Modernizmin daha ilk yıllarından itibaren bir ideolojik araca dönüştürdüğü ‘klasik fotoğraf’a (nesne’nin kendi uzamından ve işlevselliğinden koparılmadığı) ait birçok adlandırma, işlevselliği boyutunda yapılmıştır.
Örneğin ‘belgesel’, ‘tanık’, ‘kanıt’ vb. bu tanımlamaların aynı zamanda fotoğrafın tarihsel, toplumsal, politik ve kültürel yanı ile ‘varlık bilimsel’ yapısının ya göz önüne alınmadan ya da bunlardan birine indirgenerek yapıldığını görürüz. Hatta geçmiş zaman kipinde ‘nesne’nin varlığını gösteren ‘klasik fotoğraf’ tanımı varoluş sorunları olan ‘olay’ ve ‘olgular’ ile aynı biçimde ilişkilendirilmiş, görme edimi ve yüz yüze algı meselesi ile ‘fotoğraf’ özdeş kılınmaya çalışılmıştır.
Fotoğrafın tarihsel, toplumsal ve politik bir ‘temsil’, yani bir görsel kod sistemi olduğu, asıl meselesinin bir ‘anlam’ yaratmak olduğu hep gözümüzden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Bu nedenle bir algı yönetimi olarak hep işlevsel yanı üzerine dogmatik bir tutum ve yaklaşım sergilenmiş ve sergilenmeye devam edilmektedir. BUNUNLA DA KALINMAMIŞ; Fotoğrafçının sorumluluğu da ideolojiye indirgenmiş, bu nedenle de fotoğrafçının hangi içerikte fotoğraflar çekmesi gerektiği bile bir toplumsal sorumluk sorunu olarak ele alınmıştır.
Tabii ki bütün bunlarda Modernizm’in NESNE’yi ele geçirdiğini, onun üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurduğunu düşünen ÖZNE anlayışı en büyük etkendir. Bilim ve özellikle teknoloji nesnenin ele geçirilme araçları olarak çalışmış ve hala çalışmaktadır.
İş fotoğraf dünyasına da gelince, fotoğrafçı, öznenin görüntü üretimini de aynı düşünceler, aynı akıl yürütme çerçevesi içinde işlemektedir. Fotoğrafçı, sanki nesneyi özgürce kendine malzeme yapabilmekte ve ortaya tamamen öznel bir görüntü koymaktadır.
Yani NESNE tamamen atıl konuma sokulmaktadır. Kendi uzam ve zaman ilişkisinden koparılarak fotoğrafçının üstünlüğü, fotoğrafik görüntüyü tek başına adeta nesneden bağımsız olarak ürettiği bir akıl yürütme biçimi olarak izleyiciye dayatılmaktadır. İşte fotoğrafın ne olup olmadığına dair bu yönlendirici söylemler aslında bir ALGI YÖNETİMİ’nden başka bir şey değildir. İzleyiciye fotoğrafı böyle okumalısın; onu böyle algılayıp, yorumlamalısın dayatmasından başka bir şey değildir bu.
Fotoğrafçının objektifini yönelttiği DÜNYA sayısız ve birbiri ile ilişkili ve ilişkisiz olayların meydana geldiği bir KAOS’tur. Fotoğrafçı da bu kaos içinden seçeceği tekil bir olayda dahi, hiç bir şekilde diğer olaylardan bağımsız davranamaz. Sadece seçtiği tekil olaya karşı diğer olayları bir malzeme haline getirmeye çalışır. Bu nedenle de sayısız fotoğrafik manipülasyonlara başvurur. Örneğin, enstantane seçimi/sayısız enstantaneden bir tanesi tek gerçeklik gibi seçilir, alan derinliğine başvurur, tonalite ile oynar… vb.
Bu ‘Dünya ile Sohbet’ nereden çıktı derseniz; fotoğraf, nasıl özne ve nesne arasındaki bir ilişki ise, sohbet’in de en az iki kişi arasında olabilmesinden kaynaklanan bir benzetme, çağrıştırma diyebilirim.
Bu noktada tamemen Jean BAUDRİLLARD’ın görüşlerine katılmaktayım [1]. “Fotoğraf DÜNYA’ya karşı harekete geçmek demektir.” “Bu bir tür yakalamadır aynı zamanda ve inkâr etmeyi içerir, onu mesafede tutmayı, ona anlam vermeyi içerir. Burada sadece özne değil, dünyanın kendisi de harekete geçerek kendi kurmacasını özneye dayatmış olur. Tabii özne anlamaya, hâkim olmaya, onun sihirbazı olmaya devam etmek ister. Ama fotoğraf çok daha ilkel bir düzeye gelerek ışık, madde, öz, görüntü oyunlarına dönerek, dünya eylemine geçmiş olur ve bu şekilde de bir tür suç ortaklığı oluşturur; bir tür nesnel suç ortaklığı oluşturur bizimle dünya arasında. Çünkü dünyanın kendisi de işin özüne baktığımızda ortaya çıkışıyla bir eyleme geçişi oluşturur” [2].
