Hatırlatanlar çıkabilir ama Joseph Beuys’un bilinen banyo küvetinden söz etmiyorum; kullanılmış, eskidiği için çöp olarak kapı önüne bırakılmış olanından bahsediyorum. Bu banyo küveti, az sonra çöp işlemi görecek; alınıp, çöp aracına atılacak. Ama bu çöp maddesi bir “sanatçı” tarafından bulunduğu yerden belki sadece bir metre uzaklıktaki galeri kapısından içeri çekilince “sanat objesi”ne dönüşüyor. Bir metrenin sıfır noktasında çöp objesi olan banyo küveti, metrenin son noktasında sanat objesi oluyor. Eskidiği için atılan bu banyo küveti, bir metre içinde müdahaleye uğramıyor; bütün fiziksel özelliklerini, başında olduğu gibi koruyor ama bir metrelik hareket içerisinde, nitelik değişimine uğradığı öne sürülüyor.
Ancak bu kadar da değil: Burada önemli olan, galeriye neyin içeri alındığı değil, bu işlemin kim tarafından yapıldığı. Sıradan biri böyle bir denemeye kalkışsa, büyük bir ihtimalle deliliği sorgulanacak. Aynı denemeyi tanınmamış bir sanatçı yapsa, durum radikal boyutlarda değişmeyecek, belki bu tanınmamış sanatçının deliliği sorgulanmayacak da saçmaladığı düşünülecek. Ama “sanatçı” unvanını almış ve bu unvanı alnının tam ortasına büyük bir tabela boyutlarında çaktırmayı başarmış biri yaptığında, çöp objesi olan banyo küvetinin sanat objesine dönüşmesinin yolu açılmış oluyor. “Sanatçı”nın “büyük sanatçı” olduğunu onaylayan, ona saçmalık dâhil bütün yolları açan ve “müsaadeyi veren” ise, basın. Burada kişinin el ustalığı, birikimi, söyledikleri, o güne kadar yaptıkları bir toplam olarak belirleyici olamıyor. Burada asıl rolü basın oynuyor. Ancak “büyük basın”ın onayını ve desteğini alan kişiler bu türden geniş “özgürlüğe” sahip olabiliyor. Saçmalıkları dâhil bütün yaptıkları “sanatsal girişimler” basında büyük sanat olayları gibi sunularak övülen kişiler, bir süre sonra büyük yığınların gözünde “büyük sanatçı” yerini işgal ediyorlar. Tabii ki böyle bir durumda “büyük sanatçı”nın eserlerinin sorgulanması, onların toplumsal tesiri ve iz bırakıp bırakmadıkları, dahası aynı kişilerin formasyonları “can sıkıcı ve keyif bozucu ağır konular” kabul edilip sorgulanmıyor; eğer o kişi dönemin beğenilerine uyuyorsa, bu tür zahmetlere gerek kalmıyor. Ama durum ne olursa olsun, sistem kurulmuş oluyor ve işlemeye devam ediyor; birkaç ay içinde “büyük sanatçı” yapılan kişinin ürünlerinin fiyatı, “marka değeri” yükseliyor. Basının bombardımanı sürdükçe, büyük sanatçının hayranlarının sayısı da artıyor. Yaratılan bu rüzgâr, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ölçemeyen kararsız toplulukları kapsamakta kuşkusuz ki zorlanmıyor; “aklı başında, ne düşündüğü belli” sayılan gruplardan da insanlar koparmayı başarıyor. Hiç kuşku yok ki asıl sorun, toplumun bir kültürel standarda sahip olamaması, beğenilerinin yukarıdan gelen siparişlerle belirlenmesi, sağlam bir alt yapısı olmadığı için durumu ölçememesidir ve sorun her geçen gün büyümektedir. Buna karşılık, çok daha birikimli, yaratıcı, ne dediği açık ve verimli pek çok insanın çalışmalarından büyük kitleler yeteri kadar haberdar olamıyor. Hayat karşısındaki duruşları sağlam olduğu için büyük basının dikkatini çekmiyor ve ifade yerindeyse bu insanlar kaderlerine terk ediliyorlar.
