Bir model ya da herhangi bir insan ressam karşısında, üstelik birkaç seansa yayılan gülen** insan pozu verebilir mi? Yapaylığa düşmeden ve üstelik her defasında aynı ifadeyle…
Ressamlar tarih boyunca gülen insanı çizmenin zor olmasından şikâyet ettiler.
Gülerek poz veremez insan. Gülmeyi sağlayan kasların yüzü çabuk yorduğu, her insanın kendisinde test edip görebileceği bir gerçektir. Ayrıca, gülmek tekrarlanamaz. Gülmek, ancak bir duruma gösterilen tepki olarak ortaya çıktığı için tekrarlanması mümkün olmayan değişkenlikler gösterir.
Burada yazılanlar fotografın bulunuşundan önceki dönemle ilgilidir. Ressam, gülen insan yüzü çizebilir kuşkusuz; ancak ortaya çıkan varlığı şüpheli bir insana ait olabilir. Klâsik resim tarihine bir de “gülen insan” üzerinden tekrar bakmak, meselenin zorluğunu anlamak açısından faydalı olabilir.
Gülen insanla ağlayanı ayırt etmenin neredeyse mümkün olmaması, klâsik resmin sorunlu bir sahası olarak daha 15. asırda, yazılı belgelerde tartışılır. Bu yüzyılda yaşamış olan Leona Battista Alberti, bunun bir ressam açısından hiç de kolay olmadığını itiraf eder.
Kimi yansıttığı bilinen portrelerde “gülen yüz”den kaçınılması boşuna değildir.
Portrelerde “gülmeyen insan kodu” belki de hiç farkına varılmadan, “teknik” bir sorunun doğal bir sonucu olarak, ressam karşısında kendiliğinden gelişmiştir.
Peki ilk fotografi k görüntülerde gülen insan yüzünün bulunmaması, resmin yukarıda anlattığımız kodu, fotografa devretmiş olmasıyla açıklanabilir mi?
Kim olursa olsun insanların ressam karşısında benzer pozlar verip, bunun zamanla bir koda dönüşmesi ve bulunuşunun hemen ardından klâsik portre anlayışıyla birlikte fotografa devredilmesi, hiç de yabana atılacak bir tez değildir.
Ancak bir yere kadar… Çünkü burada fotografın teknik özelliklerinden kaynaklanan, kendine has bir kod geliştirdiği söylenebilir. Bunun için fotografın icat edildiği döneme dönmek gerekecektir: Nicephore Niepce, ilk fotografı 1826’da sekiz saat pozlayarak elde edebilmişti. Sekiz saat boyunca hiç kıpırdamadan ve aynı şekilde gülerek poz veren bir insan düşünün! İlk kullanılabilir fotografı ise, 13 yıl sonra Daguerre bulabilecektir. Louis Jacques Mande Daguerre’ın 1839’da elde ettiği, dünyanın ilk kullanılabilir fotografının konusu da hareket hâlinde olmayan objelerdir. Bu arada yeni denemeler gerçekleştirilmiş ve Niepce’nin sekiz saat boyunca elde edebildiği görüntüler, 20 dakikalık poz süresine kadar indirilebilmiştir. Biz yine, gülen yüzüyle fotografçısına yirmi dakika poz veren bir insan düşünelim! Bu nedenledir ki, ilk kullanılabilir fotografik görüntüler olan daguerreotiplerde gülen insan göremiyoruz.
Biz ilk gülen insan fotograflarını Viyanalı fi zikçi Friedrich Voiglaender’e borçluyuz. Voiglaender, en az yirmi dakikada elde edilebilen görüntü sürelerini, 1840’da geliştirdiği objektifle bir buçuk, iki saniyeye kadar indirebilmişti. Fakat bu bile az bir süre değildi: Yüz hatları net portre çekmek için ciddî ve kıpırdamadan durmak gerekecekti. 1840’tan itibaren net fotograf çekmenin şartı ciddî ve kıpırdamadan durmaktı. Bunun için fotografçıların stüdyolarında fotograf makinesi kadar önemli bir demirbaş vardı: Modellerinin kıpırdamadan durmasını sağlayan koltuk ve metal tasarımlar. Fotografçı karşısında hareketsiz duruşun zamanla kendi kodunu geliştirdiği söylenebilir. Bu kod resimden geçmiş değil, fotografın kendi içinden geliştirdiği bir koddur.
Burada sözünü ettiğimiz kodun rolü nedir tam kestirilemez, ama en azından yok olduğu söylenemez. Sonraki gelişmelere ve çekim süresinin, tekniğin gelişimine paralel kısalmasına rağmen, nüfus kâğıtlarında ve pasaport gibi resmî belgelerde “ciddi” insan portresi kullanılması bir kural hâline geldi. Dünyanın neredeyse tamamında bir portre fotografın resmî belgelerde kullanılabilmesi için o yüzün “ciddi durması” şart koşuldu. Resmî belgelerdeki gülen insan yasağı Batı Avrupa ülkelerinde ancak 1970’lerden itibaren kalkmaya başladı. Son yıllarda ise pasaport gibi belgelerde kullanılacak portrelerde yüzün objektif durmasını sağlayan kurallar getirildi.
Bugün gülen insan resmi görebiliyor ve bunun gerçekte birine ait olduğuna inanabiliyorsak, bir fotograftan üretildiği ve bunu da Voiglaender’e borçlu olduğumuz kesindir. Gerçekte yaşanmış gülen insan görüntülerini fotografa borçluyuz. Ancak bir o kadar kesin olan, yüzde sırıtık durmayan gülme ancak sokaktan, günlük hayatın zenginliği içinden koparılan gerçek parçalarla, an fotografıyla mümkün olur. Çünkü gülmek poz verilerek kurgulanamaz, sipariş edilemez; gülmek, insanın komik olana kendi düzeyine bağlı olarak verdiği tepki olduğu için, en doğal hâliyle ve o anın dondurulmasıyla görüntülenebilir.
Güldüren görüntü ise tamamen farklı bir konudur. Burada kelimenin sadık anlamında “görmesini bilmek” ve “yakalamak” sorunu karşımıza çıkmaktadır. Güldüren görüntü söz konusu olduğunda, fotografın kardeşinin çizgi dünyasından karikatür ve bunun etrafında dönen çizgi denemeleri olduğu söylenebilir.
* Fotografta gülme konusuna, gülmenin felsefesi üzerine Türkçe yazılmış bir derleme kitapta (Gülme’nin Kitabı, YGS Yayınları, 2002, İstanbul) kısa bir yazıyla değinmiştim. Hatırı sayılır bir fotografçı çevremin yazıdan haberli olmadığını fark edince konuya tekrar değinme gereği duydum.
** “Gülmek” derken, sırıtma ya da aşağılamak için kullanılan “işaret” değil, daha çok gülünç bulunan bir durum karşısında gösterilen tepki olarak “gülmek” kastedilmektedir.
İlker MAGA
Kontrast Sayı 25, Eylül-Ekim 2011