“Memlekette yaygın olan fotoğraf tavrının kaynaklarına baktığımız zaman, teknik ve biçimsel kaygıların öne çıktığını, içerikten mümkün olduğu kadar arındırılmış anlayışın 1980’lerden günümüze kadar kök salarak geldiğini görüyoruz…”
Bu köşeyi okuyanlar benim bu türden tespitlerime pek yabancı değiller biliyorum; ancak ister katılın ister katılmayın, içeriğin arkaya itilerek biçimin öne çıkarıldığı fotoğrafların hangi zihinsel süreçler sonunda, nasıl bir kollektif kabulle ortaya çıktığını, hangi politik iklimin eseri olduğunu biliyorum; hayatımızdaki somut etkilerine hiç şaşırmıyorum. Çünkü fotoğraf fi kirdir. Fikir yoksa, anlamlar ummanında medet arayan zavallı bir suret çıkar karşımıza; hepsi bu.
Fotoğraf ortamımız entelektüel faaliyetten, gayretten ve ideallerden özenle arındırılmış bir yanılsamalar âlemidir. “Fotoğrafın kendisi zaten bir yanılsamadır.” diyecek olursanız birşey demem, doğrudur. Lakin “hakikat” diye bir meseleyi dert edinenler, gerçeğin görünümleri ile hakikat arasındaki ilişkiye kafa yoranlar, sözkonusu yanılsamanın fotoğrafın çerçevesiyle sınırlı kalmasını tercih ederler; kendi hayatlarına sirayet etmesini pek istemezler.
İyi niyetli gayretler de yok değil; ancak, lise müfredatı kıvamındaki genel kültür bilgilerinden ibaret birtakım seminerlerin, yaratıcı fi kirlerin inşası için yeterli olmayacağı, fotoğrafl arımızı her türlü sınırın ötesine taşıyabilecek, dolaşıma sokabilecek düşünsel bir enerji yaratamayacağı açık. Bu iş kişisel merak ister; bu merakın kışkırtılacağı ve örgütleneceği bir ortam, topyekün bir ilgi ve paylaşım zemini gerekir.
Dünyada görüntünün mahiyetine dair araştırmalar, taze fi kirler, yepyeni kuramlar, analizler, felsefi açılımlar gırla gidiyor. Peki, bir zincirin tersli yüzlü halkalarını teşkil eden Barthes, Berger, Sontag, Benjamin, Sekula, Boudrillard gibi isimlerin referans metinleri bizim memlekette fotoğrafl a uğraşanları ne kadar ilgilendiriyor? Derneklerdeki eğitim seminerlerinde daha kaç zaman ışık bilgisi, değişkenlerarası bağlantı ve kompozisyon kuralları ile yetinerek “temel” fotoğrafçılık bilgisi verdiğimizi düşüneceğiz? Günümüzde “temel fotoğraf bilgisi” demek aynı zamanda “fotoğraf felsefesine dair bilgi” anlamına da gelmiyor mu? “Fotoğrafçılık kamera aracılığıyla görüntü yaratma marifeti değil, hele güzel görüntü çıkarma cambazlığı hiç değil; düşüncenin yaratıcı alanıdır” şeklinde bir ön kabulle hareket edip yeni bir devran yaratsak. Biraz da bu ummanda çalkalanıp dursak.
Sıkıcı bir ezber olduğunu biliyorum ama, “kitap okumakla başımızın hoş olmadığını tekrarlamalıyım. Hele fotoğrafçıların… Görüntünün kolay üretilebilir ve aynı biçimde tüketilebilir olması hepimizin işine geliyor; zahmetsizce sonuca ulaşıyoruz. Sergiler, gösteriler, yarışmalar falan derken pekâlâ okuyup yazmadan da fotoğrafçı olabiliyoruz. Halbuki “Öyle fotoğrafçı olunmaz; böyle olunur: Fotoğrafçının ışığı düşüncedir” diye genel bir kabul olsa, bir önerme, kayda değer bir teşvik, entelektüel eksiğimizi açığa çıkaracak bir ortam yaratılsa… Olmayınca olmuyor. Okuması yazması kıt fotoğrafçılar, meclis kurmuş birbirimizi ağırlıyoruz.
