“… Fotoğraf’ın sonsuza dek kopyaladığı şey aslında yalnız bir kere olmuştu. Varoluş açısından asla yinelenemeyecek olanı, mekanik olarak yineler Fotoğraf.”
R. Barthes
Sanat ve fotoğraf denilince akla gelen ilk kitaplardan birisidir Camera Lucida ve tabii ki yazarı Roland Barthes. Yazar fotoğraf üzerine düşünülebilecek her konudan söz etmiş ve bizi Punctum ve Studium kavramlarıyla baş başa bırakmıştır.
Fotoğraf ile ilgilenen her bireyin ortak kaygısıdır sözünü doğru iletebilmek, bu bağlamda fotoğrafın özelliklerini bilmek ve fotoğrafın ne olduğu sorusuna cevap aramak, felsefi açıdan kavramları sorgulamak gerekir. Bireyler dış dünyaya ilişkin bilgilerinin büyük bir bölümünü görme duyusu ile sağlamaktadır. Görme duyusu bireyin tüm duyu sistemi içinde gerek zenginlik ve gerekse etkinlik açısından ayrıcalıklı bir yer ve öneme sahiptir. Hedefi gerçeği bir yüzeye aktarmak olan fotoğraf, kendi gelişim sürecinde gerçeğe temas ederek zaman kavramını anlaşılır bir olgu haline getirmekle beraber, görselliğin temeli olan ışığın dilini, yaşanılan dönemin görsel envanterini ve aynı zamanda insanların bireysel gerçekliğini de aktaran bir konumdadır. Gerçeklik kavramına ayna tutan fotoğraf gelişimi boyunca, görüntü üretme sürecinde ve gerçekliğin algılanmasında önemli değişimler yaşamıştır.
Nesnel gerçekliğin birebir kopyalanabilir ve çoğaltılabilir oluşu ise tüm görsel kültürü etkileyerek, her alanda yeni vizyonlar geliştirmiştir.
Fotoğraf, anlamlar barındıran katmanlardan oluşur. Fotoğraf, çeken kişinin gördüklerini, gördükleri karşısında hissettiklerini iki boyutlu bir düzlem üzerine indirgemesi durumudur. Fotoğrafçı karşılaştığı mevcut olayları, durumları, nesneleri bir araya getirerek deklanşöre basar ve fotoğrafta birer imge olarak seyirciye sunar. Fotoğrafa bakan birey gözleriyle görüntüyü algılar ve o imgeleri beynine iletir. Görüntüler beyine iletilene kadar anlamsız göstergelerdir. Asıl anlamlandırma ve kavrama bu noktada başlar. Bu görüntüler bakan kişide yeryüzündeki gerçekliğe ait sunumlar yaparken, izleyiciye bu yüzeyin alt katmanlarındaki sanatçının varoluş gerçekliğini aktarabiliyor, hissettirebiliyorsa güçlü olduklarını söyleyebiliriz. Kısaca görüntülemek anı dondurmaktan ibaret değildir. İçine aldığı öğelerin yapıları, aralarındaki ilişki, taşıdığı söylemler onu ilginç kılar. Görselde düşünsel ve estetik olanın yanı sıra doğru anı seçmek ve kendi gerçekliğimizi sadece gördüklerimizle değil, beynimizle hatta ruhumuzla yansıttığımız zaman fotoğraf nefes almaya başlar. Fotoğraf çekme eylemine girişen kişi gördüğü birçok duruma geçici duygularla tepki verir. Salt görselliği cezbedici olan görüntüler, görme kavramı üzerine düşündürmez bizi.
Barthes’ın söylemleri işte bu noktada karşımıza çıkar. “Fotoğraf nedir?” sorusunun peşinde olan Barthes göstergeleri, gösterge dizgelerini ele alarak tamamen kendi bakış açısıyla fotoğrafın ne olduğu üzerine söylemler geliştirmiştir. “Göze nasıl görünürse görünsün, ne türden olursa olsun, fotoğraf görünmez: gördüğümüz şey aslında o değildir. Kısaca, gönderge ayrılmaz.” Ve fotoğrafın kendisine hissettirdiklerinden yola çıkarak Punctum ve Studium kavramlarını fotoğraf kuramına kazandırmıştır.
