Cumhuriyet döneminin başlarında, yaşadıklarım içinde, bence en değerli olanlarını sizlerle paylaşmaya çalıştım. Yaşamıma yön veren, fotoğrafın başka başka dallarını öğreten, bu sanata âşık olmamı sağlayan insanları ve olayları anlattım…
1947 – Elazığ’da orta öğretim yılı yaz döneminde, babam meslek öğrenmem için bir sanatkârın yanında çalışmamı istedi. Ben de o sıralarda bir kutu makine ile arkadaşlarımın fotoğraflarını çekiyordum. Babamdan beni bir fotoğrafçının yanına vermesini istedim. O dönemlerde şehirlerde en fazla bir veya iki fotoğrafçı olurdu.
Bu fotoğrafçılar son derece iyi giyimli, kültürlü kişilerden oluşurdu. Zamanın en değerli makinelerini kullanıyorlardı. Stüdyo fotoğrafçılığının yanı sıra, bayramlarda geçit törenlerini ve okulların toplu fotoğraflarını da çekiyorlardı. Babam beni FOTOKAR isimli bir stüdyoya çırak olarak verdi. Stüdyo sahibi Emin Kızılkan son derece titiz, temiz ve düzenli biriydi. Karanlık odasına çok önem verirdi. Aletlerini, makinelerini ve fotoğraflarını son derece titizlikle hazırlar ve çalışırdı. Emin bey 1949 yılında, ismini doğru anımsıyorsam, ANSIKO marka renkli ecza ile ilk kez kızının fotoğrafını çekerek renkli fotoğraf basmıştı. O tarihlerde Türkiye’de çok az yapıldığını düşünüyorum. Çünkü ilk kez renkli fotoğrafı orada görüp çok etkilenmiştim. Çalışmalarını sürekli izliyor, nasıl yapıldığını öğreneyim diye çok çaba sarf ediyordum.
Emin Usta bana çok şey öğretti, ona çok şey borçluyum. 1951 yılında Ankara’ya geldim. O tarihlerde Ulus’ta Hakkı Afyoncular’ın fotoğraf stüdyosu, Ermeni Nubar beyin stüdyosu, Foto Spor gibi dönemin iyi fotoğrafçıları bulunuyordu. Bu dönemde bu fotoğrafçılarla sık sık sohbetlerimiz olurdu.
Fakat bu yıllara baktığımda benim en büyük şansım Şinasi Barutçu ile tanışmış olmam oldu. Fotoğrafın başka alanlarını; doğa fotoğrafçılığını, fotoğraf sanatını, fotoğrafta kompozisyonu ondan öğrendim.
Şinasi hoca benim fotoğraf konusundaki merakımı görünce, kendisinin yeni kurduğu M.E.B.’na bağlı, Ö.F.M.’nde (Öğretici Filmler Merkezi) birlikte çalışmamızı önerdi ve orada işe başladım.
Yıl 1952 – Ö.F.M.’nin yaptığı iş, okullara ders slaytları hazırlamaktı. Bu konuda, bir dersi kurgusuyla birlikte öğretmek için fotoğraflar çekiyorduk.
Bunlardan birisi “Bir Ekmeğin Masalı”, diğeri “Anadolu Tarihi ve Doğal Güzellikleri”, Anadolu’nun tarihini ve güzelliklerini anlatan bir slayt seti… Bu sayede hoca ile Anadolu’yu gezmeye başladık. O dönemlerden çok iyi hatırladığım şey, slayt makinesinin çalışma şekli… Çoğu yerde elektrik olmadığı için, slayt gösterme makinesinin arkasına lüx lambasının ışığını verdirerek, slaytı makinedeki mercek aracılığı ile duvara yansıtıyorduk.
Şinasi Barutçu 40’lı yıllarda Anadolu’yu bisikletle dolaşarak fotoğraflamıştı. Fotoğraflarını izleme şansım oldu ve o tarihte işte Anadolu’yu gezme aşkım başladı. O günden bu güne ben de Anadolu’nun her köşesine uğrayıp doğasını, kültürünü ve tarihini fotoğraflıyorum. Bana verdiği hedef, vizyon ve açtığı ufuklar için hocama çok şey borçluyum.
O yıllarda Şinasi Hoca ilk olarak Türkiye Amatör Foto Kulübü’nü kurmuştu, daha sonraları bende bu kulübe üye oldum.