Sadık Oğuş, birkaç yıl önce kitap tezgahını kapadı. Memleketin biricik kitap toplayıcısı, dağıtıcısı, satıcısı, taksit yapıp veresiye defteri açan seyyar kitapçısıydı. Aradığınızı bulur, ne istediğinizi bilir, kütüphanenizdeki eksikleri hatırlayıp tamamlardı. İstanbul’daki fotoğraf etkinliklerinde bir köşeye tezgah açar, kitapları fotoğrafçıların ayağına kadar getirirdi. “Okuyan zaten yoktu, artık hiç kalmadı” diye herşeyi elden çıkardı. Bu derginin yazarlarından İlker Maga’nın kurucusu ve editörü olduğu YGS, görüntü kuramının peşine düşmüş bir yayıneviydi. Önemli kitaplar yayınladı; ama varlığını sürdüremedi. Fotoğraf teorisine kafayı takmış Murat Karagöz, Hayalbaz diye bir yayınevi kurdu, birkaç önemli kitap yayınladı, olmadı; araya bazı ticari meseleler de girince yayın programı yarım kaldı. Bunlar son birkaç sene içinde çakan kıvılcımlar ve sönen ateşler. Köy muhtarlıklarına kadar her fotoğraf yarışmasını iştahla teşvik eden federasyon ve derneklerin gündeminde bu yayıncılar, bu kitap satıcısı ve bu kitaplar ne kadar yer tuttu acaba?
İnsan denilen canlının en ilkel güdüsü olan ve herhangi bir entelektüel yapılanma gerektirmeden gerçekleştirilen yarışmaları teşvik için harcanan emeğin, gayretin, moral desteğin küçük bir kısmı gerçekten düşünsel bir temele dayanan çalışmalar için ayrılsa nasıl olur acaba? Yarışmadan duramayız biz, illa ki yarışacağız deniyorsa, benim bir önerim olacak: Malum fotoğrafçılık sadece fotoğraf çekmekten ibaret değil. Bu işin kuramcılığı, tarihciliği, eleştiriciliği, derlemeciliği, yayıncılığı gibi bir dolu farklı alan mevcut. Dikkatleri biraz bu tarafa çevirmenin kimseye zararı olmaz. Her yıl yayınlanan kitaplar arasından iyi bir çeviri, bir telif kitap, bir araştırma, derleme belirlense ve gerekçeleriyle birlikte teşvik edilse. O yılki akademik tezlerle ilgilenilse; fotoğrafa dair köşe yazısı, dizi yazılar falan gözden geçirilse, teşvik ödülü verilse; daha çok ve daha nitelikli düşünsel üretimlere zemin hazırlansa… Bir takım kurumların çok parlak bir fi kir sandığı fotoğraf yarışmalarının bir kısmının bu alana kaydırılmaları sağlansa. Bu arada kadrolu jüri üyelerinin istihdamı da ihmal edilmese, yine fotoğraf yarıştırarak tezgahtan kavun seçmeye devam etseler…
Memlekete günün birinde demokrasi denilen şey gelirse eğer, iyi kötü bütün bu gayretlerin bir faydası görülür. Ayrıca, fikirsiz fotoğraflar yerine düşünceyle şenlenmiş bir ortamımız olur; fotoğrafik görüntü ne menedir biraz onu anlarız; biraz da düşünceden, yaratıcı tartışmadan ve gelişen fikirlerden zevk almaya başlarız. Ancak, bu işin riskli bir yanı da var: Düşünce iklimi hareketlenince benim gibi birbuçuk fotoğrafçılık kitabı yazdıktan sonra ortalıkta kuramcı edasıyla dolaşanların sayısı artar; o olur…
Memleket küçük değil; ama çok kapalı. Bu kapalılık giderek sığlaşmamıza yol açıyor. Üstelik, son birkaç yıldır tuhaf durumlar yaşamaya başladık. İstanbul’da önemli fotoğraf toplantıları oluyor; “workshop”lar, “masterclass”lar, konferanslar düzenleniyor ve dünyanın değerli fotoğrafçıları kâh katılımcı, kâh eğitmen olarak bu toplantılarda bulunuyor; Bangladeş’ten, Ermenistan’dan, Pakistan’dan, Hollanda’dan, Moğolistan’dan ABD’den gelen fotoğrafçı arkadaşlarımız vesilesiyle haberimiz oluyor. Ancak, eğitmenler arasında Türkiye’den kimse olmadığı gibi, katılımcılar arasında da yok. Ne fotoğraflarımız ne de fikirlerimiz dünyada dolaşımda yani. Doğaldır, fikir yoksa fotoğraf da olmaz. Biz birbirimizi avutuyoruz. Kendimizle yetinmek, yerelin özgünlüğünü önemsemek iyi hoş da, kendi sığlığımızda çırpınacağımıza derin denizlerde boğulalım daha iyi bence.
Özcan YURDALAN
Kontrast Sayı 25, Eylül-Ekim 2011