Dijitalleşme çağının, fotoğrafı derinden etkilediği doğru. Önlenemez bu teknik gelişmeye bakıp üzülmenin anlamı yok. Dijitalleşmeye geçiş süreci neredeyse tamamlandığına göre, gelişmeye ilk zamanlar tepkiyle yaklaşanların bu şoku atlattıklarından ve birer dijital makine alıp durumu sindirdiklerinden yola çıkılabilir.
Tolstoy’un yazarken hangi araçları kullandığını, ancak sınırlı sayıda insan merak eder; araçlarına değil ne yazdığına bakılır. El yazısından daktilo ve bilgisayara geçiş sırasında yazının geçirdiği değişim ile fotoğrafın son otuz yılda yaşadıkları, kuşkusuz karşılaştırılamaz ve tabii ki fotoğraf, teknikle çok ilgili bir alan. Ama öyle ya da böyle, teknik, türü ne olursa olsun anlatılmak istenen için araçtan başka bir şey değildir, olamamıştır.
Dijitalleşmenin, fotoğrafı yaygınlaştırdığı ve üretim alanlarını genişlettiği oranda bayağılaştırdığı da açık…
Sanıldığının tersine, fotoğraf yeni altın çağını yaşıyor. Dünya fotoğraf tarihi boyunca fotoğraf, hiçbir zaman bu oranda üretilmedi. Şimdiye kadar hiç olmadığı kadar çok fotoğraf müzesi, fotoğraf galerisi ve benzer fotoğraf yapılanmalarıyla karşı karşıyayız.
Fotoğraf, tıkanan, hatta uzun zamandır yeni bir akım çıkaramayan ve Batı’da bittiği bile öne sürülebilecek “sanat”ın yardımına koşuyor; ona yeni yaratı alanları açıyor. Hemen her alan ve disiplin, öyle ya da böyle fotoğrafla ilgili olduğu için fotoğrafın disiplinlerüstü bir özelliğe kavuştuğu öne sürülebilir.
Buna karşılık fotoğraf, belki en güçlü etkisini, sosyal tesirini kaybetti. Fotoğraf, günlük gazetenin önemli ve vazgeçilmez bir parçasıyken günlük siyasete müdahil olabiliyor, böylelikle sosyal tesiri geniş bir alana yayılabiliyordu. Bugün böyle bir tesirden söz edilemez. Yazılı basındaki etkisini yitiren fotoğraf, galeri ve müzelere kayıyor. “Sanat Pazarı”na artık yerleşen ve yerini her geçen gün büyüten fotoğrafta, pazarın sürekli yeni ürün ihtiyacına paralel çok daha düzeysiz, hızlı ve sıradan denemelere sıklıkla tanık olacağız.
Avrupa’da, 1970’lerde, her evde en az bir fotoğraf makinesi olduğundan yola çıkılıyordu. Bugün ise her evde, mobil telefonlara eklenenleri de düşünürsek birden çok fotoğraf makinesi var. Bugün herkes, kendine fotoğrafçı diyebilir. Şarkı söylemek, kâğıt üzerine bir şeyler çiziktirmek gibi hemen herkesin üzerinde uzun uzun düşünmeden gösterdiği bir refleks fotoğraf çekmek. Her mırıldanana şarkıcı, her çiziktirene çizer, her yazı yazana yazar, her yemek yapana aşçı denmediğini unutmamalı. Bir de şu: Dijitalleşme, fotoğraf üretimini kolaylaştırdığı ve hızlandırdığı oranda, kalıcı ve tesir eden işlerin ortaya çıkmasını zorlaştırdı.
Ve hâlâ nasıl değil, ne üretildiği kilit rolü oynuyor. Bu da hiçbir disiplinde kolay değil. Fotoğrafın üretim sürecinin kolay görünmesine bakıp bunun tuzağına düşenlerin sayısı hiç de az değil; çevremize bakmak ve hafızalarımızı biraz zorlamak yeterli. İnsanın kendine hangi sıfatları yakıştırdığına değil, ürünlerine bakılmalı. Sağlam ürünler, en kaba ifadeyle sağlam bir genel kültür ve yine sağlam bir görsel kültür gerektiriyor. Birkaç yıllık çekim ve karanlık oda tecrübesi edinmekten insanları kurtaran dijital teknik, ne yazık ki çağımızın aceleci insanına bu konuda yardımcı olamıyor. Tesadüf, fotoğrafta çok büyük rol oynar ve tesadüfle birkaç kare “yakalamak” mümkün; ama tesadüfle usta olunamıyor ve bir büyük proje, sadece tesadüfün kaderine terk edilerek hayat bulamıyor.
Her şeye rağmen, hangi teknikle üretilirse üretilsin fotoğrafı fotoğraf yapan ve sıradan insan karşısında güçlü kılan, “an”ı yakalaması ve “siyah-beyaz” olması, olmaya devam ediyor. Her disiplinin asıl güç aldığı noktalar var ve fotoğraf, gücünü “an”ı görüntüleyebiliyor olmasından alıyor. Neden mi? Yaşı ve sosyal düzeyi ne olursa olsun her insan yaşadığı bir olayı, tıpkı fotoğrafta olduğu gibi kare kare hafızasına kaydeder ve bu görüntüler hafızaya siyah-beyaz olarak iz düşerler. Bu nedenle, aslında her insan gizli bir siyah-beyaz an fotoğrafçısıdır. İnsan hafızası ise siyah-beyaz an fotoğraflarından oluşan bir fotoğraf albümüdür.
Deneysel fotoğrafın tarihi ve ürünleri, “an” fotoğrafı da demek olan fotojurnalizmden çok daha eskilere dayanmasına rağmen; fotoğraf tarihinde iz bırakmış, birer klasik olmuş görüntülerin sokaktan koparılmış görüntüler olması tesadüf değildir.
Bu özellikleriyle fotoğraf, her insanla gizli bir bağ kurmayı başarır. İnsanlar, sosyal konumlarına ve tercihlerine bağlı olarak, kimi disiplinlerden anlamadığını ya da sevmediğini söyleyebilir. Ancak insanın hafızasına iz düşürme eylemi fotoğraf makinesinin işleyişine benzediğinden, her insan hafızasında bir fotoğraf albümü taşır ve her insan, potansiyel bir fotoğrafseverdir. Bu nedenle izleyicisi en geniş yelpazeye sahip disiplin fotoğraftır ve insan karşısında en güçlü görsel disiplin de fotoğraftır. Bunu, an fotoğrafı ustalarının sergilerinde görmek ve yeniden keşfetmek mümkündür. Aslında kolay rastlanmaz bu buluşma noktası, genelde ve özellikle an fotoğrafının pek hoş karşılanmadığı akademilerde atlanmaktadır.
Zaman geçer, hem de acımasızca hızla geçer ve geriye sadece anı, yani siyah-beyaz an fotoğraflarından oluşan bir albüm kalır ve bunlar, insanla ilgili anılardır. İnsanlığın hafızasında yer edinmeyi başararak klasikleşmiş görüntülerin neredeyse tamamının insan ve an görüntüleri olması bu nedenle olmasın sakın?
İlker MAGA
Kontrast Sayı 15, Ocak 2010