Nasıl bir fotoğrafçılık iklimi yarattık kendimize bir asra yaklaşan cumhuriyet tarihinde?
Ne gördük, ne gösterdik?
Hangi algı dünyasının görüntüleriydi ortaya çıkardıklarımız?
Fotoğraflarımıza bakanlar nasıl bir zihniyet dünyasında buldular kendilerini?
Doksan yılda yarattığımız görüntüler âlemi neye benzedi?….
Ben bu soruları daha ne kadar çoğaltabilirim, ya siz neler eklemek istersiniz?…
Bir tane daha sorsam okuyucu bırakıp kaçar mı ve böylece ben zaten okunmayan fotoğraf metinlerine bir yenisini mi eklemiş olurum?
Yoksa göze ilişen sorulardan biri, bir kıvrım yaratabilir mi akılda?
Yaratsa ne olur, yaratmasa ne yazar, biz böyle kapılmış gidiyorken bahtımızın rüzgarına?…
Türkiye’de her şeyi Cumhuriyet’le birlikte başlatanlardan değilim. Ayrıca fotoğraf endüstrisine, teknolojik gelişmelere hiçbir katkımız olmadığını biliyorum. Fotoğraf estetiğine, fikriyatına, felsefesine, haber diline, görsel belleğe, sanatsal yaratıcılığa kayda değer bir katkımız bulunmadığının farkındayım. Dünya fotoğrafının devasa pazarındaki edilgen tüketicilerinden biriyiz sadece.
Eğer bu tespitlerim yanlışsa hepsi benim ayıp haneme yazılsın, yok eğer doğruysa, hep birlikte oturup düşünelim: Neden?
Bizim kuşağın kurduğu fotoğraf dernekleri Cumhuriyet’in kırk yılına tanık oldu. Tanık olmakla kalmadı, kendi kentlerinde iyi kötü bir fotoğraf atmosferi yarattılar. Yaratılan bu atmosfer, ülkeye sirayet ederek bugünkü fotoğraf iklimini oluşturdu. Derneklerin en eskisinden en yenisine kadar hepsi güçlü bir örgütlenmeye, federasyon gibi merkezi bir iradeye sahip. Bu yazının girişindeki sorularımın cevapları onların başarı ya da beceriksizlik hanesine yazılır. Gel gör ki bunu yazacak kalem erbabı çıkar mı, popüler fotoğrafçılık alanında yeni sayfa açacak kolektif bir akıl inşa edilebilir mi?… Bu yazı içinde soracağım son soru bu olsun, arada kaçan olursa eğer, siz görmezden gelin lütfen.
Fotoğrafçılık, görmekle ilgili bir mevzu malum. Ama “göz görmez bilinç görür” lafı da o kadar yabana atılacak bir önerme olmasa gerek. Görme ve gösterme kültürümüzün zeminini yaratan bilince doğuştan sahip değiliz, inşa edilen bir zihinsel alan söz konusu. Bu alan kendi dilini, değerlerini, kriterlerini, yargılarını da yaratıyor.
Derneklerde hep birlikte soluk alıp verdiğimiz ortama şöyle bir bakalım: Ortak değerlerimize, fotoğrafçı muhabbetlerinin içeriğine, takip edilen aktüalitenin mahiyetine, sevilen tartışma konularına göz atalım. Bunu yaparken, yaşam gailesi içinde bunalmış, hoşça vakit geçirmek, yaratıcı bir alanda kendini gerçekleştirmek, beğeni toplamak gibi bir dolu güzel maksat sahibi insanlar olduğumuzu unutmadan konuşalım.