Roland Barthes, Punctum ve Studium‘u fotoğraf içerisinde aynı anda bulunan, fakat birbirlerinden tamamen bağımsız iki kavram olarak tanımlar.
Bu iki kavram ile “Fotoğraf nedir?” sorusuna hatta birçok kişi tarafından beğenilen ve iyi fotoğraf olarak gösterilen fotoğrafların neden bizde etki bırakmadığına ve bunun yanı sıra birçok kişinin dikkatini çekmeyen kötü fotoğraf sınıfına giren bazı fotoğraflarınsa içimize mızrak gibi saplanıp, bizi acıtması, etkilemesi durumuna cevap bulabiliyoruz. Fotografik görüntü içerisinde bizi etkileyen gördüğümüz şey aslında o değildir. Barthes’a göre, fotoğraf gerçeğin temsilidir, gerçek yoktur. Sadece fotoğrafı çekilen nesneler, kişiler, eşyalar durur karşımızda. Fotoğraf bize onların, o andaki hallerini ve ölümlerini gösterir. Barthes, bir fotoğrafta bulunması gereken nitelikleri, fotoğrafın verdiği mesajı sorgular. “Ne pahasına olursa olsun fotoğrafın kendi içinde ne olduğunu, görüntüler topluluğunda hangi temel özelliklere ayrıldığını öğrenmek istiyordum” diye yazar. Çoğul okumalar içerisinde varlığı sorgular. Fotoğraf makinesi karşısında duran birinin varoluşu ve fotoğrafçının deklanşöre dokunuşu ile bir mecaz yaratılır. Fotoğrafa müdahale söz konusu değildir, dışarıdan bir şey eklenemez ya da içerisinden bir şey çıkartılamaz.
Fotografik okuma birçok noktadan yapılırken Punctum ve Studium bağlamında şöyle ele alabiliriz; Punctum, fotoğrafa bakan kişinin ilk dikkatini çeken, onu delip geçen ve o an içselleştirilen anlamdır. Barthes, Punctum’dan, “Fotoğrafın içinden çıkıp size mızrak gibi saplanan, delip geçen” diye bahseder. Bu anlamı barındıran obje fotoğrafta gerek anlamsal gerek şekilsel ön plana çıkan herhangi bir şey olabileceği gibi kavramsal bir ifade olarak da çıkar karşımıza. Punctum kişisel olmakla beraber duyguları bir araya getiren göstergesel yapısıyla açıklanmasına gerek olmayan bir durumdur. Punctum’u anlama çabaları bizi Studium’a sürüklemeye başlar. Punctum fotoğrafın aurası niteliğinde fotoğrafçının söyleminden bağımsızdır. Punctum fotoğrafın içerisinde sessizce seyirciye sızan fark edildiği anda sizi sarsan bir darbedir. Bu darbeyi aldığımız anda fotoğraf bizi içine çoktan almıştır. Punctum tamamen izleyiciye hitap eder ve fotoğrafçının insiyatifinden çıkmıştır artık.
Punctum’u bize vermeyen fotoğraflar ise salt görsel estetik hazzı hissettirir.
