında hem gezmenin hem de geziden artistik görünümler çıkarmanın ayrıcalığına kavuştular. Hobi fotoğrafçılığının en önemli alanlarından biri haline gelen gezi fotoğrafçılığının memlekette izlediği süreç pek farklı değil.

Gezmek ve fotoğraf çekmek gerçekten kaynaşmış ikili. Gezerken fotoğraf çekmek bir yana fotoğraf çekmek için gezenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Yakın zamanda sosyolojik veri olarak geçmiş zaman fotoğraflarından yola çıkarak günümüze yapılan projeksiyonların örnekleri görülmeye başladı (Bkz. Osman Köker’in çalışmaları). Aynı şekilde bugünün fotoğraflarıyla bugünün toplumsalına bakan, adını ve bağlamını açıkça bu çerçeveye yerleştiren birkaç çalışma biliyoruz (Örn. Attila Durak’ın Ebru’su) Bunlar gerek çekilmiş fotoğrafları toparlamak gerekse fotoğraf üretmek için gezerek yapılan işler. Gezi fotoğrafı ise daha başka konumda tanımlanmalı. Mesela bir yanıyla tanıtım fotoğrafçılığıyla iç içe olan gezi fotoğrafçılığı, diğer yanıyla sokak fotoğrafçılığına yapışık duruyor. Röportaj fotoğrafçıları, reklam verenler dergileri terk edip televizyonlara rağbet edeli beri gözden düştü. Ama belgesel fotoğrafın temel disiplini olan foto-röportaj kuyruğu dik tutmaya çalışırken gezi fotoğrafçılığı dergi türü yayın mecralarına bugün de sahip. Bütün bu unsurları ve diğerlerini yan yana koyarak gezi fotoğrafçılığı iyi bir analizi, yorumu ve anlamlandırmayı hak ediyor.

Fotoğraf, fotoğrafçının zihnindekini yansıtmasıdır. Gördüğünün değil, algıladığının suretidir. Bu algının inşa süreci ise karmaşık kültürel-ideolojiksiyasal etkenlerin ürünüdür. Yani fotoğrafçı dış dünyanın fotoğrafını çektiğini sanırken aslında kendi zihnini fotoğraflamaktadır. Hâl böyleyken Cumhuriyet ilk dönem ressamlarının resmî-yarı resmî devlet organizasyonuyla çıktığı yurt gezilerinde yaptıkları resimler ile, o dönem fotoğrafçılarının çektiklerini yan yana getirsek ne gibi bir zihniyet yansımasıyla karşılaşırız acaba? Aynı şekilde yanlarına bir de günümüzdeki yurt gezilerinde çekilen fotoğrafları koyarsak ne görürüz? İdealize edilmiş köy hayatları, koca gözlü köylü kızları, güzel tabiat parçaları… o dönem ressamlarının gördükleri Anadolu ile toplumsal gerçek arasındaki ilişkinin günümüzdeki yansıması ne menedir dersiniz?

Özcan YURDALAN


Kontrast Sayı 29, Mayıs-Haziran 2012

Bizi paylaşın..