Dolayısıyla fotoğrafçı, özne hiç bir zaman KLASİK FOTOĞRAF TÜRÜNDE nesne’den bağımsız hareket edemez.
Her zaman için nesneye bağımlıdır. Özne, nesneye kendini bir görsel söylem, kendi başına bir ANLAM yaratmak üzere dayatırken, nesne de kendini FOTOĞRAFÇIYA sonsuz görünümleri ile dayatmaktadır.
Tabii ki mesele J.Baudrillard’ın da dediği gibi estetik alanın ötesine geçerek özne ile nesnenin buluşmasını sağlamak ise, zaten benim için klasik fotoğrafın her türü nesne ile öznenin KARŞILILIK İLİŞKİSİ’dir. Ne nesne, ne de özne birbirinden bağımsız değildir.
Eğer nesnenin ayartması, baştan çıkartma gücü olmasa hiç bir fotoğrafçı özne, objektifini o nesneye yöneltmeye kalkışmaz. Fotoğraf çekmeyi aklından bile geçirmez -ezbere, görev ‘miş’ gibi çalışanları kastetmiyorum tabii-.
Bu nedenle de KLASİK FOTOĞRAF, fotoğrafın gerek ontolojik, gerekse kültürel yapısını apaçık ortaya koyar ki insanoğlunun görsel söylem biçimleri içinde ÖZNE ve NESNE’nin bir İKİLİ, KARŞILIKLI İLİŞKİSİ’ne tanık olabileceğimiz SÖYLEM biçimidir. Aynen bir sohbetin koşulları gibi. Nasıl ki tek başına sohbet olamıyor ise…
Fotoğrafın amacı nesne’nin varlığını kayıt almakla birlikte ÖZNE ve NESNE’nin bir araya getirilmesidir adeta. Sohbet biter taraflar kendi yollarına devam eder.
Kısaca söylemek gerekirse; nesnenin baştan çıkarması ve ayartması ile başlayan bir görme edimi FOTOĞRAF’ın gerçekleştirilmesi, yani bir somut biçime dönüşmesi SOHBET’in ta kendisidir. Taraflar gerçek anlamda bir diğerinin ÖTEKİSİ olduğu halde isteseler de birbirlerini ele geçiremezler (ama MODERNİST ÖZNE’nin amacı her zaman bu olmuştur; nesne’yi fotoğraflayarak ele geçirdiğini, kayıt altına aldığını düşünür).
Tabii bu fotoğraflar her hangi bir bağlamda toplumsal paylaşıma açıldığında SOHBET, sohbet olmaktan çıkacak bir TEMSİL SİSTEMİ olarak çalışmaya başlayacak ve izleyici karşısında göstergeler sisteminin bir ANLAM yumağına dönüşecektir. Hatta bir kısım sanat savunucusu bu fotoğrafların görünürün ardındaki asıl gerçeği ortaya çıkardığını düşünmektedir.
Aslında her bir bağlamda, izleyici bu fotoğraflar ile soyut, zihinsel bir sohbet başlatmaktadır. Ve bu yapılan sohbetler fotoğrafçı öznenin, nesnesi ile yaptığı sohbetten bir çeşit uzaklaşması ve yeni sohbetlere kapı aralamasıdır. Bu nedenle de fotoğraf tarihine baktığımızda aynı fotoğrafın karşıt ideolojiler tarafından farklı bağlamlarla ve farklı alt yazılar ile kendi düşünsel dünyalarına yönelik bir anlamlandırma içinde kullanıldığını görürüz; tabii bunun da adı açık bir biçimde algı yönlendirmesidir.
Kaynaklar:
[1] Varlık Dergisi-Aralık 1999-sayı 1107-Jean BAUDRİLLARD_Fotoğraf Işığın Yazısıdır-Sf80
[2] Varlık Dergisi-Aralık 1999-sayı 1107-Jean BAUDRİLLARD_Fotoğraf Işığın Yazısıdır-Sf81
NOT: Tüm fotoğraflar Orhan Alptürk’e aittir ve cep telefonu ile üretilmiştir. Bundaki amaç sohbetin anlık ve her yerde ortaya çıkış ontolojisidir.
Kontrast Sayı 48, Temmuz-Ağustos-Eylül 2015
Orhan ALPTÜRK
Fotoğraf Sanatçısı, Yazar
[email protected]