1950’li yıllarda Muzaffer Uyanık ve Latif Osman Çıkıgil ile tanıştım. Dönemin doğa sporu olan dağcılık konusunda çok önemli kişilerdi. Latif Osman Çıkıgil, Muzaffer Uyanık, Şinasi Barutçu ile birlikte Hakkâri, Cilo, Sat dağlarına gittik. Bugün arkama dönüp baktığımda iyiki oralara gitmiş, doğa güzelliklerini, insanlarını tanımış, onlarla zaman geçirmişim diyorum. Orada olmaktan ve fotoğraflamaktan dolayı çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Daha sonra Şinasi Barutçu İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar’a tayin edildi. O dönemde İFSAK’ı kurmuş ve ölünceye kadar da fotoğraf sanatına uğraş vermiştir. Fotoğraf sanatı adına Cumhuriyet döneminin en önemli kişilerinden biri ile çalışmak çok değerli benim için…
Askerliğimi Ankara’da yaptım. Hava Kuvvetleri fotoğraf bölümünde askerliğimi tamamladım. Sonra Ankara, İzmir caddesinde FOTO BALİN adı altında kendi stüdyomu açtım. Balin Otelinin karşısında olması nedeniyle onların tüm fotoğraf işlerini de yapıyordum.
Bu dönemde reklam, tanıtım amaçlı fotoğraf çekimlerine de başlamıştım. Zamanın ünlü mimarlarının proje ve maket fotoğraflarını çekip büyütüyordum. Vedat Dalokay, Behruz Çinici, Şevki Vanlı gibi dönemin gerçekten iyi sanatçıları ile çalıştım. Maket çekimlerini sadece stüdyoda değil, çatı katına çıkarak doğal ışık ve bulutlarla çekmeye başladım. Kendimce farklı çekim teknikleri geliştirmeye başladım. Maket içlerine küçük ışıklar yerleştirerek gece ışıklandırılmış bir mekân görüntüsü veriyordum.
Bunun yanı sıra doğa fotoğraflarını; Orman Bakanlığı’na, Turizm Bakanlığı’na metrelik duvar fotoğrafları olarak basıyordum. Siyah-beyaz 2 metreye 5 metrelik fotoğraflar bastığımı hatırlıyorum. Agrandizörü duvara yansıtıp kağıda pozlama yapıyordum. Tabi metrelik kâğıtlara parça parça basıp, büyük suntalara yapıştırarak birleştiriyordum. Çok emek isteyen fakat bir o kadar da keyif veren işlerdi.
Anadolu’yu gezme merakım yine durmuyor, işlerden fırsat buldukça kendimi doğaya atıyordum. 1964 yılında tekrar Hakkari, Cilo ve Sat Dağlarına gitmeye karar verdim. Zap Suyunu, belimize kadar suyun içinde, kimi zaman yürüyerek geçtik, Beyazsu Vadisine, oradan Yüksekova’ya, dağları gezerek bir seyahat daha gerçekleştirdim.
Bu dönemde çekilmiş fotoğraflarımı bir kitap halinde yayınladım.
1970 yılında, yine Şinasi hocamla beraber Bingöl Karlıova’ya “siyahgüneş”i fotoğraflamaya gittik. Bu olay o tarihlerde Meydan Larousse’u hazırlayan Nurettin Erkılıç tarafından bana not olarak verilmişti, bende hocamı alarak gittim. Bana anlatılan bu olay, dünyada iki yerde görülürmüş… Birisi Himalayalar’da, diğeri burada gerçekleşiyormuş… Bingöl Karlıova’da Temmuz ayında olan bu hadise, yüzlerce gölcüklerden oluşan bir alanda, tamamen ışık yansıması sonucu güneşin koyu görünme hadisesiydi. Hocayla gittiğimizde fotoğraflayamadık.
Bunun sonrasında başka başka yıllarda dört kez daha gittim, ama fotoğraflayamadım. Az bir zamanda kalınarak görünecek bir olay değil… Belki haftalarca kalınıp; o bir saate denk gelmeniz gerekiyor. Neyse, bunu beklemek bile insana o alanda yüzlerce farklı fotoğraflar çektiriyor…
Daha sonraları hayatımıza renkli fotoğraf girdi. Bunun için yeni eczalar, makineler araştırıp alıyorsunuz ve hayata geçiriyorsunuz. Renkli Fotoğraf banyosu, baskısı ve slayt banyosunu Ankara’da yapan ilklerden oldum. Şimdi anlatsanız anlayamaz gençler… Karanlık odada bastığınız kart ecza içinde yavaş yavaş belirir ya… İşte o anki heyecanınız bambaşkadır… 80 yıllık yaşantımda fotoğrafta hep teknolojinin ilklerini yaşadım. Çok şanslıyım…
Cumhuriyet döneminin başlarında, yaşadıklarım içinde, bence en değerli olanlarını sizlerle paylaşmaya çalıştım. Yaşamıma yön veren, fotoğrafın başka başka dallarını öğreten, bu sanata âşık olmamı sağlayan insanları ve olayları anlattım.
Hala aynı heyecan ve sevgiyle, fotoğrafla birlikte yaşıyorum…
Fotoğraflar: Necmettin Külahçı
Kontrast Sayı 43, Eylül-Ekim 2014
Necmettin KÜLAHÇI
Fotoğrafçı
FSK ve DASK Kurucu Üyesi
[email protected]