Kamuran FEYZİOĞLU | Clive Scott – Sokak Fotoğrafçılığı (36. Sayı)

Çeviri:Hüseyin Yılmaz/Espas Kuram Sanat Yayınları/230 s.

Sokak hep içinde olduğumuz, yaşadığımız ve yaşattığımız bir alan olması sebebiyle, fotoğraf meraklılarının ilgisini hep çekmiştir. Sokağın dolayısıyla yaşamın en doğal hallerini karelemek ve gelecek nesillere aktarmak, biz fotoğrafçılarda daimi telaştır. Geçmişten gelerek kapımızı çalan o fotoğraflar hayalimize düştüğü an, negatifimize veya algılayıcımıza düşecek o izin heyecanı da aynı kapıda beliriverir. Ancak görüldüğü kadar kolay olmayacağını da ilk deneyimle birlikte anlamak zor olmayacaktır.
Ne kadar içinde olduğumuzu düşünsek de içselleştirdiğimiz alanın dışında kalarak, dışarıdan bir göz olabilmek de bir o kadar zordur. Bu işin incelikleri veya püf noktaları var ise de biz bilemeyiz. Zaten fotoğrafçılıkta “püf noktası” diye bir şey yoktur, deneyimler ve hayata dair tüm pratikler vardır. Sokak dediğimiz kamusal alan da tam da bu pratiklerin bir uygulama alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu ay yorumlayacağımız kitap, Sokak Fotoğrafçılığı. Clive Scott iyi bir araştırma kitabı sunmuş bizlere. Sokak fotoğrafçılığının tam olarak ne olduğunu, özellikle belgesel fotoğraftan ayrıldığı noktaları, kökenlerini, empresyonizmle (izlenimcilik) ve dönemin sanat akımlarıyla olan ilişkilerini ele almış kitabında. Kent algısını, Paris’in Haussmann tarafından yeniden planlanmasını ve bunun kentin yaşantısındaki psiko-dinamik algıyı nasıl değiştirdiğini anlamaya çalışırken, anlatmaya da çalışıyor.

Biz hala “resim değil fotoğraf” demeye devam ederken, Clive Scott “Stüdyodan Sokağa” bölümünde, yüzey üzerinde anlatım dilini kullanan iki alan olan resim ve fotoğrafı tarihsel verileriyle harmanlıyor. Dönemin ressamlar için fotoğraf çeken fotoğrafçılarını da göz önünde bulundurarak ve tablolardan yola çıkarak, kenti resmeden ressamlar ile kenti fotoğraflayan fotoğrafçıları ortaklaştırıyor. Yazar, kitabın her bölümünde rastlanan sokak fotoğrafçılığı ve belgesel fotoğraf ayrımını ayrıca bir bölüm olarak ele alıyor. Berger’in, “masalcı, ressam yada aktörün tersine fotoğrafçı her bir fotoğrafında sadece tek bir temel tercih yapar, fotoğraflanacak anın tercihi” (S:79) sözünü anımsatıyor ve bu ana, sokak fotoğrafçısının ne kadar sadık kaldığı ve önemsediğini; belgesel fotoğrafçısının ise özne hakkında bilgi iletmeye yönelmesinin, fotoğraflama eylemlerinde ne kadar önemli olduğunu vurguluyor.
Buradan Bresson’un meşhur “karar anı” teorisine de ulaşıyoruz ister istemez; “görünenin kamera vasıtasıyla sezgisel yakalanışı” olarak tekrar tekrar bahsediliyor. Sokağı daha fazla içselleştirip tanımaya yönelik bölüm, sokak sanatları ve zanaatları bölümü ile başlıyor. Bu bölümde yazar, gece ile gündüzü arasındaki değişkenliği, orada olup bitenleri ve her biri yeni başlayan maceraları, fotoğrafçıların yaptığı çalışmalarla birlikte ele alıyor.

Fotoğrafın anlatım dili, görselin zenginliği ve her fotoğrafta belki de sil baştan yeniden başlayacak olan anlatım ve çağrışımlarımız için hazırladığı bölüm, “dilin uygunluğu ve uygun bir dil” bölümünde inceleniyor. Bu bölüm, özellikle Roland Barthes’ın alıntı yorumlarıyla zenginleştirilmiş olarak karşımıza çıkıyor.

Haussmann’ın Paris’i üzerinden bir kentin değişimi ve dinamikleri üzerine, “sokaklar, yapılar ve cinsiyetli şehir” bölümünde gidiliyor. Sokak kentin içinde kamusal bir yaşam alanı olması sebebiyle değişimin halk, gruplar ve kentin cinsel kimliğine olan etkisi vurgulanıyor.

Kitaptan birkaç alıntıyla yazımızı sonlandıralım:

Benim daha çok ilgilendiğim, izleyiciler olarak, bireysel algımızın, sokak fotoğrafıyla olan ilişkisinde, anlaştığı yollar ve fotoğrafın varsayılan tarihinin, algının kişisel geçmişleriyle, algısal otobiyografiyle, fotoğrafçılığın kendine has tarihi geri alma ve tarihin elde edilebilirliğini yeniden tanımlama yoluyla nasıl mücadele etmesi gerektiğiyle alakalı” (S:193).

“…orası ve sonrası ile burası ve şimdi arasında, fotoğrafın çözemediği bir süreklilik krizi vardır. Fotoğrafik geçmiş sırasız anların geçmişidir, yerini belirleyebileceğimiz bu görüntülerde zamansal olarak bir ardışıklık yoktur. Hepsi kendine ayrılmış zamandadır ve bu yüzden fotoğraflar şimdiki zamanla, kendine has bir havada ilişki kurarlar. Aslında fotoğrafçılığın sonradan ziyade, orada olmaya eğilimi vardır; başka bir zamandansa başka bir yerde olmaya…Bu yüzden genellikle bir fotoğrafa bakıldığında, görüntüyü yokmuş gibi değil “herhangi bir yerdeymiş” gibi düşünürüz (s:195)”.

Çeviri açısından bizleri çok mutlu etmeyecek bir kitap olmasına rağmen inat ederek okunmaya değer. Önümüz tatilken denizin kenarında okurum diye düşünüyorsanız sizleri biraz yoracağını söyleyebilirim. Kitaplar yazlık, kışlık diye ayrılamaz elbette ama okuması zahmetli bir süreç sizleri bekliyor, ancak inatla okursanız edineceğiniz bilgilerin paha biçilmez olacağını da eklemeden geçemeyeceğim.

Kontrast Sayı 36, Temmuz-Ağustos 2013

Kamuran FEYZİOĞLU

Bizi paylaşın..