Kabul, burada hafif bir ironi var ama sadece “hafif”. Bunun dışında çıplak bir gerçek var ortada. Ne yazık ki sadece Türkiye’de değil, “medeni dünya”da da sistem böyle işliyor.
Sergilediği fotoğrafları ciddi bir fotoğraf okulunda bitirme ödevi olarak bile kabul göremeyecek kadar yetersiz olan ama sıra dışı çıkışlar yapıp, dönemin beğenilerine sahip olduğu için basını arkasına almayı başaran, yine geleneksel olmayan sergi açılışları yapan ve imkânları olduğu için çekici sergileme teknikleri kullanan birinin fotoğraflarını inanılmaz fiyatlara satabilmesi, bu arada pek çok ülkeden sergi çağrıları alabilmesi, hattâ sergi açılış davetiyelerini bile inanılmaz fiyatlara satabilmesi mümkün. Bu örneklere son yıllarda rastlar olduk.
Bir fikrin görsel anlatımı sırasında tabii ki bir banyo küvetine yer verilebilir ve yine tabii ki birileri için çöpten başka bir şey ifade etmeyen objeler, kimi konseptler içinde başka hayat bularak yeni anlamlar kazanabilir. Buralar anlaşılabilir ama asıl itiraz şurada: Kişinin birikimi, yetenekleri ve yaptıklarından bağımsız, buradaki basının ölçüsüz rolü. Büyük basın tarafından büyük sanatçı olarak sunulan kişilerin asıl olarak eserleri, bunlardan yığınların yararlanmaları konuşulmuyor. Öne sürülen, kişi; eser burada ikinci derece önemli oluyor. Ayrıca büyük basının büyük sanatçı unvanını dağıtma hakkının olup olmadığını sorgulayacak ne bir merkez var ortada ne de bunu filtre edip dışa atabilecek bir “sanatseverler topluluğu”.
Belki burada “yeni” sayılacak ikinci bir nokta şu olabilir: Örnekteki banyo küveti tek başına sanat objesi olamayacağına göre, burada neye sanat dendiğinin izafi olmadan, çok sağlam açıklanması gerekir.
Yani…
Sanat ve sanatçı tanımları gerek burada…
Sanat kavramı ortaya çıktığından beri teori dünyası, genel geçer bir sanat tanımında ve teorisinde birleşemedi. Bin sanat tanımında bin ayrı tanım denemesi bulmak mümkün. Bunun siyasi, teorik ya da ideolojik bir sorun olduğu yanılgısına düşülmesin sakın. Birbirine üç alanda yakın olan insanların bile “sanat” başlığı altında başka şeyler ifade edebilmesi, işin zorluğuna dikkat çekiyor. Tanım denemelerinin birbirinden çok uzak olduğuna dair derleme kitaplardan sadece birini örnek verebilirim: “Was ist Kunst?” 1080 Zitate Gelen 1080 Antworten / “Sanat Nedir?” 1080 Alıntı 1080 Cevap, Andreas Maeckler, Dumont Taschenbücher, 1987, Köln. Tanımların “kişiye özel” olması o alanda sağlam bir teorinin ortaya çıkmasını engelliyor. Daha açığı, izafi alanlardan büyük teorilerin ortaya çıkması mümkün değil. Bu nedenle sanat teorisine on yıllarını vermiş bir büyük teorisyene bütün olarak sanat tarihinde rastlanamamasını tesadüf değil, bu sorunun doğal bir sonucu saymak gerekir.
