Fotografik görüntü ister konvansiyonel, ister sayısal, isterse adı daha konmamış bir başka teknikle üretilsin, sonuçta ortaya çıkan bir yansıma, bir temsil, bir anlamlı yüzey yaratma denemesi. Hangi tekniğin ürünü olduğu fazla önem taşımıyor. Üretim tekniği, görüntünün sahip olduğu potansiyelin esasını değiştirmiyor. Kamera aracılığıyla ortaya çıkan şey, tanımlayan, anlatan, yorumlayan, düşündüren, kanıtlayan, hissettiren, merak uyandıran, hayranlık yaratan, itiraz geliştirebilen bir şey…
Fotografik düzlem, sadece dış dünyayı değil, fotoğrafçının zihnini de yansıtabilme imkânı sayesinde, bir nevi tanıklık paylaşma, enformasyon iletme, haber üretme vasıtası aynı zamanda.
Bütün bunları yapabilen sözel dil gibi, görsel dilin de insanlık kadar eski olduğunu belirtmeye gerek yok. Ancak kameranın ürettiği görsellerin dili başka, mesela resimsi dilden bambaşka bir şey ya da böyle olsa gerek. Görsel dilin fotoğraf sayesinde kavuştuğu bu yeni imkân henüz 200 yaşında bile değil.
– I –
Fotoğraf, üretim sürecinden, üretenin niyet ve beyanından bağımsız kavramsallaştırmalarla izah edilemiyor. Ne sanattır kendi başına, ne haber, ne belge, ne manipülasyonun görsel aparatı, ne düz bir arşiv, bir teknik kayıt aracı, ne optik yanılsamayla yaratılan algı kırılmaları pratiği… Fotoğraf hem bunların her biri, hem hiç biri, hem de hepsi birden.
Gerek kendi seçtiklerimiz, gerekse irademiz dışında maruz kaldığımız fotoğrafların gösterdikleri, farklı okumalar yapabileceğimiz ve yeni anlamlar yükleyebileceğimiz esnekliktedir malum. O nedenle, bir fotoğrafı okurken, üretim kaynağının tanımından, üretim sürecinin niteliklerinden, dağıtım mecrasının referanslarından bağımsız kalarak nasıl isabetli yorumlara ulaşmazsak, “fotoğraf” diye bir başlık attıktan sonra, hangi fotoğraf tarzına dair konuştuğumuzu belirtmeden kuracağımız her söylemde temelsiz kalıyor. Yani, fotoğraf eleştirisinde bir fotoğrafı kendi bağlamından koparmadan değerlendirmek ne kadar önemliyse, fotoğrafa dair toptancı genellemelerin de “genel olmak ile yüzeysel kalmak” arasındaki ince sınırı dikkate alması gerekiyor.
– II –
Son yıllarda belgesel ve haber fotoğrafçılığı alanlarında görünen hareketlilik, AFSAD’ın 2008’de düzenlediği Belgesel Fotoğraf Sempozyumu’yla önemli bir fikri zemin yarattı. Uzunca bir süredir toplumsal sorunlara yönelen, hayattan hikâyeler yansıtan foto röportajlar üretiliyor. Bağımsız habercilerin ve görsel hikâyecilerin motivasyonu Gezi İsyanıyla birlikte yükseldi. Memleketin dört yanında ve komşularımızdaki insanlık durumlarını, çatışmaları, savaşları, acıları, kıyımları, gözleriyle görüyor ve fotoğraflarıyla bize de göstermeye çalışıyorlar. Bu işlerin önemli bir kısmı, 2014 yılında Fotoğraf Vakfı’nın düzenlediği Belgesel Fotoğraf Günleri’nde sergilendi. İkinci Belgesel Fotoğraf Günleri’nin hazırlıkları sürerken Foto Muhabirleri Derneği 2015 Nisan ayında “PHOTOANTALYA” adıyla Uluslararası Basın Fotoğrafçılığı Günleri düzenledi. Bu alametler henüz yapısal dönüşümler oluşturabilecek düzeyde değil. Fotoğrafçılığımızın çok önce ulaşması ve çoktan aşmış olması gereken bir haber/belgesel üretim fazından söz ediyoruz. Oldukça gecikmiş bu gelişmelerin iyimser bir bakışla arkasının geleceğini, daha derinleşerek çoğalacağını, özgün fikirlerin, deneysel uygulamaların yaygınlaşacağını, haber ve belgeselin estetik, etik ve anlatım vasıflarının yükseleceğini düşünebiliriz.
