Bir roman düşünün; yazarı, eserinde yer alan insanları konuşturma, onlara istediklerini söyletme hakkını kendinde görür. Gerçekte o insanlar yoktur, en azından romanda yer aldıkları hâlleriyle yoktur; bu insanlar gibi, söyledikleri de yazarın bulduklarıdır.
Bir şiir düşünün; şairi oralara gitmeden, insanlığın sorunlu topraklarında acı çeken insanları anlatır; dizelerinde onları kendi ağızlarından konuşturur, sevinçlerini, öfkelerini dile getirir. Yazdıkları insanî konulardır kuşkusuz, kimse konu karşısındaki duruşunu tartışma gereği bile duymaz; bir yaratıcı, bir aydın olarak sorun karşısında sözünü söylemiş ve yerini almıştır. Ama, gerçekte o insanlar yoktur.
Fotoğrafa en yakın duran disiplin olan sinemayı düşünün.
Sorun burada benzerdir. Sahneler kurulur; elde bütün bir filme yön veren temel bir metin, senaryo vardır.
İyi bir hikâye olmadan iyi bir film olamayacağına göre, buradaki sorun romandakine benzer.
Bir opera, bir şarkı ya da türkü dizesi, bir tiyatro oyunu, bir resim ya da bir başka yaratı alanı… Durum değişmez. Gösterilenler, sahnelenenler, dillendirilenler ya da yazılanlar aslında yoktur.
Hayattan koparılmış bir anla vücut bulan fotoğrafta ise aracı yoktur. Orada “gerçek” yeniden yaratılmaz.
Orada gerçek ve gerçeği anlatma sorumluluğuna sahip fotoğrafçı vardır. Oradaki insanlar başkaları adına oynamaz, konuşmazlar; oradaki kendilerinden, gerçekten başka bir şey değildir. Fotoğrafta insanın kendisi aracı olmadan, doğrudan konuşur.
Fotoğraf bu özelliğiyle yaratı disiplinleri içinde özel bir yer edinmiştir.
“Gerçek”, felsefenin ilk ortaya çıktığı günden bu güne tartışılmaya devam eden, karmaşıklığı nedeniyle başka alanlara da sızarak konu olan insanın ve hayatın temel sorunlarının başında gelir. Hiçbir şeyin gerçeğin gücüne erişemeyeceği tezi iki bin yıl önce de öne sürüldü, bugün de söyleniyor. Bu tezi yaratı alanı olarak kullanma şansına sahip tek bir disiplin var: Fotoğraf.
Kuşkusuz ki fotoğraf çok genişledi, yaratı alanları büyüdü. Kuşkusuz ki fotoğrafta yeni teknikler, karışık teknikler kullanılarak yeni ürünler verilmelidir. Kuşkusuz ki fotoğraf tek bir alana mahkum edilemez. Ancak, fotoğrafın asıl gücünün ve sihrinin, insanın gerçek karşısında gösterdiği hassasiyette yer aldığı asla unutulmamalıdır.
Hiçbir hayal ürünü eser, gerçeğin gücüne kavuşamaz, onun tesirini gösteremez. Fotoğraf gerçekten aldığı güçle insanın karşısında durur ve ulaştığı insanları etkiler. Bu gerçek ise, fotoğrafçıya gerçeğin gücü oranında sorumluluk yükler. Sorumluluk ise, ancak onu taşıyacak güç ve donanıma sahip olunduğunda üstlenilebilir.
Kontrast Sayı 23, Mayıs-Haziran 2011
İlker MAGA