Barthes’e göre Punctum fotoğraftan fışkıran ve okuyanı çarpansa, Studium fotoğraftaki bir şeyi öylesine beğenip beğenmeme durumdur. Studium, fotografik söylem içerisinde anlatılmak istenileni anlamlandırma, anlamlar arasındaki ilişkileri ve bu anlamları kendi bakış açımıza göre ele alıp yaptığımız değerlendirme ve gösterdiğimiz ilgidir. Kısaca Studium, fotoğrafı biçim ve içerik bağlamında inceleme, yorumlama ve algıladıklarımız sonucunda fotoğrafı beğenme ve fotoğrafa değer verme sürecini tanımlar. Studium, fotoğrafın göstergebilimsel (semiyoloji) okunmasını, fotoğraf içerisindeki simgeler ve semboller ile anlamlar arasında benzerlikler bulmaya dayalı fikir yürütmeyi kapsar. Bu bağlamda fotoğrafın incelenmesi sonucu bulunan her türlü ideolojik, kültürel, tarihsel, etik, estetik ve teknik olarak yapılan okumalar Studium kapsamındadır ve fotoğrafı anlamanın temelinde bilgilere dayalı anlamlandırma olayı yatar. Barthes’ın söylemlerinde, fotografik metnin çoğul anlamlılığını işaret etmesi ile fotoğrafta fotoğrafçının gösterdiğini değil de seyircinin kendi görmek istediğini görmek istemesi aynı şeydir. Fotoğrafta da tek bir anlam yoktur. Çoğul anlam ve çoğul görülebilecek olanlar vardır. Fotoğrafçı ve seyirci aynı ortak paydada buluşabilir. Fotoğrafçının mesajı seyirci tarafından hemen ve doğru şekilde anlaşılabiliyorsa bu kişisel birikimler ve spesifik ilgi sayesinde gerçekleşir.
“Fotoğrafın sonsuza dek kopyaladığı şey aslında yalnız bir kez olmuştur. Varoluş açısından asla yinelenemeyecek olanı, mekanik olarak yineler Fotoğraf. Onda olay hiç bir şey uğruna aşılmaz: gereksinme duyduğum bütünü görmek olduğum bedene geri götürür o her zaman; yorulmaz anlatımı ile fotoğraf, mutlak tikel mat ve biraz bön bir egemen olumsal, bu (fotoğraf değil, bu fotoğraf), kısaca bir tuché, fırsat, karşılaşma ve gerçektir” der Camera Lucida’da Barthes. Düşüncelerini Punctum’un zihinlere sığmazlığı karşısında örneklerle açıklamaya çalışmakta ve kendi kişisel bakış açısı ile fotoğrafın ne olduğunu ve kendisine hissettirdiğini sorgulamaktadır. Ona göre fotoğraf seyirciyi heyecanlandırmalı, şaşırtmalı, tutku uyandırmalı ya da canını acıtmalıdır.
Günümüz belgesel fotoğrafçılarından Dora Günel’in “Yaşam, Alzhemier, Ölüm” adlı fotoğraf serisinde beklemeden gelen mızrak gibi içimize giren Punctum kavramı ile karşı karşıya kalıyoruz. Gerçeklik ve sorgulaması bir yumruk gibi yüzümüze çarpıyor. Fotoğraflara baktığımızda aklımıza Barthes’in “Fotoğraf nedir?” sorgulaması ve ölüm ile fotoğraf arasında kurmuş olduğu ilişkiyi anlattığı şu sözler geliyor “… Ucunda ölüm olan geçmiş bir geleceği dehşet içinde gözlüyorum. Pozun mutlak geçmişini (geniş zaman) veren fotoğraf, bana gelecekteki ölümü hatırlatıyor. Beni delen bu eşdeğerliliğin keşfidir. Çocuk olan annemin fotoğrafı önünde kendi kendime şunu söylüyorum: O ölecek…”
Fotoğraflara baktığımızda geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman duygularını aynı anda yaşıyoruz. Ölüm kavramı yaşamdaki bütün eylem ve faaliyetlere anlam katan bir kavramdır. Bu fotoğraflarda fotoğrafın ölümle bağıntılı olduğunu öne süren birçok düşünüre istinaden Çerkes Karadağ’ın “Fotoğraf Ölümü Kutsarken, Yaşamı da Sorgular!” söylemi Dora Günel’in bu fotoğraflarında karşılık buluyor. Fotoğrafçı deklanşöre basma anının ötesinde ölen kişinin (annesinin) fotografik imgesi içinden geçip onu gerçek kılabileceği, varlığına ulaşabileceği bir punctum anı yakalamıştır…
Öğr. Gör. Nilay İŞLEK
İzmir Ekonomi Üniversitesi
[email protected]
Dora Günel Fotoğrafları: Yaşam, Alzheimer, Ölüm