Resim, heykel ve müzik vardı; ancak sanat kavramı onlar kadar eski değil. İnsanlar resim, heykel ve müzik yapıyordu; ancak yapanlara “sanatçı”, yapılanlara da “sanat eseri” denmiyordu. Biz bugün buna “sanat” diyoruz. İnsanlık kategori olarak “sanat” ve “sanatçı”yı çok sonra buldu; aslında “uydurdu” ve kullanmaya başladı. Sanat ve sanatçı kavramlarına dair tanım sorunu, ortaya çıktığından beri var. Dün olduğu gibi bugün de bu teorik sorunun çözümü bulunamayacak. Ancak burada amaç bu soruna dair yeni bir tartışma başlatmak değil, şu: Ortaya çıktığından beri sorunlu olan bu saha, yukarıda kısmen ironik olarak anlattığımız banyo küveti örneğinde olduğu gibi günümüzde çok daha sorunlu oldu. Günümüzde dijital teknoloji başta, tekniğin bu alanlardaki yeri genişledikçe el ustalığı, birikim, tecrübe kategorisini geren toplam çok daha az rol oynuyor. Ciddi bir tıkanma olduğu kesin. Uzun zamandır bir akım yaratamadığı da açık; sanat sahnesinin son otuz yılına bakmak bir ölçü verebilir. Sanatın Batı’da bittiğine dair uzun zamandır tartışma var. Ama ne olursa olsun kültür endüstrisinin varlığını sürdürebilmek için “sanat objeleri”ne, “sanatçı”ya ve ömürleri sadece 1-2 yıl sürebilen “idollere” sürekli ihtiyaç duyuyor, burası kesin.
Sanat ve sanatçı kavramlarından ne anlaşıldığı kesinlikle açık değildi; günümüzde ise hiç değil. Bu kavramlar ve sıfatlar sadece kültür endüstrisi içinde pazarlık gücünü arttırmaya yarıyor. “Sanatçı” unvanını taşımak, pazarda yer elde etmenin ve bir marka olmanın olmazsa olmazı; ancak kendisine “sanatçı”, yaptığına ise “sanat” denilen insanların pazar yolu açık. Sanatçı ve sanat kavramlarının teorik düzeyde bir değeri olmaması mühim değil, pazar sistemi bu kavramların varlığı üzerine kurulu. Karmakarışık bir tablo var karşımızda. Ama bizim buradaki sorunumuz bir karmaşaya analitik bir bakış getirmek de değil, fotoğraf.
Peki, sanat ve sanatçı kavramlarının çok daha sorunlu olduğu günümüz ortamında fotoğraf sanat mı, değil mi tartışmasının bir anlamı var mı? Bence fotoğraf dünyasının bu tür bir kompleksten artık kurtulması gerek. Çünkü fotoğrafa sanat denmiş, denmemiş bunun çok büyük bir teorik değeri bulunmuyor. Sanattan ne anlaşıldığı dün açık değildi, bugün ise hiç değil… Teorik bir bakış ve sağlam bir teorik alt yapı, günlük hayatın gittikçe karmaşık hâle geldiği, insanların analitik düşünmeyi unuttuğu ve toplumsal hafızanın giderek zayıfladığı günümüz koşullarında fotoğraf dâhil hayatın her alanı için gerekli. Teorik bir bakışa her insanın ve her alanın belki de dünden daha fazla ihtiyacı var bugün. Dikkat edilirse sanat teorisinin önemsizliğini öne sürmüyor, küçümsemiyorum; tam tersi sanat teorisi dâhil genel olarak teorinin ve teorik bakışın günümüzde çok daha önem taşıdığını söylüyorum. Ama buna karşılık çok karmaşık tanımlamalarla önümüze sunulan ve bu tanımlamalarda fotoğrafa yer vermeyen “sanat teorileri”nin derinliklerinden kuşku duymaya ve bu tuzaklara düşmemeye çağırıyorum. Kuşkusuz ki bunun için öne sunulan teorilerden ve onların tarihlerinden haberli ve onları anlamış olmak ilk şart.
Bence asıl sorun neye “sanat” dendiği değil, o şeyin anlamı ve fonksiyonu. Eğer üretilen şey insana ve hayata değiyor, değdiği yeri harekete geçiriyor, yani bir şeylere dokunabiliyor, bir anlam ifade edebiliyorsa, o şeye “sanat” denip denmediği çok önemli değil. Çünkü bir şey gerçek değerine, ancak o şey kullanıldığında kavuşur. Çünkü insana, hayata dokunan ve orada değer kazanan bir şey, dar ve küçük bir çevre tarafından “sanat” kabul edilen ürünlerden çok ama çok daha önemli, değerli ve kalıcıdır.
Kontrast Sayı 16, Mart 2010
İlker MAGA