Ama önce bir tespitle başlayalım:
Bunca yıl derneklerde ve fotoğraf kurumlarında okuma yazması olmayan fotoğrafçılar yetiştirdik. Hiç ötesini berisini deşelemeye gerek yok. Aktüel yayın sayımızın kaç adet olduğuna bakalım, fotoğraf metinleri ve albümleri basan kaç yayınevimiz olduğunu konuşalım, akademyanın ürettiği kuramsal çalışmalara göz atalım. Sonra hepsini bir tarafa bırakıp, dernek üyelerinin toplam sayısıyla fotoğraf yayınlarının satış rakamlarını karşılaştıralım. Aynı karşılaştırmayı, bir yıl içinde düzenlenen yarışmaların sayısıyla fotoğraf yayınlarının sayısına bakarak yapalım; sonra yayınların toplam tirajıyla (satış değil) yarışmacıların sayısını yan yana koyup seyrine bakalım. Yarışmalarda ödül olarak dağıtılan paranın toplam miktarıyla, bir yıl içinde yayınlanan kitapların toplam maliyetini karşılaştıralım. Derneklerimizin yarışmalara verdiği destekle, fotoğraf yayınlarına gösterdikleri ilgiyi yan yana koyalım. Nasıl bir manzara çıktı karşımıza?…
Lafın tam burasında –fotoğraf kitapları çok pahalı- diyen kara gözlü kardeşlerimin gadasını alırım ama öyle demesinler çok ayıplarım. Boynuna bilmem kaç dolarlık fotoğraf makinesi takan, ama evinde bir rafcık olsun fotoğraf kitabı bulunmayan kişinin bendeki imajı dörtçeker arazi aracıyla şehrin caddelerinde patinaj çeken muhtereminkinden mek parmak yukarıdadır ancak.
O kadar yani.
Elbette fotoğraf yayınlarının ister albümler olsun, ister kırık dökük kuramsal metinler, kuş kondurduklarını, fikir, sanat, estetik alanda şahikalar yarattıklarını, bunlardan nasiplenmeyen kişilerin çok şey kaybettiğini söylemiyorum. Ama daha iyilerinin yapılabilmesi için önce bir fikir birliği edelim:
“Kitapsız fotoğrafçılık olmaz, bir memleketin yayını yoksa fotoğrafı da yoktur,” diyelim. Bilmem siz ne dersiniz? –burada Cumhuriyet’in ilk dönemlerine küçük bir gönderme yaparak yeni bir toplumsal tasarımı hayata geçiren kadroların kitaplar ve yayınlar konusundaki tavrını hatırlatmak isterim.-
Fotoğrafçılarımızın motivasyonunu “yarışmalar” üstünden diri tutmak, fotoğrafçılığın gelişimini yarışarak sağlamak gibi bir strateji benimsenmiş durumda. Fotoğraf topluluğumuzun günlük hayatı bu işleyişi pekiştiriyor. Şimdiye kadar bu stratejiyi enine boyuna tartışanlardan biriyim. Bu konudaki fikirlerimin, yarışma karşıtı tutumlarımın ne kadar sıkıcı olduğunu biliyorum. O halde gelin şöyle yapalım:
Yarışma düzenleyen, denetleyen kurumlarımız, şartnamelere bir madde ekleyerek her birinden küçük bir pay ayrılmasını, federasyonda yayın fonu oluşturulmasını sağlayabilirler. Sevgili hocalarımız, ustalarımız, ödüllü, madalyalı fotoğraf sanatçılarımız bu fona kaynak aktarmayan yarışmaların jürilerinde görev almayı reddebilirler. “Çok mu zor?” Böyle bir yayın fonunu yarışmalar üstünden yaratmak için elbirliği etmek hakikaten çok mu zor?
Sonrasını tartışırız. Federasyon her yıl genç akademisyenlerin çalışmalarını “seçerek” yayınlar. Kuramsal çalışmalar, araştırmalar yayın desteğiyle teşvik edilir.
Yarışmalarla motivasyon kazanma bağımlılığı geliştirmiş fotoğraf topluluğumuz heyecana gelir, yine her yıl birkaç fotoğrafçının albümü bu kaynakla yayınlanır. Fonun sağlayacağı sübvansiyon sayesinde yayınların fiyatı düşük tutulur.
Bu düzenlemeyle birlikte, jürilerimizin seçkin temsilcileri boşta kalmayacakları gibi, yeni bir yarışma daha ihdas ederek “seçme” işini çoğaltmış oluruz. Ben de “Cumhuriyet’in Fotoğrafı”nı tartışan Kontrast’ın bu sayısına notumu düşmüş olurum…
Not:
Buraya kadar okuduklarınız, hizayı “cumhuriyet” rejiminden yana alan, ancak bunun yetmediğini bilerek “tam demokrasi” isteyen, insan haklarını yeryüzündeki tüm canlıların yaşam haklarıyla birlikte savunan, hukukun egemen olduğu, uzak ve yakın tarihle yüzleşmiş bir toplumun üyesi olmak isteyen bir “fotoğraf insanı” tarafından yazılmıştır.
Özcan YURDALAN
Fotoğrafçı, Yazar
[email protected]
Kontrast Sayı 43, Eylül-Ekim 2014