– III –
Fotoğrafçılığın boş vakitlerde yapılacak zevkli bir uğraş, hoşça vakit geçirme aracı ve dekoratif görüntüler üretme marifeti olarak uygulanması toplumun orta sınıflarında önemli bir yere sahip. Fotoğrafların grafik düzenlemelerle, soyutlamalarla dünyanın yorumlanmasına imkân vermesi gayet çarpıcı geliyor. Sanatçı kişiliklerin kendini gerçekleştirme aracı olarak fotoğraftan istifade etmesi oldukça değerli. Her fotoğrafçının kendisini fotoğrafın uygulama alanlarından birinde ya da birkaçında ifade edebilmesi mümkün elbet. Ancak bu derya denizi sadece kendi ıslandığı sahilden ibaret sanmak yerine, fotoğrafın diğer alanlarındaki özgün problemlere, tartışma ve değerlendirmelere de saygıyla yaklaşmak, anlamaya çalışmak gerek.
O da olur!
Ancak o vakte kadar… “Fotoğrafta dil – dilde haber – haberde hakikat” meselesini kafada çevirmeye devam edeceğiz besbelli.
Bir zamanlar “fotoğraf sanat mıdır, değil midir” şeklinde bir “nafile mevzu” vardı. Aştık mı bunu, hayır. Tartışmayı tüketerek içtihatlarıyla birlikte bir sonuca vardık mı, hayır. Şimdi de benzer bir başlık mevcut münazara masasında. Yeni de değil üstelik. “Fotoğrafın gerçekle ilişkisi” başlığının çeşitli vesilelerle ortaya çıkmasından belli ki “sanattır, yok değildir” mevzusu bile kolektif zihnimizde halledemediğimiz bir problem olarak duruyor.
Kültürel genlerimizde insan eliyle üretilmiş suretlerin tarihsel izleri bulunmadığı için olsa gerek, gerçekliğin temsili olarak suret inşasına dair fikriyat bohçamız zengin bir birikime sahip değil. Belki de o nedenle resimsi suretleri hayatımızda anlamlandıramadığımız gibi, fotografik suretleri de hangi kriterlerle değerlendirip nereye yerleştireceğimizi bilemiyoruz.
Teknik bir kayıt aracı olarak fotoğraf makinesinin sanatsal yaratıcılığa hizmet edebileceği kadar görsel dilin imkânlarını kullanarak tanıklık paylaşma ve hakikat arama aracı olarak kullanılması da bu aletin doğası gereği. Hal böyleyken maniple edilmiş haber fotoğraflarının son günlerde sıkça gündeme gelmesi ve görsel haberciler mahallesinde eleştiri/yorum konusu olması, o nafile mevzuyu yeniden ısıttı. Oysa sınır ötesi haber âlemlerinde maniple edilmiş haber fotoğrafları konusunda yapılan tartışmalar, özünde görsel dilde hakikat arama çabalarının görünür hali.
Fotoğraf ve hakikat ilişkisinin ne mene olduğuna küçük bir benzetmeyle meramımızı diyecek olursak:
Sözel dil hakikati taşıyabilme vasfına ne kadar sahipse, görsel dil de iyi kötü, az çok, doğru yanlış, bir enformasyon taşıma, tanıklık iletme ve hakikat arayıcısı olarak haber inşa etme vasfına sahip.
Sözel dilin doğru söylediği kadar yalan da söyleyebilen yapısı bugün kimseyi şaşırtmıyor. Manipülasyona açık, farklı okumalara yatkın, hatta sahtenin kaynağı olarak zaaflarının da farkındayız. Sözel haberde “güvenilir” olanın, “doğru” olanın inşasına dair tartışmalar nasıl olağansa, görsel dilde habercilerin ve belgeselcilerin hakikat arayıcısı olarak yaptıkları da aynı şey. Görsel haberin hakikat arayıcısı olarak bütün manipülasyonlara açık doğasının farkında bir çaba bu. Son zamanlarda olduğu gibi, maniple edilmiş haber fotoğrafları ortaya çıktıkça, “gördünüz mü fotoğraf zaten gerçeği temsil etmez,” gibi tekerlemeler, bir zamanların “fotoğraf sanat mıdır, değil midir? ” tartışmasını hatırlatıyor.
70’lerin ikinci yarısından itibaren yaygınlaşan o tartışmada bizim sözümüz belliydi: “Sanat olmasına sanattır, fotoğrafçı da sanatçının hasıdır icabında” diyorduk, lakin “hangi sanat, nasıl bir sanatçı” sorusuna cevap arayan bir yerde duruyorduk. Tıpkı şimdi, fotoğrafın hakikatle imtihanında, görüntüdeki temsilleri çözümlerken “hakiki mi? doğru mu? kim çekti?” sorularını sorarak işe başladığımız gibi.
Kontrast Sayı 48, Temmuz-Ağustos-Eylül 2015
Özcan YURDALAN
Fotoğrafçı, Yazar
[email protected]